Putin’in Doğu Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşma, Elon Musk’a “Twitter Co.yu almakta biraz frene basalım,” dedirtecek kadar önemliydi gerçekten. Business Insider’in haberine göre Musk, aynen öyle demişti: “Birkaç gün daha frene basalım bakalım. Putin’in yarınki konuşması gerçekten önemli. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı’na gidiyorsak Twitter’i almanın bir anlamı olmayacak.”
Üçüncü Dünya Savaşı çıkartacak bir konuşma değildi, hatta yeni bir şey de söylediği iddia edilemez, ama şimdiye kadar söylediklerini derli toplu söylemiş olması, yeterince önem kazandırıyor.
“Batılı elit, istikrarı ve hayat kalitesini Washington’un emirleriyle harcıyor”
Putin, Forum’un “Asya-Pasifik bölgesi ülkeleriyle Rusya arasındaki işbirliğini ve sınai ilişkileri güçlendirmek için” önemini vurgulayarak başladı. Bu, daha en baştan, yaptırım yağmuru altında Doğu’nun önemini vurgulamaktan başka, “Asya-Pasifik bölgesinin” ikinci soğuk savaşta da göz ardı edilmeyeceği demek.
Arkasından geçen yılki Forum’da hâkim olan iyimser havayı hatırlattı. O zaman herkes, büyük salgının arkasından “dünya iş hayatının yeniden ayağa kalkmakta olduğunu” düşünüyordu. Daha sonra “bütün dünyaya karşı tehdit oluşturan” küresel nitelikli yeni meydan okuyuşlar geldi: “Batı’nın yaptırım humması, başka ülkelere davranış modelini dayatmak, egemenliklerini ellerinden almak ve kendi iradesine tâbi kılmak için çıplak, saldırgan girişimleri.” Ancak gerçekte bunda da alışılmadık hiçbir şey olmadığını ve “kolektif Batı”nın bu siyaseti on yıllardır sürdürdüğünü belirtti.
Bunu, konuşmanın birçok yayının spotunda yer alan cümlelerinden biri takip etti: “Bu süreçlerin katalizatörü, ABD’nin küresel ekonomi ve siyasetteki kayıp gitmekte olan hâkimiyeti, keza batılı elitlerin objektif olguları görmekte ve kabul etmekteki isteksizliği yahut belki de yeteneksizliği oldu.”
Putin, sadece 24 Şubat’tan beri değil, en azından geçen yaz yayınladığı Ukrayna makalesinden beri Kremlin’in resmi diskursuna hâkim olan izleği sürdürdü:
“Dünyanın dinamik, gelecek vaat eden devlet ve bölgelerinin, en başta da tabii ki Asya-Pasifik bölgesinin rolü büyük ölçüde arttı. Bu bölgenin ülkeleri iktisadi ve teknolojik büyümenin merkezleri, personel, sermaye ve sanayi için çekim noktaları haline geldiler. Buna rağmen batılı ülkeler eski, sadece kendileri için avantajlı olan dünya düzenini korumayı, herkesi o kötü şöhretli, kendilerinin uydurduğu, kendilerinin mütemadiyen ihlal ettiği, meydana gelen güncel konjonktüre bağlı olarak kendileri için sürekli değişen ‘kurallara’ göre yaşamaya zorlamayı amaçlıyorlar. Başka ülkelerin böyle bir emir-talimat ilişkisine ve keyfiyete boyun eğmekte isteksizliği, dosdoğru söylemek gerekirse, batılı elitleri itidallerini kaybetmek, hem dünya güvenliği anlamında, hem de ekonomi anlamında miyop ve serüvenci kararlar almak zorunda bırakıyor. Bütün bu kararlar ülkelerin ve halkların, bu kapsamda batılı devletlerin vatandaşlarının da menfaatleriyle tamamen çelişiyor. Batılı elitlerin kendi vatandaşlarının menfaatlerinden kopuşu derinleşiyor. Böylece, Avrupa’nın eriştiği sınai gelişmişlik seviyesi, insanların hayat kalitesi, sosyal-iktisadi istikrar, bütün bunlar bir yaptırım sobasının alevleri içine atılıyor, kötü şöhretli ‘Avrupa-Atlantik birliği’ adına Washington’dan gelen emirle harcanıyor, aslında ABD’nin dünya işlerindeki diktatörlüğünü korumak için kurban ediliyor.”
