Bir yaşantıda ilkeler olmadığında kişiye özgü görüşlerin müstakil değerler haline geldiği dönem başlamış olur. Özellikle sosyal medya, bir anlamda kişinin kendisine yeni dünyalar inşa ettiği ve kurallarının kendisi tarafından belirlendiği bir hesap vermezlik alanıdır. Kişi, tanımadığı diğer insanlarla oldukça büyük ve kalabalık yeni bir dünya oluşturma sürecini yaşar. Sınırsız bir sergi alanı diyebileceğimiz bu yerde kişi, özelini anonime sunma çabasındadır. Bunu yaparken bir yandan görünmek sürecini heyecanlı bekleyişlerle geçirirken, diğer yandan dilsel veya eylemsel bütün yaşantısına kimsenin bir sınır koymaması gerektiğine dair mücadele vermektedir. Anonim dünyada bireycilik rüzgarı estirme uğraşı denilebilecek bu süreçte kişi, beğenildiği veya takip edildiği durumlarda yoğun ama geçici sevinçler biriktirirken; beğeniden mahrum bırakıldığında veya takipçi sayısındaki azalmayı gördüğünde ise büyük bunalımlar yaşayabilmektedir.
Özellikle burada eleştiri ve saldırılara tahammül yoktur. Sabite ve kuralların, dolayısıyla ilkelerin görmezlikten gelindiği bu yerlerde sınırsız bir ben merkezcilik vardır.
“Benim hayatım…”
“Benim yaşam tarzım…”
“Benim inancım…”
“Bana göre…”
“Bence…”
“Kime ne?…”
Kişi, kendi dünyasını kendi merkezinde kurarak başkalarının bu dünyaya müdahalesini net bir şekilde reddetmekte iken; bir taraftan da aslında kendi özeline çağırdığı yabancı dünyalara açılma söz konusudur. Beğenilme, alkışlanma ve taktir edilme kaygısı kişiyi bir çok tavizler vermeye itmekte ve sonuçta kendi özel hayatının değerlerini ve biricikliğini ilga etmeye kadar gitmektedir. Çünkü korunmayan, dahası kıymetten mahrum bırakılan ne olursa olsun bir süre sonra bize yabancılaşmaya ve bizden uzaklaşmaya başlar. İçimizdeki inşa edici dünyanın ilkesizlikle yüzleşmesi sonucu anlam erozyonuna uğramasının nedeni belki de bu kopuştur.
Yaşam serüvenindeki öznelliğimiz, zihin kodlarımızdaki dik duruşumuzu, esnek kodlara ve tavizkar eylemlere karşı korunaksız bıraktığımızda yıkılmaya maruz kalır. Buradan, insanlığa sunulacak diriltici mesajların iletimi kısır döngü ile karşı karşıya kalır. Neticede kendi dünyamızı saldırıya açık hale getirmenin vermiş olduğu yenilgiyi tatmaktan, ayağa kalkmayı ileriye erteleyen kişilikler olmaya mahkum oluruz.
Ortaya saçarak veya sergileyerek, görünür olmayı temel amaç edinmiş sosyal medyadaki duruş, ilkeler üzerine değil, bireycilik üzerine kuruludur. Yani insanın kendi sisteminin öznesi olarak kendi yaşantısına başkalarının karışması önündeki engel bizzat kendisidir. Bu dünyaya kimseyi dahil etmeme engeli, onun devasa boyuttaki fark edilme tutkusu, beğenilme arzusu ve sınırlarını kendisinin belirlediği sonsuz davranışlar boyutudur. Hem başka kimselerin kendisini eleştirmesine tahammülü yoktur hem de kendisine yapılan saldırıları “sana ne!” kılıcı ile bertaraf etmek onun temel politikasıdır. Sonuçta böyle bir anlayışın önü alınamayacak kadar sonsuzluk ve duraksızlık içerir. Çünkü bir sınır olmadığı zaman sonsuz görüş, sonsuz fikir ve sınırsız anlayış ortaya çıkar ki burada önü alınamaz derecede karmaşa hâli ortaya çıkar. Herkesin ayrı ve farklı dünyası, ortaya sınırsız hayatlar sunacağı için insanlık dünyasında ahlâkî yapı da çökmüş olur.
Sırları ifşa edilmiş bir hayatın değeri yitirilmiş olur. Tıpkı bir şehrin surlarının yıkılması gibi, bir hayatın sırları da korunmadığı zaman kişi değersizleşir. Çünkü sır sınırdır. Sınırın ihlal edilmesi saldırının başlangıcıdır. Daha da tehlikelisi, saldırı karşısında korunaklı olamama hâlidir. İnsan özgün yaşantısını koruyabildiği oranda korunmuş olur. Diğer bir deyişle, insan özgün kalabildiği ve sınırlarına anlam yükleyebildiği oranda özgürlüğünü ilan edebilmeyi de başarır. Sırlar ifşa, sınırlar ihlal edildiğinde insanın ruh evi, kimlik evi ve hayatındaki bakış açısı yıkılmaya başlar. Önü alınamaz derecedeki yapay duygu ve eylemler böylece zuhur etmeye başlar.
