1 Aralık Cumartesi günü Bangladeş’in başkenti Dakka’da İslam dünyasının nüfusça en büyük cemaati kabul edilen Tebliğ Cemaati’nin mensupları arasında kanlı çatışmalar meydana geldi. Bangladeş’te ve cemaat mensuplarının kalabalık olduğu birçok ülkede, son üç yıldır iç bölünmeler nedeniyle irili ufaklı benzer kavgalar oluyordu. Fakat ilk defa can kaybı yaşandı. Bir kişi hayatını kaybetti, 25’i ağır 200’den fazla kişi yaralandı. Çatışma cemaatin Tongi semtindeki meşhur Bişwa İçtiması’sının toplantı alanında vuku buldu. Cemaatin 1967’den beri her yıl Ocak ayında düzenlediği bu toplantıya dünyanın dört bir yanından gelen üç milyon kadar Tebliğci katılıyor ve bu, Hac ibadetinden sonra Müslümanların bir araya geldiği en kalabalık dini etkinlik olarak biliniyor.
Tebliğ faaliyetinin büyüklüğü ve tartışmalı yüzü
Tebliğ Cemaati, Hint İslam dünyasında eski usul medrese faaliyetleriyle tanınan bir buçuk asırlık Diyobendiyye teşkilatı içinden doğan bir organizasyon. Dini eğitimde medreseyi yeterli görmeyen, bir başka deyişle insanların medreseye gelmesini beklemek yerine onların bizzat ayağına İslam’ı götürmeyi hedefleyen bir Diyobend hocası olarak Mevlana İlyas Kandehlevi, Tebliğ faaliyetlerini 1926 yılında Hindistan’da başlattı. Pakistan, Bangladeş ve Hindistan’da siyasi faaliyetler içinde gördüğümüz Diyobendilerin aksine Tebliğciler siyaset yapmaya ilkesel olarak karşıydılar. Titizlikle uydukları bu kuralın bir sonucu olarak Tebliğ Cemaati mensupları, tebliğlerini gerçekleştirmek için Kuzey Kore gibi birkaç ülke dışında, dünyanın her tarafına rahatlıkla ulaşabiliyor. Hâlen 160 kadar ülkede faal olduğu bilinen cemaatin sadece Hint alt kıtasında 80 milyon kadar sempatizanının olduğu tahmin ediliyor. Bişwa İçtiması’nın yanı sıra Pakistan’daki Raiwand İçtiması’nda da 2 milyonluk bir kalabalığı senelerdir bir araya getiren Tebliğ Cemaati, bu yıl Hindistan Evrengabad’da 4 milyonluk bir içtimaı gerçekleştirmeyi başardı. Bu etkinlik, zor zamanlar geçiren cemaat için göz dolduran bir gövde gösterisiydi.
Barışçıl ve mutedil yüzüyle tanınan bir oluşum olmasına rağmen Tebliğ Cemaati, özellikle 11 Eylül sonrasında Batılı güvenlik kuruluşları tarafından izlenmeye alınmıştı. Bunun başlıca sebebi, cemaatin (Taliban benzeri örgütlerle yakın irtibat halindeki) Diyobend unsurlarıyla olan ilişkisiydi. Diyobendiler bazı dini meselelerdeki eleştirilerini mahfuz tutmakla birlikte, genel olarak Tebliğ faaliyetlerini destekliyorlar. Avrupa, Amerika ve Afrika’daki Tebliğ çalışmalarında bu yakınlık ve işbirliğini yakinen görmek mümkün. Tebliğcilerin vize sorunu yaşamadan ülkeler arası dolaşım imkanı bulmalarının, bazı uluslararası terörist unsurları bu kisveyi kullanmaya sevk ettiği düşünülüyor. Diğer taraftan, 2001’de ayakkabılarında sakladığı patlayıcılarla bir uçağı infilak ettirmeyi deneyen Richard Reid ile (Amerikalı Taliban olarak meşhur) John Walker Lindh’in, radikal gruplarla temas kurmadan önce Tebliğ Cemaati faaliyetlerinde bir süre vakit geçirmiş olmaları, bu endişelere kaynak teşkil etmişti. Ancak bu oluşum, geçmişte Afganistan, Bosna, Çeçenistan gibi alanlardaki bağımsızlık mücadelelerine bile kayıtsız kalan ve bu yüzden siyasal İslamcı yöntemleri benimseyen teşkilatlarca kıyasıya eleştirilen bir cemaattir ve bu ilkesel tavırda bugün de pek bir değişiklik gözlenmemektedir. Yazımızın başlığına yansıyan söz konusu tehlike bu konuyla ilgili olmayıp tamamıyla cemaat içi ihtilafların neticesidir.