Putin, sözlerine, yabancı şirketlerin daha bahar aylarında Rusya pazarından çıkarken bunun en çok Rusya’ya zarar vereceğini düşündüklerini söyleyerek devam etti: “Oysa şimdi görüyoruz ki sanayi ve iş yerleri bizatihi Avrupa’da birbiri ardınca kapanıyor.” Putin’e göre Avrupalı girişimcilerin rekabet kapasitesi düşüyor, zira bizatihi AB yetkilileri, erişilebilir hammadde, enerji ve pazarı bunların elinden alıyor.
Putin aynı yerde, Avrupalıların pazarlarının ABD şirketleri tarafından işgal edileceğinden de söz etti: “Avrupa ticaretinin alanını, kıtada olduğu gibi bütün olarak küresel pazarda da sonuç olarak Amerikalı hamiler işgal ederlerse şaşırtıcı olmaz; bunlar menfaatlerinin peşinde koşarken kendilerini hiçbir şeyle sınırlamazlar ve hedeflerine ulaşırken hiçbir çekince duymazlar.”
Putin, Avrupa ülkelerinin yüzyıllar boyunca kurulmuş bulunan dünya ekonomik sisteminin kilit dayanaklarını tarihin gidişine direnmek amacıyla yerle bir ettiğini de ileri sürdü. Dolar, avro ve sterlinin itibarının “gözlerimizin önünde” tüketildiğini vurguladı ve şöyle devam etti: “Bu türden güvenilmez, kendisini tehlikeye atan para birimlerinin kullanılmasından adım adım uzaklaşıyoruz.”
Bir sonraki cümle ise bu bağlamda daha dikkat çekici sayılabilir: “ABD’nin müttefikleri bile dolar havuzlarını tedricen daraltıyorlar, bu, istatistiklerden görünüyor.”
“Biz uluslararası hukuka uygun davrandık, onlar Irak’ı, Libya’yı, Yugoslavya’yı yerle bir ettiler”
Putin, Rusya’nın egemen bir devlet olduğunu ve milli çıkarlarını daima savunacağını söyledi (bunda yeni bir şey yok), hemen arkasından ise “uzun yıllardır ticari, girişim ve diğer işbirliklerinde güvenilirlik ve sorumluluklarını sergileyen ortaklarında da aynı niteliklere değer verdiğini” vurguladı: “Elbette, Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerden ortaklarımızı kastediyorum.” Bu ilişkiler de “karşılıklı yarar, işbirliği, ülkelerimizin vatandaşları yararına iktisadi potansiyellerin geliştirilmesi ilkesi üzerinde” kuruludur.
Putin konuşmasının soru-cevaplı bölümünde, Ermenistan Başbakanı N. Paşinyan’ın konuşmasının arkasından bu meseleye bir kez daha döndü:
“Başka ülkelerin menfaatlerine saygı göstermek, şu veya bu ülkenin toprak büyüklüklerine, GSYH’nın büyüklüğüne veya ordusunda modern silah olup olmadığına bakmaksızın eşit olarak yaklaşmak gerekli. Birilerinin kendi icat ettiği bir takım kuralları değil uluslararası hukuku temel almalıyız.”
Bunun üzerine moderatör, makul görünen şu soruyu sordu: Öyleyse dünya neden bir takım problemleri çözemiyor?
Putin’in cevabı, Kremlin’in uluslararası hukuka bakışını belirginleştiriyordu:
“Çünkü uluslararası hukuk daima ayaklar altına alınıyor. Bugünlerde pek çok kişi, Rusya’nın uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylüyor. Bunun gerçekle kesinlikle örtüşmediğini düşünüyorum. BM’nin herhangi bir yaptırımı olmaksızın Irak’ta savaşı kim başlattı? Makul görünen bahanelerle Yugoslavya’yı kim yıktı? Kim yaptı bunu? Belgrad’ı bombalayarak Avrupa’nın ortasında kim bir savaşa girişti? O zamanlar kimse uluslararası hukuku hatırlamıyordu.”
Böylece şu bir kez daha öne çıkıyor: Rusya, ilişkilerini devletler seviyesinde yürütür.
