Oryantalizm ve oksidentalizm dünyayı algılama, anlama, açıklama ve tanımlamada iki farklı bakış açısıdır. Temel olarak oryantalizm Batı’nın Doğu algısı, oksidentalizm Doğu’nun Batı algısıdır. Karşılıklı bu algılama sadece bir düşünceden/tasavvurdan ibaret olmayıp, eylemi de beraberinde getirir. Batı’nın, zayıf ve kendini yönetemeyen Doğu algısı işgal ve sömürüyle sonuçlanırken; Doğu’nun, güçlü ve disiplinli Batı algısı efendiye itaate sebep olur. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Doğu kendi gücünü keşfetmeye başlarken, bu değişim oryantalizmden yüzyıllar sonra oksidentalizmin ortaya çıkış zeminini hazırlar. Batı, sömürgeciliğinin keşif kolu olan oryantalizm vasıtasıyla elde ettiği bilgi ile Doğu üzerinde iktidarını kurar. 20. yüzyılda fiziksel işgal yerini zihinsel işgale bırakırken, iktidar da farklı bir boyuta taşınır. Oksidentalizm, Batı’nın bu iktidarını yıkma, Doğu üzerindeki hegemonyasını ortadan kaldırma girişimidir. Bu anlamda, Oksidentalizm bir özgürleşme hareketidir. Konu hakkında önemli çalışmalardan birini kaleme alan Abdullah Metin’le kitabı üzerinden oksidentalizmi konuştuk.
OKSİDENTALİZMLE İLGİLİ TANIMLAMALAR
Asım Öz: Oksidentalizm nedir? Sizin Oksidentalizm konusuna ilgi duymanız nasıl oldu?
Abdullah Metin: Oksidentalizm, en kaba tabiriyle oryantalizmin tersidir. Nasıl ki Oryantalizm Batı’nın Doğu üzerine düşüncelerinden ve araştırmalarından müteşekkil ise Oksidentalizm de Doğu’nun Batı üzerine düşünceleri ve araştırmalarından müteşekkildir. Bununla birlikte Oksidentalizm’in tanımı üzerinde şimdilik bir ittifak da yok. Gerçi zaten bir husus üzerinde ittifak olmadığı için tanıma ihtiyaç duyulur ama Oksidentalizmle ilgili tanımlamalar arasında bir benzerlik de yok. Doğu’dan ve Batı’dan bazı isimler Oksidentalizm’i ‘nasıl daha iyi modern olunur, Batı’nın yani Occident’in değerleri nasıl geliştirilebilir’ sorusunun cevabını arayan bir disiplin olarak tanımlarken, Avishai Margalit ve Ian Buruma ikilisi Oksidentalizm’i Batı değerlerine karşı düşmanca, yıkıcı bir tavırla özdeşleştirirler ve Batı’ya karşı nefretin bir yansıması olarak görürler. Kitabımızda konu ettiğimiz Oksidentalizm ise sayın Hasan Hanefi’nin tanımladığı Oksidentalizm’dir. Hanefi kısaca şunu söyler: Batı’nın Doğu’yu inceleme hakkı varsa, Doğu’nun da Batı’yı inceleme hakkı vardır. Batı’nın Oryantalizm ile elde ettiği bilgiyi Doğu üzerinde tahakküm kurma ve sömürü için kullandığını da göz önünde bulundurursak Oksidentalizm bir nefsi müdafa ve tahakkümden kurtulma yani özgürleşme hareketi haline gelir. Biz bu üç yaklaşımdan Hanefi’nin tanımını esas aldık.
Oksidentalizme ilgi duyma meselesine gelince, daha önce oryantalizm üzerine bir çalışma yapmıştım ve Edward Said beni fazlasıyla etkilemişti. Said, Oryantalizm isimli kitabında Oryantalizmi deşifre eder ve Doğu diye bir kategorinin olmadığından ve Doğu’nun Batı tarafından Doğululaştırıldığından bahseder. Bu düşünce hep aklımın bir yerinde duruyordu. 2008 yılında bir muhabbet ortamında Mehmet Doğan ağabeyimiz Oryantalizmin yıkıcılığından bahsettikten sonra ‘neden bizde de Oksidentalizm yok’ şeklinde bir cümle sarf etmişti. Oksidentalizm kavramını ilk ondan duydum ve bende merak uyandırdı. Nihayetinde o merak bu kitabı doğurdu.
Kitabınızın alt başlığı “İki Doğu İki Batı”. Neden?