Tebliğ Cemaati’ndeki bölünmenin nedeni
Mevlana İlyas Kandehlevi ile başlayıp oğlu Mevlana Yusuf Kandehlevi ile devam eden, ondan sonra da Mevlana İnam el-Hasan’a geçen Tebliğ emirliği, onun 1995’deki vefatı öncesinde teşkil edilen Yüksek Şura Heyeti’nin kararıyla sıradaki dördüncü bir emire tevdi edilmedi. Muhtemel bir ihtilafı önlemek kastıyla, Mevlana Yusuf’un torunu Saad Kandehlevi ve İnam el-Hasan’ın oğlu Zübeyir el-Hasan Şura Heyeti’nin kararı ve nezaretiyle beraberce Tebliğ çalışmalarının riyasetini üstlendiler. 19 yıl süren bu iki başlı liderlik belli ölçülerde bir rekabeti özünde taşıyor olsa da cemaat bu durumu kanıksamış, ciddi sorunlarla karşılaşılmadan 2015’e kadar gelinmişti. Mevlana Zübeyir el-Hasan’ın 2014’deki vefatıyla birlikte, Mevlana Saad’ın artık tek başına liderliği gündeme gelince, uzun süredir hasıraltı edilen iç sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı.
Hindistan Delhi’deki Nizamüddin Merkez Tebliğ Cemaati’nin küresel idare merkezidir. Pakistan Raiwand kasabasındaki külliye ise muhalif grubun merkezi haline gelmişti. Yirmi yıl önceki 13 kişilik ilk şuranın mütevellisinden Mevlana Saad’la beraber hayatta kalan tek kişi olan Hacı Abdülvehhab, bulunduğu Raiwand’da Yüksek Şura Heyeti’ni yeniden tesis etmek için harekete geçti. Hindistan, Pakistan ve Bangladeşlilerden müteşekkil 11 mütevelliyi tayin etmek suretiyle, 20 Kasım 2015’de Âlemî Şura (Dünya Şurası) adıyla yeni bir heyeti hayata geçirdi. 13 kişilik bu yeni heyetin, cemaatin tekrar üst karar mercii olması amaçlanmıştı. Heyetin bir üyesi olan Mevlana Saad’ın, fiili olarak 20 yıldır yürüttüğü emirlik yetkilerini bu yeni durumda Âlemî Şura’ya geri vermesi bekleniyordu.
Mevlana Saad’ın tek başına emirliğini önlemeye matuf bu adım, Nizamüddin Merkez’deki dengeleri altüst etti. Yeni şura heyetinde olup da Nizamüddin’de kalan Raiwand yanlısı üyeleri buradan çıkartmaya kalkışan Mevlana Saad, kendisine karşı başlatılmış tasfiye planını böylelikle bozmaya çalıştı. Fakat bunu bir darbe girişimi olarak anlayan Raiwand grubu bu oldubittiyi kabul etmedi. 2016 Haziran ayında Nizamüddin Merkez ciddi bir çatışmanın mahalli oldu. İki grubun öldürücü silahlarla birbirine saldırdığı olay, emniyet birimlerince güçlükle önlendi. Yaralı 15 Tebliğci hastaneye kaldırıldı. Nizamüddin’de artık duramayacaklarını anlayan Raiwand Merkez taraftarı Hindistanlı yöneticiler, güneydeki Bhopal şehrine geçerek oradaki külliyeyi kendilerine merkez edindiler.
