Bina Okumak..
Kitaplarda, gazetelerde ve sohbetlerle, vaz’ı nasihatlerde, çok söylenir, doktorlar da hastalarına tavsiye ederler. Ayrıca ve hepsinden de öte, Allah’ımızın emridir, israftan kaçınmak…
Amma hiç kimse tınlamaz. Hele Müslümanlar, hele hele sivillik hallerinde, zaman gelir Müslümanca doymak nedir, maalesef bilmezler. Su içseler şişerler…
•
“Meclis Başkanı Mustafa Şentop, Meclis’in şeref holünde eski ve yeni arkadaşlarını toplayıp iftar yapıyor. Yuvarlak masalarda, şerbetler, gazozlar sular ve ardından ara sıcaklar, et ya da balık, ana yemek, tatlı, Türk kahvesi, çay, vs, vs…
Bu arada incir üzüm, fındık fıstık, sucuk pastırma ve hurma türünden iftariyelikler…
“Afiyet olsun gözümüz yok ama gönlümüz rahat değil…
Tam Şişli’de lokanta ve çorbacıların seri halinde sıralandığı “Hürriyet” caddesinde mendil satan iki küçük çocuk nasıl olmuşsa olmuş, vitrinlerin birinin önünde çömelerek iftariyeliklere, kızarmış ete, mis gibi pastırmalı böreklere yutkunarak bakışırlarken paçalarıma dolanıyorlardı…
Meclis başkanları da, eski ve yeni meslektaşlarını Cumhuriyet’in kutsal ocağında toplamış, o ve benzeri çocukların yararına kotarılan yoksullukla savaş fonunu şükür duasıyla kaşıklıyorlar (Eğer hazineden karşılanıyorsa)… Olacak iş değil…
Denilebilir ki, halkın hastane kapılarında sıra kavgasıyla ömür tükettiği günler geride kalmadı mı? Az bile. İstanbul-İzmir arası da üç buçuk saate indi, indirildi, daha ne istiyorsun? Doğrudur. Ne var ki hurda kâğıt toplayıcı sayısındaki gençleşme ve artış hızı da hissedilebilir bir başka gerçek ve doğru…
Yapmasınlar mı?…
Hayır, tövbe estağfurullah, ne demek!…
•
İftar dediğimiz hadise, olay ya da eylem, kabaca veya yalın haliyle yokluğun, eksikliğin sona ermesi erdirilmesidir. Bir başka anlatımla açlığın, yiyip içilerek tokluğa ve doyuma çevrilmesidir. Bunun kutsallığı gelenekten gelir. Oruç ibadeti usulüne uygun eksiksiz ve düzgünce tamamlandığında, sona erdirilmesi anlamında kullanıldığından, kutsallığı da ismen verilmiş olmalı…
Müslümanlar, ramazan aylarında akşam sofralarına genellikle bu ismi verirler…
•
İnsan toplulukları iktisadi ve sosyal durumları itibariyle mozaik bir yapı arz ederler. Varsıllarla yoksullar, işyerlerinin uzağında ya da yakınında yaşayanlar, yolcularla kendi bölgelerinde yerleşikler ve gençlerle ihtiyarlar vs. gibi…
Müslümanlar, çevrelerinin bu mozaik yapısını düşünen Müslümanlar, iftar vakitleri geldiğinde kardeşlerine kolaylık sağlamak isterler ve yardım amacıyla iftar yemeklerini ayaklarına kadar servis ederler. Bir de bunun üzerine diş kirası adıyla anılan nakdi yardımda da bulunabilirler…
İftar sofraları umuma açık tutulur, tıpkı Cuma Namazlarında kapıların kapatılmaması gibi…
Kamuya açık iftar sofraları, oruçlu oruçsuz, abdestli abdestsiz, mümin kâfir her insana açıktır ve bunun masrafı sofrayı kurup kurduran davet sahibinin kendi şahsi kesesinden ödenir. Sanırım bu ödeme Yüce Mevlamızın emrettiği “infak” faslına da giriyordur…
Egemenlik hakkının irsi yolu kapatılıp demokrasiye bağlanmasıyla, bu mesleğin yüksek rant beklentisi, kişilerin iştahını kabartıyor. Buna ulaşabilmek, sanıldığının aksine, pek de kolay değil…
Evvela kişi olarak şahsını, grup olarak da üyesi olduğun siyasayı, toplum nezdinde ilgi çeker pozisyona getireceksin. Bu amaçla talipler, kendilerine “evet” dedirtecek halka tatlı, güzel ve birbirlerinden cazip vaatlerde bulunurlar.