Putin arkasından, “uluslararası hukukla ve eylemlerimizin meşruiyetiyle ilgili” çok basit bir mantık örgüsü sunacağını söyledi; bu, benim daha önce “Kırım meselesinin hukuku” başlığı altında etraflıca ele almaya çalıştığım hukuki çerçeve içinde okunmalı:
“BM Şartı, ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz eder. Kosova krizi sırasında BM Uluslararası Mahkemesi [Adalet Divanı] bir karar aldı, buna göre, bir toprak parçasının bir bölümü, bir ülkenin bir bölümü bağımsızlığını ilan etmek isterse bu kısım ülkesinin merkezi hükümetinin iznini sormak zorunda değildir. Bu, Kosova’ya uygulandı.
“Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerine uygulanan aynısı değil mi? Aynısı. Eğer buna hakları varsa, BM şartı ve kendi kaderini tayin hakkı uyarınca var, bu hakkı hayata geçirerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Uluslararası hukuk ve BM Şartı açısından hakları var mı? Var ve bu hak, BM Mahkemesi’nin Kosova kararıyla teyit edildi. Bir ön örnek var.yönünün bütün ihtiyaçları tatmin edip etmeyeceği” sorusu üzerine Putin, öncelikle, enerji kaynaklarının kendi ülkesinin kalkınması için gerekli olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:
“Önde gelen Avrupa ülkelerinin ekonomisi on yıllardır Rusya Federasyonu’ndan doğal gaz almakla küresel nitelikte açık, somut bir rekabet avantajı da kazandı. Eğer bu avantajlara ihtiyaçları olmadığını düşünüyorlarsa, bu bizi hiç rahatsız etmez, çünkü dünyada enerji kaynaklarına olan talep çok büyük.”
Putin, sadece ekonomisi hızla büyüyen Çin Halk Cumhuriyeti’nden söz etmediğini, bütün dünyada talebin büyük olduğunu belirttikten sonra, Avrupa pazarı her zaman birinci sınıf kabul edilmiş olsa da dünyada her şeyin çok hızlı değiştiğini ve Avrupa’nın daha Ukrayna’daki krizin başlangıcında birinci sınıf olmaktan çıktığını vurguladı. Putin, Amerikalıların bu durumdan yararlanarak sıvılaştırılmış gaz göndermeye başladıklarını hatırlattı. “Çok pragmatik insanlar” olduklarını söylediği ve “bu anlamdan kendilerinden çok şey öğrenilebilir” dediği Amerikalılarla ilişkilere dair şu sözleri dikkat çekiciydi:
“Arktik’teki sıvılaştırılmış doğalgaz projelerimizden biriyle savaştılar, bu şirketin kimi yöneticilerini parmakla göstermeyeceğim, ama bu doğalgaz yatağından ilk sıkıştırılmış doğalgaz tankeri, bu şirketten ABD’ye gitti, çünkü bu kadar kârlı.”
Putin, G7 maliye bakanlarının Rusya petrolü ve petrol ürünlerine tavan fiyat getirme kararı için de “yeni bir aptallık” dedi:şeyler karıştırdılar, şimdi bununla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Kendilerini yaptırım çıkmazına soktular.
“Tek bir çıkış yolu var. Görüyoruz ki Almanya’da Kuzey Akım 2’nin açılması talebiyle gösteriler yapılıyor. Almanya’daki tüketicilerin bu talebini paylaşıyoruz, bunu hemen yarın yapmaya hazırız, bir düğmeye basmak yeterli, ama Kuzey Akım 2’ye yaptırım getiren biz değiliz. Bunu Amerikalıların baskısı altında yaptılar, peki onlar neden baskı yapıyor? Çünkü astronomik fiyatlara satış yapmak istiyorlar. Daha önceki [Amerikan] yönetiminin tutumunu biliyoruz. Şöyle diyorlardı: ‘Evet, biz pahalıya satıyoruz. Alsınlar işte, çünkü onları koruyoruz.’ İstiyorlarsa alsınlar işte. Biz de kendi malımızı satıyoruz.”
Putin, bu konuda yeterince konuşmamış olduğunu düşünmüş olacak ki, biraz sonra aynı meseleye geri döndü ve net ifadeler kullandı:
“Sözleşme yükümlülükleri var, tedarik sözleşmeleri. Yani sözleşmeyle çelişen siyasi karakterli bir takım kararlar mı alacaklar? Eğer bu menfaatlerimizle, mevcut durumda iktisadi menfaatlerimizle çelişirse, bunları yerine getirmeyeceğiz ve hiçbir şey de sunmayacağız. Ne gaz sunacağız, ne petrol, ne kömür, ne kalorifer yakıtı, hiçbir şey sunmayacağız. Kendi sözleşme yükümlülüklerimizi eksiksiz yerine getireceğiz. Şunu da belirtmek istiyorum; bize bir şeyleri dayatanlar bugün bize kendi iradelerini dikte edecek durumda değiller. Bırakalım akılları başlarına gelsin. Ekonomide her yerde böyledir, ülke içi ekonomide de böyle.”
