Mahremiyet çok önemli zira doğrudan doğruya insanın hür ve iradi bir varlık oluşunun tasdiki, insanın her alanda kendi sınırlarını çekmeye ehil olduğunun kabulü anlamına geliyor. İnsan haklarının temeli ve vazgeçilmezi olan mahremiyet maalesef günümüzde büyük bir saldırı altında! Saldırının kaynağını günümüz egemen sisteminin insanı hür ve iradi bir varlık olarak değil de yönlendirilebilir bir arzu yumağı olarak görmesi oluşturuyor. Toplumsal inşada ana rolü oynayan egemen sistem, insanın kendini ifşa ve merak arzularını kışkırtarak mahremiyet hakkına en büyük kötülüğü yapıyor.
Mahremiyet hakkına bir saldırı da önceden daha ziyade devletler tarafından deruhte edilen denetim ve kontrol amacının teknolojik aklı elinde tutan büyük sermaye çevreleri tarafından da suiistimal edilmesinden geliyor. İnsan tekiyle ve insan topluluklarıyla ilgili bilgi akışları, bu kez kar ve çıkar amaçlı olarak görülmek, bilinmek ve kullanılmak isteniyor. Ünlü sinema yönetmeni Francis Coppola, mahremiyetimizi ihlâl etmek amacıyla tasarlanmış tüm elektronik araçları [kullanan/kullandıran] bir sistemin içinde yaşadığımızı ileri sürüyor ve “Konuşma” (The Conversation) filmini bu gerçeği sergilemek için çektiğini söylüyor. Artık her şey şifre altında güya ama tüm şifreleri bilen bir elektronik göz olduğundan, küresel panoptikondan neredeyse eminiz. “Sen ekrana bir şey görmek için bakıyorsan mutlaka seni de gören birisi vardır” mottosuna birçokları gibi ben de inanıyorum. Nereye gitsek kendimizi de götürüyoruz, kendimizle birlikte elektronik aygıtlarımızı ve tüm mahremiyetimizi…
Mahremiyet bahsinde konuşulması gereken birçok tema var ama en önemlisi, bizimle hür ve iradi bir varlık olarak değil de yönlendirilebilir bir arzu yumağı olarak temasa geçen ve kendini ifşa etme ve merak hislerimizi sonuna kadar kullanan sistem meselesi. Bu noktayı enine boyuna kavrayıp önlemler alamazsak diğer tüm sözler ve çabalar, boşa kürek çekmek manasına gelmeye mecbur.
Kendini ifşa konusunda böylesine hevesli oluşumuz, “reality show” denilen televizyon programlarında katılımcıların sadece marifetlerini değil her özelliklerini sergilemek için canhıraş gayretleri insanın psikolojik mayasını yeniden düşünmemize neden oluyor. Sosyal medyada kendimizle, ailemizle ve hatta çocuklarımızla ilgili bilgi ve fotoğrafları sonrasını düşünmeksizin sere serpe paylaşma arzumuz, insan psikolojisiyle ilgili tüm bildiklerimizi, sadece “teşhircilik” ve “röntgencilik” kavramlarıyla yetinmeden yeni baştan ele almamızı gerektiriyor. Paylaştığımız anı ve fotoğraflarda bizim dışımızdaki insanların mutlaka rızalarının alınması şartı yeni bir etik gereklilik olarak öne çıkıyor. Ben daha önce çocukların fotoğraflarının izin alınarak yayınlanabileceği kanaatindeydim. Bu kanaatim çocuk fotoğraflarının aile bütünlüğünü temsil eden haller dışında asla yayınlanmaması gerektiğine doğru değişmeye başladı.
İtiraf ediyorum, mahremiyetin en büyük düşmanı olan “kendini ifşa” konusunda toplumumuzun bir direnç göstereceğini sanıyordum. Zira “itiraf”ın esasen bir Hıristiyanlık müessesesi olduğunu düşünüyordum. Yanılmakla kalmayıp ciddi hayal kırıklığına uğradım. Televizyon ekranlarında mütedeyyin diye bilinen ve seyircilerin sorularıyla katılımın mümkün olduğu programlardaki itiraf etme ve bu arada konu ne olursa olsun kendini sergileme arzusu öylesine bariz ki… Yanlış anlaşılmasın, itiraf konuları değil beni şaşırtan, mesleğimin gereği olarak onlardan çok ama çok daha fazlasına tanıklık ediyorum. İtiraf edebilmek, kendini bir biçimde gösterebilmek için, başka hiçbir yerde göstermediği atılganlığı ekranda sergileyebilmek için insanımızın duyduğu muazzam arzu… Ve aynı şekilde mütedeyyin program yapımcılarının ve dini sorulara cevap vermek üzere ekranda bulunan sunucu ve ilahiyatçıların bu duruma hiç tepki vermemeleri. Bu tip soru sorma biçiminin teke tek, mahremiyete dayalı bir bilgilenme değil, kamuya hatta tüm dünyaya açık bir sergileme olduğunu ve bunun sakıncalarını fark edememeleri…
Tekrar ediyorum: Mahremiyet çok önemli zira doğrudan doğruya insanın hür ve iradi bir varlık oluşunun tasdiki anlamına geliyor. Bunu idrak edemezsek, sistemin bizden istediği alabildiğine şeffaf olma talebine uyarsak, yarın özel hayat, kişi ve konut dokunulmazlığı kavramları da giderek anlam kaybına uğrayacaktır. Kamu yararının ağır bastığı haller dışında (bulaşıcı hastalık vs. gibi) mahremiyeti korumaya, kişisel sınırları ihlal etmemek için azami çaba göstermeye çalışmalıyız. Hastaların mahremiyet haklarına titizlikle riayet etmeli, hastalık bilgilerimizin ifşaatına kayıtsız kalmamalı, hukuka başvurmalıyız. Çocuklarımızı mahremiyetin önemini anlayan ve uygulayan biçimde yetiştirmeli, internette onları asla sergilememeliyiz. Sırf mahremiyeti bir direniş hattı haline getirebilmemiz halinde dahi, bizi kendilerine tabii arzu yumağı olarak gören sisteme ciddi bir darbe indirmemiz mümkün.
Yeni Şafak / Erol Göka