Diyobend’in devreye girmesi dengeleri değiştirdi
Eğer Diyobend uleması bu gelişmelere müdahil olmasaydı, olaylar bugüne muhtemelen bu denli büyüyerek gelmezdi. Şüphesiz Diyobend ile Tebliğ Cemaati arasında organik bir teşkilat bağı bulunmuyor. Ancak Tebliğ hareketi 90 yıl önce Diyobend’in kucağında doğdu. Davet yöntemleri farklılaşsa da iki cemaatin fıkıh ve tasavvufa dayanan gelenekçi refleksleri birbirine çok benziyor. Tebliğciler Diyobend’i (tabir yerindeyse) tebliğ faaliyetini arkasına alıp çeken bir lokomotif olarak görüyorlar. Hint Diyobend cemaatinin genel merkezi olan Dârü’l-Ulûm, Tebliğ Cemaati’nin bu iç çekişmesinde tarafsız kalmaya çalıştı. Ama anlıaşılıyor ki Mevlana Saad’ın Şura Heyeti’ni dikkate almayan tek emirlik niyeti Diyobend’de kabul görmemişti. Bu rahatsızlık, zaman zaman gayri resmi biçimlerde, fıkhi nitelikli bazı ikazlar eşliğinde belli edilmişti; fakat bunun ötesine o güne kadar geçilmemişti.
Nizamüddin Merkez’deki iç darbenin ardından, Diyobend’in uyarı tonu da bir hayli yükseldi. Tehlikeyi sezen Mevlana Saad, yaptığı bazı yanlış ve hatalardan rücu ettiğine dair 30 Kasım 2016 tarihinde Diyobend’e bir mektup göndermek zorunda kaldı. Ancak Diyobend Dârü’l-Ulûm’u, zaten geç kalmış olan bu açıklamayı tatmin edici bulmadı. Tam bir hafta sonra, “Mevlana Saad’ın İslami açıdan sapkın bir şahsiyet” olduğuna dair, ulemadan aldığı ortak imzalı fetvayı resmi yayın organında yayımladı. Buna göre, Saad’ın bazı fikirleri Kur’an, Sünnet ve icmaya, ayrıca Tebliğ hareketinin Üç Ekâbir (Üç Büyük) denilen ilk liderlerinin yoluna aykırı düşmekteydi. Bazı peygamber ve sahabiler hakkında saygısız ifadeler kullanmaktaydı. Bazı fetvaları kabul edilebilir değildi. Mesela kameralı cep telefonu taşıyan birinin namazının bozulacağına veya telefondan Kur’an dinlemenin caiz olmayacağına dair fetvaları bunlardandı. Maaş karşılığında Kur’an öğretmeyi haram sayması da genel kabullere aykırıydı.
Öte yandan Mevlana Saad sadece tebliğ çalışmalarına değer atfediyor, diğer dini faaliyetleri önemsiz, hatta gereksiz görüyordu. Tövbenin bilinen üç şartına ilave olarak “hurûcu”, yani tebliğ için yolculuğa çıkmayı şart koşmasını ulemanın kabul etmesi mümkün değildi. Kendi emirliğini tanımayanları cehennem azabıyla korkutması ise tam anlamıyla aşırılıktı. Onun emirliği döneminde başlayan bir uygulama olarak kadınların -yanlarında mahremleri bile olsa- tebliğ seyahatlerine katılmaları İslam geleneğinde eşi olmayan bir uygulamaydı ve bu yüzden bidat sayılmalıydı.
Bu uzun fetva, Mevlana Saad’ın emirliğindeki bir cemaate Diyobend’in artık sahip çıkmayacağının, bilakis karşısında yer alacağının bir ilanıydı. Fetvada, böylesi bir reddetme ilanının yapılmaması halinde liderlikten kaynaklanan yanlışların koca bir cemaate sirayet edebileceği ifade ediliyor, bunun sorumluluğunun ağır olduğu belirtiliyordu. Bu fetva aynı zamanda Diyobend’in, Nizamüddin Merkez karşısında Raiwand Merkez’i desteklediğine de zımnen işaret ediyordu. Diyobend’in 2017 Ağustos ayındaki beyanında ise Tebliğ faaliyetlerinin kendilerine bağlı medreselerde yasaklandığı ilan edildi. Bu karar, hoca ve talebe arasında bölünmeden mütevellit çıkması muhtemel gerginlik ve kavgaların önlenmesine matuf olarak alınmıştı. Cemaatteki ayrılık bitene kadar bu yasağın uygulanacağı, uymayanlara disiplin kovuşturması açılacağı da ayrıca duyuruldu.