Edward Said haklı olarak Doğu ve Batı’nın üretilmiş kategoriler olduğunu söylese de, kabul etmek gerekir ki bu kategorilerin içeriğini dolduracak yeterlikte malzeme var. Bu malzeme olmasa Doğu Doğuluğunu, Batı da Batılığını kabul etmezdi. Tabi ki kendini ötekine karşı konumlandırma gayreti de bu kategorilerin derinleştirilmesinde ve içselleştirilmesinde etkili olmuştur ve son dönemlerdeki Kuzey-Güney kategorizasyonuna rağmen Doğu-Batı kategorizasyonu popülerliğini ve geçerliliğini korumaktadır. Bununla birlikte Doğu’nun kendi gerçekliğiyle Bat’nın gözündeki Doğu aynı değildir. Batı’nın kendi gerçekliğiyle Doğu’nun gözündeki Batı da aynı değildir. Her iki tarafta da var olan diğerini ötekileştirme olgusu ve bu ötekileştirme sürecinde ortaya çıkan ön yargılar birisi gerçek diğeri de hayal ya da kurgu olarak iki Doğu’nun ve iki Batı’nın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu yüzden kitabımıza böyle bir alt başlık seçtik.
OKSİDENTALİZME BİR TARİH BELİRLEMEK
Hasan Hanefi Oksidentalizm için yeni bir ilim değildir diyor. Katılıyor musunuz?
Oksidentalizme bir tarih belirlemek gerçekten çok zor. Antik Yunan’ın Doğu-Batı kategorisi içerisindeki yerinin ne olduğu tartışmasını bir kenara bırakırsak Batı’nın tarihi ve kimliği ayan beyan ortada. Ama Doğu çok muğlak çünkü Batı tek bir medeniyet iken Doğu bir kaç medeniyeti içeriyor. Böyle olunca her medeniyetin Batı ile temasa geçme tarihi ve bu temasın yoğunluğu çok farklı. Dolayısıyla aslında tek bir Oksidentalizm yok, Oksidentalizmler var. Diğer yandan, Oksidentalizmin tek bir boyutu da yok; düşünce tarzı, karşı söylem ve ilmi boyutu var. Bir de her medeniyet için bu boyutlardan her birinin tarihini göz önüne alırsak Oksidentalizmin ondan fazla başlangıç tarihi ortaya çıkar. Kendi medeniyetimiz açısından baktığımızda Batı’yı öğrenme ve anlama çalışmalarının ilmi örneklerini geçmişte görüyoruz ama bu örnekler genelde bireysel çabaların ürünüdür. Yani Oksidentalizm yeni bir ilim değildir ama bir disiplin haline gelmesi yenidir.
Abdullah Metin
Oryantalizm bölümünde Avrupa merkezcilik ve ötekileştirme üzerinde duruyorsunuz. Avrupa merkezcilikle ötekileştirme arasında nasıl bir ilişki var.
Avrupa merkezcilik ve ötekileştirme paralellik arz eder. Avrupa önce ötekileştirdi, Doğu’yu işaretledi ve ben bu değilim dedi. Kendisi ‘Batı’ olmadan önce ‘Doğu olmayan’ idi. Doğu’yu ötekileştirdikçe kendisini merkeze almaya başladı, kendisini merkeze aldıkça da merkezin dışındakiler doğal olarak dışlandı ve ötekileştirildi. Yani iki olgu birbirinin tetikleyicisidir.
Oksidentalizm kültürel ve zihinsel emperyalizmin aşılması sürecinde ne tür katkılar sunabilir?
Oksidentalizm her ne kadar Batı’yı incelemeyi temel alsa da, kanaatimce, öncelikle Doğu’nun kendisini tanımasıyla işe başlaması gerekir. Çünkü oryantalizmin arkasında yükselen bir medeniyet vardı. Oksidentalizm ise sırtını yaslayacak bir medeniyet bulmakta zorlanıyor. Batı’ya karşı kendi medeniyetimize dair söyleyecek söz bulmakta zorlanırken, söylediğimiz sözler de tarihin tozlu sayfalarında kalmış sözler iken ve aşağı yukarı 16. yüzyıldan beri üretmeyi bırakmış bir medeniyet iken kalkıp da Batı’yı araştırmak, onu anlamaya çalışmak ve neticesinde ona karşı bir pozisyon alabilmek çok da mümkün görünmüyor. Geçmişi evin bir odası gibi düşünmek lazım, uğrayıp bilgi edinebileceğin, motive olabileceğin bir oda. Ama biz geçmişi evimiz gibi görüyoruz, hep o odada yaşıyoruz, sürekli onunla övünüyoruz, bir türlü oradan çıkamıyoruz. İşin ilginç yanı çıkamadığımız o odayı da yeterince tanımıyoruz. Davetsiz bir misafir geliyor, odada bazı eşyaların yerlerini değiştiriyor, bazılarını alıp götürüyor, sonra o odaya