Mesela Konya’ya, Trakya’yalıya buğdayda navlun ücretini düşürmek için liman vaadi gibi.. Bu arada oy isteyenlerin kendilerini, oy verenlerle aynı değerlerin sevdalısıymış gibi göstermeleri de, mesleğin en ince ve önemli kılcal damarlarını oluşturur…
•
Şimdi kafamıza takılanlara gelelim…
Mustafa Bey’in eski-yeni mebuslara Meclis’te verdiği söylenen iftar yemeği, “infak” mıdır ziyafet mi?… İnfak ise, harcamaların piyasa fiyatıyla kendisinin ödemiş ve yemek mahallinde kapıların da açık olması gerekecek… Mesela ben, yanımdaki hurda kâğıt toplayan bir dostumla birlikte o kapıdan geçemeyince, “infak”lık da, suya düşer.
Ziyafet ise, bir sebebe bağlı olmalı ve de, günah sevap düşünülmeksizin yine aynı şartlar geçerli. Burada kapıları kapatabilirsin amma, masrafını da ödeyeceksin, yine piyasa fiyatından…
•
Biyolojik yapımız itibariyle tıbbi, dini ve askeri olarak üç ayrı disiplinin muhatabıyız. Bunlar son kertede üçü birleşir ve tek disipline dönüşür… Sofradan doymadan kalkmak gerekiyor. Aksi halde obezite dedikleri şişmanlık. Buna riayet etmeyi Peygamber Efendimiz de tavsiye eder. İşte tam da burada tıbbi disiplinle dini disiplin birleşmiş olurlar…
Ziyafet niceliğindeki iftarları genellikle yarış ve gösteri amaçlarına bağladıklarından, müsabakada sergilenen (yiyecek değil) nesneler çok çeşitli ve nitelikleriyle de çok lüksten seçilir. İnsanın midesi çöp sepeti olmadığından hepsinin, yenilip içilmesi mümkün olamaz…
Günah değil midir, hele şu patates krizinde bunların toparlanıp çöplüğe atılması…
Bir de harcamaların muhasebe kayıtlarından düşülmesi var. Masrafları vergi daireleri üzerinden Hazine’ye yüklemek. Bu da, yiyenler ve yedirenlere kul hakkını yüklüyor…
Bunlar çok söyleniyor, çok yazılıp okunuyorsa da, dönüp dolaşıp yine okunuyor ve yine söyleniyor… Hani derler ya, bizim oğlan bina okur, döner gelir yine okur…
İşte öyle bir şey…
•
Ben iftar davetlerine gitmiyorum. Arkadaşım, akrabam çağırır da bir çorba ikram ederse, bilirim ki, kendi cebindendir, eyvallah. Devletin, belediyelerin, derneklerin, vergisi kaynağında kesilenlerden olmayınca vergi mükelleflerinin, partilerin ve keyfiyette benzerlerinin yemeklerini yemiyorum. Belediye çadırlarınaysa, hiç tereddüt etmeden dalarım…
Bursa Belediyesinin Gürsu’daki açık hava çadırına daldım. Geçen hafta bir kez de İstanbul Belediyesi’nin Şişli’deki çadırına…
Kravatlı, hırpani, çoluk çocuk, sakallı rimelli, çorbasıyla, pilavıyla yanında bir bardak suyu ile ve iki kaşık sıcak yemeği de içinde…
Sade, sakin ve helalinden bedava…
Akit / Atilla Özdür