Yıllar akıp gidiyor… Yollar kısalıyor… Mukadder akıbet kaçınılmaz hakikat bizi bekliyor…
Veladetimizle vefatımız arasında sıkıştırılmış hayatta vazifelerimiz birikiyor… Şu fani hayata veda etmeden önce vefa sınavımızı sorgulasak nasıl olur acaba? Ne dersiniz?
Sanıyorum en çok zorlandığımız, en fazla savrulduğumuz sınavlardan biridir vefa…
Biriken vefa borcu altında eziliyoruz… Maddi değil manevi bir borç yükü ile kendimizi bitiriyoruz…
Müminliğin ana vasfı, kulluğun kalite göstergesi, kardeşliğin garantisi olan vefa gün geçtikçe eriyor…
Kadir kıymet bilmezlerin, hatır gönül saymazların aslında kendilerine nasıl kıydıklarını fark edecek halde değiller…
Maalesef üzerimizde hakkı hukuku olanlara uzağız… Birbirimize mesafeliyiz… Bizim için geçmişte nice zorluklara katlananların zor zamanlarında yanlarında değiliz…
Bu konulardaki savurganlığımıza ve sorumsuzluğumuza sevgi, saygı, ilgi, iltifat, kadir kıymet, hatır gönül dayanmıyor… Doludizgin gidiyoruz…
Emektarlarımız, çilekeşlerimiz, cefakârlarımız bizden bir parça vefa umarlar… Bu kadarına hakları yok mudur?
Unutmayalım ki, dostlarına yokmuş gibi davranan vefasızların yarını yoktur… Nankörlük en kötü nasipsizliktir…
Vefa en insani ve en İslami bir eylemdir…
Vefasızlık nifak içeren bir virüstür… Bireyselleşme ile beraber gittikçe yaygınlaşan bu salgın toplumsal varlığımızı tehdit ediyor… Bencillik ve kıskançlıklar ruhumuzu kemiriyor…
Oportünist ve pragmatist dünyaların vefası yoktur…
Vicdan gidince vefa kalır mı? Belki de bu dünyada karşılaşabileceğimiz en kötü durumlardan biridir vefasızlık… Çok acı veriyor… Çok acılar yaşatıyor…
Unutulmak, hatırlanmamak, kendi kaderine terk edilmek, gadre uğramak ne ağır bir imtihan değil mi?
Kabullenmek zor ama… Yoksa ifa edilmeyen vefa, vefat mı etti? Veda mı etti bizlere?
Vefasız günlere kaldık…
Aslında yok saydıklarımız, incitip üzdüklerimiz, kırıp döktüklerimiz, ihmal ettiklerimiz her kimse, hiç birinin dosyası kapanmıyor… Her şey kayıt altında…
Nedense hep unutuyoruz… Bize zor zamanlarda temiz bir muhit, muhkem bir menzil lazım… O zaman üstümüze sinen kiri, pası, tozu, toprağı, çer çöpü silker atarız… Gaflet, kasvet, rehavet, atalet örtüsünden sıyrılır, vefa ve sadakat gömleğini giyinir, iyiliğe doğruluruz…
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en vefalı insanı Hz. Muhammed (sav)’in izini sürdürebiliriz…
İnsanlığın kurdu değil yurdu olmak için buna mecburuz… Sahici dostlukların, kalıcı kardeşliklerin yolu erdemli yoldan geçer…
Doğru… Her yürek bu yükü taşıyamaz… Mayası temiz, hamuru ekşimemiş, fıtratı sağlam olanların harcıdır bu duruş…
Vefa ile vazifeliyiz, vazgeçme lüksümüz yok… Ancak vefamız kadar var olabiliriz…
Yalnızlaşmanın, yabancılaşmanın, uzaklaşmanın temelinde vefasızlıklar yatıyor…
Vefa, aramaktır, sormaktır, hatırlamaktır, bulmaktır… Sadık kalmaktır… Sahip çıkmaktır… Sorumluluk almaktır…
Vefa hasbilik, kalbilik, harbilik, fıtrilik demektir…
Evvela Allah’a… Koşulsuz, kuşkusuz tam bir vefa…
Kitab’a, kıbleye, kaleme ve yazdıklarına vefa…
Söze, ahde, misaka vefa…
Cibril-i Emin’e… Belde-i Emin’e… Muhammed’ül- Emin’e vefa…
Hira’ya… Kehf’e… Sevr’e vefa…
Ashab-ı Kura’ya, Kudüs’e, Kurtuba’ya, Kırım’a, Keşmir’e, Kafkasya’ya vefa…
Fecre, Leyl’e, Duha’ya, Asr’a vefa…
Rahleye, kürsüye, minbere, mihraba, seccadeye vefa…
Coğrafyaya, doğaya, çevreye vefa…
Yola yoldaşa vefa…
Dosta vefa… Tıpkı Hz. Ali (ra) misali ölüm döşeğine tereddütsüz uzanmak… Hz. İsmail (as) gibi boynunu bıçağa uzatmak…
Dosta vefanın, davaya sadakatin anlamı bu olsa gerek…
Şimdilerde ne oldu bize?
Bir vefasız çağa düştük…
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı olurdu… Şimdi ne fincan kaldı ne de kahve… Her yerde cola ve nescafe…
İnsan ekmek yediği çanağa pisler mi? Büyüdüğü ocağı harlar mı? Birlikte yola çıktığı dostlarını harcar mı?
“Men dakka dukka”yı nasıl unutabiliriz? Bugün bana, yarın sana…
Sadece yar olanlardan vefa bekliyoruz, ağyar bir beklentimiz zaten yok…
Dost ikliminde vefanın çiçeklenmesini umuyoruz…
Biraz gayret birazda hamiyet diyoruz…
Çok mu şey istiyoruz?
Bize iyi gün dostları değil öncelikle iyi dostlar lazım…
Baki dostluklar için engin bir vefaya muhtacız…
Hakkın hatırı için, birbirimizi lütfen hatırlayalım…
Ramazan Kayan/Milat Gazetesi