dair bir şeyler yazıyor ve sürekli içinde yaşadığımız odanın nasıl bir şey olduğunu o davetsiz misafirin kaleminden öğreniyoruz. Sonra içimizden birileri davetsiz misafirin söylemine bir karşı söylemle cevap veriyor “hayır biz böyle değiliz” diyor, bazılarımız da “bak biz böyleymişiz” diyerek yazılanları kabul ediyor. Neticede kendimizi tanımıyoruz, kendimizi tanımadığımız için de üretemiyoruz. Üretemedikçe de üretenlere bağımlı kalıyoruz. Daryuş Şayegan’ın “Yaralı Bilinç” kitabında belirttiği üzere Doğu toplumları iki paradigmayı aynı anda yaşamaya çalışıyor; (teoride) kendi kültürleri, medeniyetleri, tarihleriyle, (pratikte) ise tüm dünyaya yayılmış olan Batı medeniyetinin maddi ve manevi ürünleriyle yaşıyorlar. Bir araf durumundayız, ne geçmişimizi inkar edebiliyor ve ondan kopabiliyoruz ne de Batı’ya tamamen ilhak olabiliyoruz. Bu araf durumundan kurtulabilmek için öncelikle kendimizi tanımalı, sonra kendimizi tanımanın ve bir medeniyete yaslanabilmenin verdiği güvenle Batı’yı araştırmalı, bu ikisinden elde ettiğimiz bilgiyi sentezleyerek üretmeliyiz. Sonuçta Batı’nın yaptığı şey de bir yerde budur; Doğu’dan elde ettiği bilgiyi kendi bilgisiyle sentezlemek ve üretmek. Buradaki sentez ikisinin ortası bir şey elde etmek demek değildir. Batı’nın ürettikleri kendisine benzemiştir, bizim ürettiklerimiz de bize benzeyecektir. Küreselleşme olgusunun bu kadar derinden hissedildiği bir çağda pür, etkileşimsiz bir gelişim zaten mümkün değildir. Oksidentalizmin amacı tüm bu farkındalıkları yaratmaktır. Ama farkındalık yaratmak ‘eylemlerimin farkında olayım ama yaptıklarımı yapmaya da devam edeyim” anlamına da gelmemelidir. Kendimi tanıyayım, eylemlerimin farkında olayım ve üreteyim anlamına gelmelidir. Kültürel ve zihinsel işgalden kurtulmanın yolu Batı’yı her şeyiyle reddedip kaçmak değildir, oradan kaçtığımız zaman sığınacak bir limanımızın olması gerekir; bu da ancak değer üretimiyle başarılabilir.
OKSİDENTALİZMİN İLMİ BOYUTU
Oksidentalizmin düşünme tarzı, bilim ve karşı söylem olarak üç boyutu olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu yönlerden bilimin öne çıkarılması gerektiğini de ekliyorsunuz. Niçin?
Düşünme tarzı boyutunu ön yargılar sarmıştır. Hepimizin zihninde bir Batı ve Batılı imajı var. Sıradan bir Doğulunun gözünde Batı; maddi zenginliğin ama manevi sefaletin diyarıdır. Batılı insan disiplinli, kaliteli iş yapan ama değerden, maneviyattan yoksun kişidir. İlginç bir şekilde Doğulu insan, ‘Doğuluların duygusal, Batılıların rasyonel’ olduğu şeklindeki Batılı tasavvuru kabullenmiştir. Bunu yaparken de bir yandan kendi sahip olduğu maneviyatın Batılının maddiyatından üstün olduğunu vurgular ama bir yandan da onun maddiyatına öykünür. Sonuçta bu kurgusal, ön yargılarla, ön kabullerle dolu boyut bize bir şey katmaz. Karşı söylem ise bir söylemin etkisi altında gelişir ve ‘ben’i korumaya yöneliktir. Bunu yaparken de mecburen ötekileştirir ve oryantalizmin Doğu’yu Doğululaştırması gibi Oksidentalist karşı söylem de Batıyı Batılılaştırır. Amacımız kendimizi tanımanın ve gerçekleştirmenin yanında Batı’ya da bir şeyler aktarabilmekse, iki dünya arasındaki ayrımı onaylayan ve derinleştiren bu boyut da amacımıza istediğimiz şekilde hizmet etmeyecektir. Oksidentalizmin ilmi boyutu hem kendimizi hem de Batı’yı kurgusallıktan uzak bir şekilde tanımamızı sağlayacak, bunun neticesinde medeniyetsel üretimimizin alt yapısını hazırlayacaktır. Ayrıca, kendisi dışında bir gözün kendisini objektif bir şekilde tanıma çabası sonrası ortaya çıkacak bilgi, Batı’nın da faydasına olacaktır. Batı’nın buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Oksidentalizm oryantalizmle paralel mi?