Bölünme diğer ülkelere de sıçrıyor ve çatışmalar yayılıyor
Diyobend’in bu müdahalesi, öyle görünüyor ki Raiwand grubunu cesaretlendirdi. Dünyanın birçok yerindeki Tebliğ merkezleri, mütevellilerinin tercihine göre saflarını belirlemeye çoktan başlamışlardı. Fakat tercihlerini güç dengelerinin eşitliği nedeniyle yapamayan merkezlerde, daha önce ikinci planda kalmış olan Raiwand grubunun harekete, Nizamüddin Merkez’in de müdafaaya geçmesiyle, çeşitli boyutlarda çatışmalar meydana geldi. Tebliğ’in kuvvetli olduğu Güney Afrika’da ve ABD’nin bazı eyaletlerinde, hukuki karşılığı olan hadiseler meydana geldi. Ayrılıkçı grupların merkez ve cami yönetimlerini ele geçirmek için imam ve müezzinlere rüşvet teklif ettikleri iddia edildi.
Hint ülkeleri haricinde cemaatin en kalabalık ve etkin olduğu yer olarak bilinen İngiltere’deki gerilim düşecek gibi görünmüyor. 2017 Aralık ayında Tebliğ’in Londra’daki karargahı olan Mescid-i İlyas’ın hakimiyeti için çıkan kavgalar tam 13 kere polisin müdahalesine sebep oldu. Olaylar Raiwand Merkez’in imza toplamak için iki temsilcisini İngiltere’ye göndermesiyle başlamıştı. Tansiyonun düşmesi için iki hafta kapalı kalan camide, ibadetin tekrar başlamasıyla vakit namazlarının iki ayrı imamın arkasında iki ayrı cemaatle kılındığı haber veriliyor. Bölünmenin etnik boyutuna da dikkat çeken gözlemciler, İngiltere’de yaşayan Pakistan ve Gucuratlı Tebliğcilerin Raiwand’daki Âlemî Şura’ya taraf olduklarını, Bangladeş kökenlilerin ise Nizamüddin Merkez’e sadık kaldıklarını ifade ediyorlar. Tebliğ’in uzun yıllardır Kuzey Avrupa’da merkezi olan Dewsbury’deki yönetimi devralamayan Raiwand Merkez taraftarlarının, yine bir Kuzey Britanya kenti olan Blackburn’de kendi merkezlerini kurdukları biliniyor.
Bangladeş’teki çatışmalar can alıyor
Söz konusu bölünmenin en şiddetli görüntüleri Bangladeş’ten geliyor. Geçen yıl Kasım ayında başlayan sokak gösterileri ve çatışmalar, ülkedeki genel güvenliği tehdit edecek bir hal aldı. Geçen yıl Kasım ayında Diyobend’in Bangladeş’teki izdüşümü sayılan Kavmi Medrese’nin Raiwand Merkez lehine devreye girmesi, mevcut çatışmayı şiddet boyutuna taşıdı. Kavmi Medrese’nin aksiyoner uzantısı olan bir örgüt olarak Hefacet-i İslam, Nizamüddin Merkez’in ülkedeki faaliyetlerine adeta savaş açtı. Ülkedeki 25 bin kadar medreseden kaynaklanan gücü ve özgüveniyle Tebliğ’in ana merkezi olarak kullanılan Kakrail camiini teslim alan Hefacet-i İslam, iki ay sonraki Bişwa İçtiması’na katılmak için Bangladeş’e gelen Mevlana Saad’a zor günler yaşattı. Dakka havaalanında uzun süre mahsur kalan Mevlana Saad, aşırı güvenlik tedbirleri eşliğinde şehre girmeye muvaffak olsa da Bişwa İçtiması’na katılamadan Hindistan’a geri dönmek zorunda kaldı. Hükümetin arabuluculuk çabaları da işe yaramadı. Şehir birkaç gününü karışıklık içinde geçirdi. Tebliğciliğin en önemli ritüeli sayılan Âhir-i Münacaat’ı da icra edememesi Mevlana Saad için büyük itibar kaybıydı. İçtimaların sonunda milyonların iştirakiyle yapılan bu uzun dua, Kakrail camiinin Raiwand Merkez taraftarı imamı Mevlana Cübeyr tarafından icra edildi.