Muğlaklık, kirliliği doğuran etkendir. İnsanın yaşantısı programsız kaldığında en kötü fikirler bile toplumlar nezdinde canlılık kazanabilir. Bu da yeryüzünde kargaşanın başlangıcını teşkil eder. Belirsizlik ilkesizlik, ilkesizlik iyilikten soyutlanmışlıktır. İlkelerin gücüyle yükselmeyen yaşantılar, bireyin kendi isteği doğrultusunda belirlemek isteyeceği alanın önünü açar. Öteki insanlarla çıkar odaklı bir yaşamı paylaşan kişide, arzuların ve hevanın esiri olmak kaçınılmaz olur. Bu, aslında en büyük tehlikeyi meydana getirir. Zira kişi dünyadaki varlığını sınırsızlık iştahı ile sürdürme kararı aldığında, insanlık adına yaşanılması imkansız dünyaların sayısı artar.
Herkesin belirleyici olduğu bir dünyada kurallar anlamını yitirir. Derken, çok büyük kalabalıklar içerisinde aslında büyük bir taklitçilik içermesine rağmen, yabancıya kapalılık ilan edilen hayatlar vuku bulmaya başlar. Hiç kimsenin kendisi olmadığı, sürekli başkalarının hayatlarını kopyalama yoluyla evinde canlandırdığı yapay hayatlar ve ilkesiz kimlikler üremeye başlar. Bunun sonucu, hormonlu kişiliklerin hüküm sürdüğü yeni ve anlamsız hayatların ön plana çıkmasıdır. Değerlerin şöhret olmaya kurban edildiği, beğenilme arzusunun önünün alınamaz hâle geldiği kalabalıklar dünyası başını alır gider.
İnsan gündüzün içinden karanlığa sığındığı zaman kendisini dışa karşı korumaya alır. Ki gelenekselin/geçmişin dünyası böyledir. Tam anlamıyla özelin dışa ve yabancıya karşı kapatıldığı ve muhafaza edildiği dünyadır geçmiş. Ancak günümüz dünyasında karanlıktaki boğucu yalnızlık, insanın gündüzdeki açıklığa kaçışını hızlandırmış ve kendisini sergilemesinin yolunu açmıştır. İnsan artık gündüz ışığında, üstelik devasa kalabalıklarda kendi hayatını sunuma açmış ve sınırsız bir izlenme beklentisi içine girmiştir. Onun dünyasında bir taraftan son sürat gerçek hayatının yerini almaya başlayan sanal dünya varken, bir taraftan da kendisini, dahası kimliğini koruduğunu zannettiği bu gerçek yaşantısında sonsuz sayıdaki yeni yaşantıları kendisinde sergilemeye çalışma telaşı vardır. Bir taraftan gündüzün açık havasında kendisini görünür kılma amacını taşırken, bir taraftan mahremiyetine uzanan ellere karşı koyma girişimi vardır. Bakanların görmeye çalıştığı sanal agorada kişinin hem bundan büyük mutluluk elde ettiği hem de kendi yaşantısına kimseyi dahil etmediği ve dokunmaya karşı teyakkuzda olduğu bu anlayış, büyük paradokslar içeren anlayıştır.
Aslında sanal dünyaya bir anlamda çağdaş kölelik dünyası da denilebilir. Eski çağlarda köle kadınlar çabuk satılsın diye süslenir ve büyük halk meydanlarında zenginlerin onları satın alması için sergiye açılırdı. Erkeklerin ise kaslı olanları, daha kolay hizmette bulunanları daha çabuk satılırdı. Günümüzün erkekleri bedensel olarak tek şekil almak için tonlarca para harcayıp uğraşmaktadır. Şimdinin kadınları ise sanal dünyada sergiye açılan makyajlı, boyalı, açık kıyafetli haliyle köleler gibi sergileniyor. Onlara daha çok bakılması, daha fazla beğenilmesi ve onlar gibi tek düze görünümler çoğalması için mücadele veriliyor. Dergilerde, sanal dünyada ve filmlerde “örnek” prototip oluşturularak, kadınlara, kendi beğenmedikleri yaşantı ve görünümlerini adeta değiştirmeleri “emredilmektedir.” Böylece zamanla insanlar tek benlikten çoklu benliklere göç etmeye başlarken, bir süre sonra kişide savrulmalar başlar. Kendi orijinal ve mükemmelliğini terk ederek başka görünümlere koşarak gitmesi, onu kendi dünyasına yabancılaşan birey haline döndürür. Başkasında kusursuz sandığı görünümü kendisine giydirirken, kendi kendisiyle çetin bir savaş verdiğini ne yazık ki göremeyecektir. Orijinal bir kimliğin hazin sonu belki de bu şekilde başlamaktadır!