Tarihsel olarak bir paralellik yok. Bir disiplin haline gelme açısından bakarsak arada en az 400 yıllık bir süre var. Kurumsallaşma açısından bakarsak bu süre daha da uzayacak gibi görünüyor. Yöntem açısından bakıldığında da bir paralellik görünmüyor. Oryantalizm’de Batı Doğu’yu ontolojik olarak ötekileştirir. Yani Doğu’nun Doğuluktan kurtulma ihtimali yoktur, çünkü Doğu Doğuluğundan kurtulduğunda ortada Batı diye bir şey de kalmayacaktır. Avrupa merkezci anlayış bunu kabul edemez. Oksidentalizm Batı’yı ontolojik olarak ötekileştirmez çünkü varlığını Batı kategorisinin varlığına borçlu değildir. Belki vasıfsal olarak bir ötekileştirme olabilir ama vasıflar değiştiği anda ötekileştirme de ortadan kalkacaktır. Son olarak amaçlar açısından baktığımızda yine paralellik göremiyoruz. Batı Doğu’ya bilgi-iktidar ilişkisi çerçevesinde bakar. Doğu’dan elde ettiği bilgiyi onun üzerinde tahakküm kurmak için kullanır. Oysa Oksidentalizm elde ettiği bilgiyi kendisini Batı tahakkümünden kurtarmak, medeniyetini geliştirmek ve Batı’yı eleştirmek için kullanır.
İSLAMCILIK VE OKSİDENTALİZM
Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub tarafından ortaya konulan eleştiriler Oksidentalizme dahil edilebilir mi?
Tabiki. Onların çalışmalarını ve İslam dünyasındaki benzeri çalışmaları fazlasıyla önemsiyorum. Hasan El Benna ve Seyyid Kutub, ikisi de Batı’yı tanıyan isimler. Batı’ya dair bilgileri düşünce boyutunda, yani kurgusal, önyargılarla dolu değil. Hasan El Benna İhvan’ı kurmadan önce Batı’daki toplumsal hareketleri araştırmış birisi. Seyyid Kutub da bizzat Amerika’da yaşamış, ciddi gözlemlerde bulunmuştur. İkisinin de takdir edilecek yönü apolojetik yani salt savunmacı bir üslup kullanmamış olmalarıdır. Batı’nın övündüğü şeyler aslında İslam’ın özünde var anlayışında değiller. Abduh’ta bu biraz var. Bunu yaptığınız zaman karşı söylem boyutunda kalıyorsunuz. Oysa Benna ve Kutub söylem inşa eden kişilerdir. Zaten kitapta vurguladığımız şey de bu; Batı’nın söylemine cevap vermeyi bir kenara bırakıp, Batı’yı tetkik etmek ve söylem inşa etmek.
Yine çalışmanızda adı geçen Ali Şeriati’nin Batı düşüncesi ile ilişkileri çerçevesinde oksidentalizm içerisinde anılması mümkün mü?
Ben Şeriati’yi de söylem inşacıları kategorisinde değerlendiriyorum. Benna ve Kutub’tan farkı Batı üzerine araştırmalarının derinliğidir. Gerçekten de Batı’yı ideolojik ve sosyolojik olarak çok iyi tahlil etmiş, bunu yaparken de karşı söylem boyutuna düşmemiş ve tahlillerinin neticilerini kendi söylemini oluşturmada kullanabilmiştir. Özellikle “Medeniyet ve Modernizm” kitabı Oksidentalizm okumalarının baş ucu kitaplarından birisidir.