Putin, bilinen bir Rus halk masalına gönderme yaparak sözlerini tamamladı: “Don, don, kurdun kuyruğu.” [Kurnaz tilki kurdu buz tutmuş ırmağa kuyruğunu daldırıp balık avlayabileceğine inandırır.]
Putin, Batı ülkelerinin önünde iki yol olduğunu da vurguladı:
“Ya yüksek fiyatları sübvanse edecekler; bu kötüdür, çünkü tüketici davranışlarını değiştirmez, tüketiciler daha önce olduğu gibi tüketirler, kıtlık şartlarında ise fiyat yükselir. Ya da tüketimi kısacaklar. Ekonomik açıdan, daha doğrusu sosyal açıdan bu tehlikelidir, patlamaya yol açabilir. En iyisi kurallara ve medeni ilişkilere uygun sözleşme yükümlülüklerini uymaya devam etmek.”
Büyük burjuvaziyle ilişkiler
Putin’in konuşmasının bana kalırsa en dikkat çekici yanlarından biri, eğer birincisi değilse, büyük burjuvaziyle ilgili sözleriydi. Şöyle dedi:
“Rusya girişimciler topluluğu bugün genel olarak ülke, vatan, Rusya vatandaşları karşısında yüksek bir sorumluluk gösteriyor. Bunu belirtmek ve buna teşekkür etmek istiyorum. Bu birincisi.
“Yeri gelmişken, ben birçoklarına ne dedim, biliyor musunuz: Menfaatlerinizi savunmak için koşturun bakalım. Bir takım şeylerini müsadere ettiler: hesaplarını, teknelerini, ve saire. Bunun için uyarmıştım. O tekneleri burada tutsaydınız, paraları da yabancı hisselere değil Rusya’da altyapının gelişmesine yatırsaydınız daha iyi olurdu. Hiçbir şey kaybetmezdiniz, her şey burada, vatanda olurdu, yatırdığınız paradan da kâr yapardınız. Ama neyse. Bu herkes için ders oldu.”
Bunun üzerine moderatör şu soruyu sordu: “Ama kim bilebilirdi ki böyle bir şey olacağını?”
Putin’in cevabı şöyle oldu:
“Ben bunu söylemiş ve uyarmıştım. Daha akıllı olduğum için değil, elimde daha çok istihbarat olduğu için. Uyarmış ve söylemiştim bunu. Ama pek çokları, yeri gelmişken, aralarında bu salonda oturanlar da var, bunu anladılar ve dağın arkasında hiçbir şey tutmadılar, her şeyleri burada, evde.”“Orada ne oluyor? Biz kimi zaman, Donbass’ı savunmak için giriştiğimiz eylemleri kendilerince kabul etmeyen kendi vatandaşlarımızdan bazılarına eleştirel yaklaşıyoruz. Orada insanları sokak ortasında kurşuna diziyorlar, sorgusuz sualsiz öldürüyorlar; iktidardakilerden farklı, başka görüşte olanları. Fiziken imha ediyorlar. Fark var mı? Orada neler olup bittiğini anlıyor muyuz? Anlamalıyız.
“Bu yüzden, sizi temin ederim ki, Ukrayna’da bu rejimden nefret eden çok büyük sayıda insan var ve biz de neler olup bittiğini anlayan ve bunlarla mücadele etmeye hazır olduğu halde imkânı bulunmayan bu insanlara destek olmalıyız. Bunlar orada bir neonazi rejiminin zulmü altında bulunuyorlar. Bu yüzden, ne yapılabilir? Sizi temin ederim ki bu insanların sayısı çok fazla ve biz onlarla ilişkide bulunmalıyız, bunu da yapacağız. Gelecekteki Rusya-Ukrayna ilişkilerinin Ukrayna toplumunun bu kesimine bağlı olduğuna eminim.”
* * *
Çin Ulusal Kongresi Li Çanşu’nun, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın ve Vietnam Başbakanı Fam Min Tin’in konuşmaları da önem taşıyor; ancak onları başka bir yazıya bırakmak gerek.
Hazal Yalın/YDH