Sanal dünyada kurallar belirsiz, esnek ve oldukça akışkandır. Kuraldaki rengin belirsizliği, kişiyi daha fazla beğenilme uğruna yeni ve farklı görüntüler altında sunuma itmektedir. Görünür olmanın yanında, bu görünürlüğüne karşı kendi dokunulmaz yaşantısını bu kalabalık dünyada sürdürmek için uğraşmak, kişinin biricik meşguliyetidir. Hem var oluşunu tüm sınırları zorlayarak kanıtlama uğraşı vermek; hem de bu uğraşı noktasında kendi derununda onarılmaz acılar peyda etmek modern çıkmazdaki insanı elastik kimliğe büründürmektedir. Üstelik kalabalıklar içindeki yitik oluşuna bir de yetim ruhunu katarak dar ve derin çöküşler biriktirmekle oyalanmakta.
Sanal dünyada doğru ve hakikat arayışı neredeyse yoktur. Bunun yerine popüler olan, istek ve arzuya uyan veya ihtiyacın çıkara dayalı cevaplar bulduğu veriler veya bilgiler arayışı ön plandadır. Kişi, istediği zaman ve yerde, canının istediklerini doğru ve hakikatin içi boş kılıfıyla alabildiği için yönlendirilmesi ve sıcak ve yapay gündemlerin içine çekilmesi oldukça kolaylaşır. Genelde hakikat arayışına dönük istekler, büyük muğlaklar yığını ile karşılık bulmakta ve bu durum sanal dünyada demokratik saldırıları meşru kılar nitelik kazanmaktadır. Bu saldırılar çoğunlukla, hakikate yöneliktir. Amaç bilgiye kir katmaktır. Böylece doğruya giden yolun üzeri tozla kaybolmaya yüz tutar. Kişideki kimlik yozlaşması, hakikatin yokluğunda hızını arttırarak devam eder.
Bugünün bireyleri, meşruluğu kendisine göre şekillendiren ruh hâline sahip. Dün, ilkelere ve insanlık lehine belirlenmiş yaklaşımlar, bugünün insanı için sadece kendi görüşü çerçevesinde meşruluk kabul edilebilir durumda. Artık insan sayısınca fikir, görüş, yaklaşım ve yine insan sayısınca doğru mevcut. Ne kadar insan o kadar doğru sayısı. Herkesin kendisine göre doğrusu var. İnsanları bir sınırda bir araya getiren ilkeler, sanal dünyanın etkisiyle buharlaşıp yok olmaktadır. Sınırlayan bir ilke olmadı mı meydanları belirsizlik, belirsizliğin ardından başıboşluk kaplar. “Bana göre…”, “Benim dünyam…” anlayışları doğru ve hakikati bulmada adeta bir barikat görevi görmekte.
Oldukça geniş alan olan sanal yaşantı, insanların yabancı kişilerle kurmuş olduğu bir melez kişilikler dünyasıdır. Her şeyden önce insanların, burada canlı yaşantıyı ve gerçek duyguları metalaştırdığı ve soluksuz bakışlarla beğeni toplama yarışına girdiği bir gerçektir. Bir başka açıdan bakacak olursak, sanal dünyanın, kişinin yaşantısını, ailesini, ruh halini, ömür sürecini ve anlayışını teşhir ettiği bir dünya olduğu sonucuna ulaşırız. İnsanların giderek kalabalıklaştığı, uzaklığın yok olduğu, gerçek dünyanın soyutlandığı ve sanal yakınlığın belirgin bir şekilde hissedildiği; daha da önemlisi her şeyin müphemleştiği benlikler dünyası, tüm varlığıyla önümüzde duruyor ve “ben varım” diyor.
Netice olarak şunları ifade etmek mümkün.
-İnsan yeni bir dünyanın içinde benliğini kutsama çabası vermekte.
-Bu dünyada kesinlikten, hakikatin belirliliğinden çok, bir muğlaklık ve kişinin kendi sayısız sayıdaki hakikat ve doğrular anlayışı mevcut.
-Sanal dünyada, kimlikten ziyade çok yönlü kimlikler mevcut. Kimliklere ezberletilen zoraki gülümsemeler ve yapmacık eylemler olabildiğince ön planda.
-Sanal dünyanın kutsalla savaşı, onu inkar ile değil; ama kutsalın ve insanın doğru yönü arayışının itibar görmesini engellemeye dönük girişimi ile olmaktadır.
-Sanal dünya, kuralsız, tanrısız ve “benin keyfiyete dönük dünyası” odaklı bir anlayışın hakim olduğu, karmaşık ve doğallıktan mahrumluğun olduğu çürük binalar kenti gibidir.
Kadir Çiçek/Her Taraf
Kişinin, “Benim hayatım…”
“Benim yaşam tarzım…”
“Benim inancım…”
“Bana göre…”
“Bence…”
“Kime ne?…
Gibi anlayışa sahip olmaması için,
bilhassa Müslüman olduğunu iddia edenlerin Kur’an ı anlayarak okuyup hayat tarzlarını Kur’an eksenli hale getirmeleri gerekmektedir.
Kur’an ı anlayarak okuduğumuzda göreceğiz ki, Müslümanlık ben merkezli bir din değil, biz merkezli bir din.