OKSİDENTALİZM İLMİNE GİRİŞ
Kitabınıza takdim yazan Hasan Hanefi’nin bu alandaki çalışmalarının değeri nedir? Ona ‘tersinden oryantalizm’ ifadesi çerçevesinde yöneltilen eleştiriler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sayın Hasan Hanefi 1992 yılında yazmış olduğu Oksidentalizm İlmine Giriş isimli kitabıyla Oksidentalizm konusuna en ciddi katkıyı yapan isimdir. İlmi bir disiplin olarak Oksidentalizmin kurucusu da diyebiliriz. 1995-1996lı yıllarda, başlığında Oksidentalizm ismini taşıyan bir iki kitap ve makale yayınlanmış ama Hanefi’nin kitabından haberdar olup olmadıklarını bilmiyorum. Muhtemelen haberdar değiller, çünkü Hanefi’nin eserine herhangi bir atıf yok. Eserin dilinin Arapça olmasının da bunda etkisi olabilir. Bu arada belirteyim, Hanefi’nin eseri henüz Arapça’dan başka bir dile çevrilmedi, bunun önemli bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğimiz yazarlar Hanefi’nin eserinden haberdar olsalar bile hiçbirisi Oksidentalizmi Doğu’nun belli bir amaca binaen Batı’yı incelemesi, yani özgürleşme hareketi olarak okumuyor. Oksidentalizmi nasıl okuduklarına biraz önce kısaca değinmiştik. Bildiğimiz kadarıyla Hanefi’nin eserine katkı maiyetinde bir çalışma yapılmadı. Bu kitapla birlikte biz bir nebze de olsa katkı sağlamaya çalıştık. Bahsettiğiniz gibi Hanefi’nin eseri eleştiriyle karşılandı, ama bu eleştiriler katkı sağlayıcı değil yıkıcı eleştirilerdi. En önemli eleştiri noktalarından birisi de Oksidentalizmin bir tersinden oryantalizm olduğu noktasındadır. Bu görüşte olanlar Oksidentalizmin, Oryantalizmin ürettiği Doğu-Batı ikilemini devam ettirdiğini, onun yöntemlerini kullandığını dolayısıyla oryantalizmin amaçlarına hizmet ettiğini düşünüyorlar. Mesela sayın Yusuf Kaplan bir yazısında “Oksidentalizm projesini Müslümanlar geliştiremezler, çünkü Müslümanlar yalan söyleyemezler, hayali düşman icat edemezler” diyor. Oysa, yalan söylemek, hayali düşman icat etmek zorunda değiliz. Bunları yaparsak bu Oksidentalizm olmaz, tersinden oryantalizm olur. Konuşmamızın başında Oksidentalizm, kabaca oryantalizmin tersidir demiştik. Kabaca dememizin sebebi tam da bu; yani Oksidentalizm amacıyla, yöntemiyle oryantalizmin aynısı; fakat tek farkı Doğu’dan Batı’ya yöneltilmiş olması değildir. Amacı vardır, yöntemi vardır ama bunlar oryantalizminkinden farklıdır. Zihnindeki Oksidentalizm tanımının ne olduğunu bilmiyorum ama Edward Said de bu konudaki çekincesini dile getirerek, Oryantalizme verilecek cevabın Oksidentalizm olmaması gerektiğini söyler. Muhtemelen onun çekincesi de tersinden oryantalizm tuzağına düşme tehlikesiydi. Oksidentalizmin tersinden oryantalizm olup olmaması onun nasıl tanımladığınızla ilgilidir. Doğu’nun kendisini tanımasını, Batı’yı tahlil etmesini ve bu ikisinden edindiği bilgiyi medeniyetini geliştirmek için kullanmasını içeren bir Oksidentalizm, tersinden oryantalizm olmayacaktır.
Hasan Hanefi ile bu konular çerçevesinde tartışmalarınız oldu mu hiç?
Sayın Hanefi ile bir sempozyum için İstanbul’a geldiğinde görüşmüştük ama bu kısa bir görüşme oldu. Bu kısa görüşmede çalışmamdan bahsettim ama mütalaa imkanı olmadı. Bu konuda çalışmaya devam etmek istiyorum, belki kendileriyle birlikte çalışma imkanı da bulabilirim.
OKSİDENTALİZM KONUSUNDA CİDDİ ÖNYARGILAR VAR
Ian Buruma ile Avishai Margalit ikilisinin yazmış oldukları ve Türkçeye Garbiyatçılık olarak tercüme edilen kitabın tezlerini nasıl yorumluyorsunuz?
İlmilikten uzak bir kitap. Oksidentalizm konusunda ciddi önyargıları var. Zaten kitabın alt başlığı “Düşmanlarının Gözünde Batı”. Başka bir baskısında da “Batı Karşıtlığının Kısa Tarihi” olarak geçiyor. Kitap, oryantalizmin ben ve öteki şeklindeki bakış açısını çok iyi yansıtıyor. Batı’nın Doğu’yla askeri temasının da etkisiyle, öteki, düşman olarak nitelenmiş. Onların gözünde Batının değerlerini, düşüncelerini, yaşamını onaylamayan herkes Oksidentalist. Tabi en büyük Oksidentalist de Usame bin Ladin. Mesela ilginçtir, Batı’yı dışlayan Seyyid Kutub oksidentalist olarak nitelenirken, Batı’ya sözde daha ılımlı bakan Muhammed İkbal Batı eleştirmenidir. Oksidentalistler; bizi onaylamayanlar, onaylamanın da ötesinde bize kin ve nefret duyan insanlardır şeklinde bir anlayışları var. Hanefi’nin çalışmasından haberdar olup olmadıklarını bilmiyorum ama Oksidentalizmin ilmi bir disiplin olabileceğini tahayyül etmiyorlar ya da etmek istemiyorlar.
Onların İslamcılık ve Nazilik arasında kurdukları bağ hangi öncüllerinden hareket edilerek kurulmaktadır?