Ölümle sonuçlanan bu yılki olayları geçen yıl olanların devamı olarak değerlendirebiliriz. Nizamüddin Merkez yanlısı Tebliğciler Başbakan Şeyh Hasina’ya kadar çıktılar ve 2019’un Ocak ayında 54.’sü gerçekleşecek Bişwa İçtiması’nın eskiden olduğu gibi icrası için hükümetin yardımını talep ettiler. Fakat 1 Aralık’taki kanlı çatışmaların akabinde İçtima’nın süresiz ertelendiği ilan edildi. Bu kararın 30 Aralık’ta yapılacak genel seçimlerin güvenliği açısından alındığı bildirildi. Kakrail camiinin yanı sıra Tongi’deki içtima alanını da eli sopalı medreseliler sayesinde elinde tutan Raiwand Merkez, şimdilik mücadeleyi kazanmış görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki Mevlana Saad bu yıl da Bangladeş’te boy gösteremeyecek. Üç milyon insanı toplayan içtimaın iptali ise tüm Tebliğcileri ve bundan ticari gelir elde eden Bangladeşlileri üzecek. Öldürülen 70 yaşındaki Tebliğci bir Nizamüddin Merkez taraftarıydı. Bu hadisenin bir kan davası olarak algılanması muhtemel ve bu durum diğer ülkelerdeki toplu faaliyetler açısından yakın vadede emniyet sorunları doğurabilir.
Tebliğ’in düşüşü ne anlama geliyor?
Tebliğ, cemaate mensubiyeti resmi kayıtlara geçirmeyen bir organizasyon. Ancak cemaat faaliyetlerine bir şekilde temas eden sempatizan sayısının rahatlıkla 100 milyonu geçtiği tahmin ediliyor. Bu rakam büyük ölçekteki bir İslam ülkesinin nüfusuna eşit. Böylesine geniş bir kitleye hitap etme kapasitesine sahip bir oluşum olarak Tebliğ Cemaati, tecrübe ettiği bu bölünmenin ağır krizini yaşıyor. Nizamüddin ve Raiwand gruplarının ikisine de mesafe koyan bazı merkezlerin, üçüncü bir yol olarak uzlaştırma girişimleri, şimdilik küçük çabalarla sınırlı kalıyor. Tebliğ aktiviteleri üzerinden oluşan yüz milyonlarca dolarlık bir finansal dolaşım da bu süreçte tabii ki hesaba katılıyor ve cemaatin küresel ekonomisinde ciddi bir daralmanın olacağı öngörülüyor. Seyahat masraflarını kendi ceplerinden karşılayıp vakitlerinin önemli bir kısmını tümüyle gönüllülük esasına dayalı olarak tebliğ çalışmalarına vakfeden, aralarında Türkiyelilerin de bulunduğu milyonlarca insan fazlasıyla üzgün ve umutsuz.
Tebliğ Cemaati’ni şimdiye kadar çekici kılan husus, siyasi hedeflerden uzak samimi bir dini gayretin vasıtası olmasıydı. Beş kişilik küçük bir mahalli tebliğ faaliyetinde bile içlerinden bir emir seçmek suretiyle her adımlarını istişareyle atmayı kural haline getiren cemaatin nasıl bu hale düştüğünü açıklamak gerçekten zor. İkrâm-ı Müslim (Müslümana iyilik ve ikramda bulunmak) kavramını tebliğin mecburi altı prensibinden biri kabul eden Tebliğcilerin, nasıl olup da bıçak ve sopalarla birbirlerine saldırdıklarının teolojik ve etik izahının yapılması gerekiyor. Bangladeş’teki son olaylar ise, başta kalabalık Güney Asya ülkelerinde olmak üzere, tüm dünyadaki Tebliğ faaliyetlerindeki büyük güvenlik riskini tüm boyutlarıyla ortaya seriyor.
Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara
[Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesidir]
AA