Buruma ve Margalit’e göre Batının değerlerine, özellikle de Aydınlanma’ya, endüstrileşmeye, demokrasiye, sekülarizme, rasyonalizme ve bireyselciliğe karşı olan herkes onların deyimiyle oksidentalisttir, yani Batı düşmanıdır. İslami hareketler ve Müslüman düşünürler bu anlamda zaten baştan mahkum edilmiştir çünkü Batı’nın söyleminin yerine kendi söylemlerini geçirmeye çalışıyorlar. Onlara göre Nazizm de kahramanlığı ön plana çıkarmasıyla, Aydınlanma düşüncesine karşıtlığıyla, kentsel değil kırsal yerleşimi esas almasıyla, liberal ekonomiyi değil devlet kapitalizmini, bireyselciliği değil toplumsalcılığı, demokrasiyi değil totalitarizmi yeğlemesiyle ve kendi ırkını üstün tutmasıyla Batı’nın değerlerine savaş açmıştır. O halde en zehirli oksidentalist öğretinin sahibi Vahabiler ile Naziler arasında fark yoktur. Bakış açıları bu.
OKSİDENTALİZMİ İNŞA EDERKEN
Hanefi’nin yaklaşımları dışında genel olarak oksidentalizmi eleştiren yorumular hangi konular üzerinde duruyorlar?
En önemli eleştiri Oksidentalizmi inşa ederken tersinden oryantalizm tuzağına düşüldüğü yönündedir. Buna biraz önce değinmiştik. Bunun dışında Oksidentalizmin Batı’yı ötekileştirdiği, ötekileştirirken onu statik ve homojen olarak gördüğü gibi eleştiriler de gelmektedir. Ama burada şuna dikkat çekmek lazım: henüz Oksidentalizm diye bir disiplin yok, yeni yeni oluşuyor, bu oluşumun tamamlanması uzun yıllar alacaktır, belki de sahipsiz kalıp oluşamayacaktır da. Hal bu iken Oksidentalizmin metodolojik problemlerinden bahsetmek de anlamlı görünmüyor. Bu alandaki çalışmalar arttıkça ya da var olan çalışmalar bu alan içerisine dahil edildikçe metodolojik problemler halledilecektir. Şu an Oksidentalizmi eleştirenler ya Hasan Hanefi’nin düşünceleri üzerinden ya da kendi yaptıkları tanımlamalar üzerinden eleştiri yapıyorlar. Bu kitapla birlikte, bir bakıma, Oksidentalizmi eleştirenlere daha somut bir malzeme de sunmuş oluyoruz.
Sizin önerdiğiniz Oksidentalizmde öne çıkan noktalar nelerdir?
Öncelikle Oksidentalizmin görevinin sadece Batı’yı araştırmak değil, kendimizi de araştırmak olduğunu söylüyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi sağlam bir temele yaslanmadığı müddetçe Oksidentalizm ayakta kalamayacak, tersinden oryantalizm olmaktan ileri gidemeyecektir. Sayın İlber Ortaylı’nın haklı bir serzenişi vardır; Batı ile kurduğumuz onca yoğun ilişkiye rağmen Rusya Türklerinin ünlü bir Slavist, Almanya’daki Türklerin ünlü bir Germanist, Farisilerin ünlü bir Yunan tarihçisi ya da Arapların ünlü bir İtalya tarihçisi çıkartamadığından yakınır. Ama bunlar bir yana, ünlü Türk bir Türkolog ya da ünlü Müslüman bir İslam tarihçisi çıkarmakta zorlanıyoruz. Diğer bir nokta, Oksidentalizmin ötekileştirmemesi gerekliliğinden bahsediyoruz. Düşünsel ve karşı söylem boyutunda ötekileştirme mutlaka olacaktır, bunun önüne geçilemez ama ilmi bir disiplin olarak Oksidentalizm ötekileştirmeyecektir. Ötekileştirmeyeceği için yalan söylemesine, hayali imajlar üretmesine de gerek kalmayacaktır. Başka bir nokta, Batıyı tümüyle reddetmiyor, onu bilgi kaynağı olarak görüyoruz çünkü insanlığın ortak düşünsel ve pratik bir mirası vardır ve tüm insanlık bu mirasa eşit derecede varistir. Batı Doğu’nun mirasını reddetmiş olsaydı bugünkü Batı olamazdı. Kendi mirasımız ve Batı’dan öğrendiklerimizi sentezleyip bize benzeyen bir üretim sürecine girmemiz gerektiğini söylüyoruz.
HASAN HANEFİ VE OKSİDENTALİZM
Kitabınızda değinmiyorsunuz fakat Hasan Hanefi’nin özellikle Kuran vahyi konusundaki yaklaşımları önemli oranda Batılı izler taşıyor. Bu çerçevede onun oksidentalizminin temel konularında sıkıntılar var diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Hanefi’nin eseri üzerine Arap düşünürlerin eleştirilerini derleyip toparlayan Yudian Wahyudi de Hasan Hanefi’yi, İslami kavramları kullanmak yerine Batı kökenli kavramları kullanarak oryantalist bir tavırla İslam’a yukarıdan bakmakla itham ediyor. En basitinden İslami sol tabirini kullanması bile, her ne kadar burada sol kavramını ideolojik anlamıyla kullanmasa da İslami kesimin tepkisini çekiyor. Hanefi’nin Kuran vahyi konusundaki yaklaşımını ise tam anlamıyla bilmediğim için onun oksidentalizminde ne tür sıkıntılara yol açmış olabileceğini şu an yorumlayamıyorum.
Batıya dönük akademik çalışmalardan hangi noktalarda ayrılıyor oksidentazlizm?
Batı’ya dönük akademik çalışmaların çok büyük bir kısmı Batı’daki bilgiyi ithal etmeye yönelik. Tercüme eserlerin de telif eserlerin de çoğu bu şekilde. Bir de apolojetik üslupla kaleme alınan çalışmalar var; aslında biz de sizin gibiyiz, sizin değerlerinizle bizim değerlerimiz çatışmıyor, demeye getiriyorlar. Oksidentalist çalışmalar Batı’daki bilgiyi ithal etmez, tahlil eder. Bunu da belli bir amaç doğrultusunda yapar. Konuşmamızın başından beri vurguladığımız üzere, Oksidentalizm çalışmalarından elde edilen bilgi, Batı’nın tahakkümünden kurtulmamıza ve medeniyet üretimimize katkı yaptığı sürece değerlidir. Yoksa Batı’yı övme veya kendimizi ona kabul ettirme derdinde değiliz.
BATININ DIŞINDA BİR GÖZ
Batılıların Batı üzerine yaptıkları çalışmalar Oksidentalizm kapsamına girmez diyorsunuz. Niçin?
Bu tamamen bizim Oksidentalizmi tanımlama şeklimizle alakalı. Biz Oksidentalizmi; Batı dışındaki medeniyetlerin kendilerini tanıma ve Batı’nın zihinsel ve kültürel tahakkümünden kurtulma girişimi olarak tanımlıyoruz. Batılıların Batı üzerine yaptıkları çalışmalar kendi medeniyetini tanımlama veya tahlil amacı güder ki bunu yapanlar duruma göre eleştirmen ya da aydın olarak adlandırılırlar. Oksidentalizm, Batı’nın dışında bir gözün Batı’yı araştırmasıdır. Bu yüzden Batı medeniyeti içerisinde yetişmiş, Batılı kavramları kullanan ve Oksidentalizmin gütmüş olduğu amacı kendisine amaç edinmeyen çalışmaları bu kategoride değerlendirmiyoruz.
Peki Oksidentalizm tartışmalarında gündeme gelen medeniyet kavramı neleri içeriyor?
Biz Oksidentalizmin öncelikle medeniyetler üzerinden yürütülebileceğini söylüyoruz. Çünkü Doğu-Batı ikileminin Batı’sı tek bir medeniyete, Doğu’su ise birkaç medeniyete tekabül eder. Batı bu medeniyetleri ötekileştirmiş ve tahakküm altına almıştır. Dolayısıyla medeniyetler özgürleşmek için Oksidentalizme ihtiyaç duyarlar. Ama burada şunu da vurgulamak gerekiyor. Oksidentalizm muhtemelen bir medeniyetin kolektif bir çabası olmayacaktır. Çünkü karşımızda bir ulus devlet gerçeği var ve çok az düşünür ya da hareket milli sınırların dışına taşabilme özelliği gösterebiliyor. Devletler bunu hiç başaramıyor zaten. O halde oksidentalist çalışmaların medeniyete referans veren ama milli karakterli hareketler olması beklenebilir. Tabi burada milliyetçiliği kastetmiyorum, milli sınırlar bağlamında hareket etmeyi kastediyorum. Medeniyetler dışında, Oksidentalizm ideolojik olarak da düşünülebilir. Sonuçta medeniyet soyut bir kavram ve medeniyete sınır çizmek kolay değil. Milli sınırlar daha belirgin ama bu sınırlar içerisinde herkes aynı şekilde yaşayıp aynı şekilde düşünmüyor. Bir ideoloji gerçeği var, yani aidiyetler çoğu zaman ideolojiler üzerinden ifade ediliyor. İdeolojilerin kökeni Batı olduğuna göre, bu ideolojilerin mümessillerinin şunu düşünmesi lazım: düşüncemizin Batı’da ortaya çıkış süreci ve uygulama alanı, yöntemi vs. ile ülkemizdeki koşullar aynı mı? Bu ideolojiyi nasıl millileştirebiliriz ya da yerelleştirebiliriz sorusunu sorduğunuz an bir yerde Oksidentalizme kayıyorsunuz. Mesela bir Sol Oksidentalizm neden olmasın. Bu alanlarda yapılacak olan çalışmalar da Oksidentalizm kapsamında değerlendirilebilir.
OKSİDENTALİZM ENSTİTÜLERİ
Oksidentalizmin kurumsallaşma imkanı var mı?
Oksidentalizmin kurumsallaşması konusunda akla ilk gelen, Oksidentalizm Enstitüleri kurulmasıdır. Ama belli bir amaca matuf olmadığı müddetçe bu enstitüler faydalı olmayacaktır. Onun için Oksidentalizmin amaçlarının bu enstitüler tarafından benimsenmiş olması lazım. Burada çok önemli bir husus var; Oryantalizm basit bir kurumsallaşmadan ziyade tüzel bir kurum haline gelmişti. Filologlarıyla, ressamlarıyla, yazarlarıyla, şairleriyle, filozoflarıyla, akademisyenleriyle, tacirleriyle, din ve devlet adamlarıyla külli bir şekilde Doğu’ya yönelik aşağı yukarı ortak bir bakış açısı vardı. Edward Said Oryantalizm kitabında bu durumu gerçekten çok güzel analiz ediyor. Bir de dönüp ülkemize bakalım. Devlet adamları, sivil toplum kuruluşları Batılılaşma, üretici kesim kapitalistleşme, halk modernleşme peşinde, üniversiteler Batı’ya öykünmekle meşgul. Hal böyleyken Oksidentalizm Enstitülerini kim kuracak, kime kurduracak! Şu ortamda kurulacak olan enstitüler bizim tarif ettiğimiz anlamda bir Oksidentalizmin değil, ‘nasıl daha iyi modern olunur’un cevabını arayan enstitüler olurlar. Yani bu zihniyet değişmediği müddetçe kurumsallaşma ihtimali zor görünüyor. Zihniyet dönüşümü de bireysel çabalarla mümkün görünüyor ki, bu çabalar zaten yüzyıllardır devam ediyor. En azından bu bireysel çabalar kolektif bir çabaya dönüştürülebilir.
SOSYAL BİLİMLERDEKİ AVRUPA-MERKEZCİ HEGEMONYA
Oksidentalizme yapılacak en büyük katkının sosyal bilimlerdeki Avrupa-merkezci hegemonyayı kaldırmak olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu konuda neler yapılabilir?
Maalesef en büyük problemimiz bu. Hatta zihinsel ve kültürel sömürünün meşrulaştırıldığı en önemli alanın bu olduğunu söyleyebiliriz. Bize hep bilimin tarafsız olduğu söylenmiştir ve söylenilmeye de devam etmektedir ama bu büyük bir yanılsama. Oryantalizmin yoğun olarak hüküm sürdüğü zamanlarda henüz sosyal bilimler bu kadar gelişip çeşitlenmemişti. Sosyal bilimler geliştikten sonra Oryantalizm bu alanı çok iyi kullandı. Aydınlanma filozoflarının ilerlemeci tarih anlayışı sosyal bilimlerde devam ettirildi. Geleneksel ile modern ayrımı yapıldı ve burada geleneksel ilkel ile özdeşleştirildi. Ali Şeriati’nin de belirttiği üzere 19. yüzyılda Afrikalı insan birdenbire yamyam olarak damgalandı. Bu ayrımlar bilim kılıfında sunuldu ve Batı dışındaki halklara ilkel, geleneksel düzeyde kalmamaları için Batı’yı takip ve taklit etmeleri salık verildi. Tabi bu düşünceleri ülkelerine taşıyabilecek bir kesim olması gerekiyor ki, bu iş için en uygun kimseler aydınlar ve akademisyenlerdir. Dün sömürgecilerin ağızlarından dinlenilince itici gelen ifadeler, bugün sözde aydınların dillerinden dökülünce kabul görmektedir. Bilim bu anlamda sihirli bir değnek gibi; her kapıyı açıyor, her muhalif sesi susturuyor. Başına geleneksel ibaresi getirilen her şey baştan mahkum ediliyor; geleneksel tıp, geleneksel üretim yöntemleri vs. Tabi bu şekilde modern olana yani Batı’ya bağımlılık sağlanıyor. Sosyal bilimler de Avrupa merkezci anlayışa ve ötekileştirmeye hizmet ediyor. Burada ik türlü bir sıkıntı var. Birincisi Batılı sosyal bilimlerin mutlak doğru kabul edilmesi. İkincisi, Doğu toplumlarının bu bilimlerin teori ve kavramlarıyla açıklanmaya çalışılması. Mesela Engels tarihi sınıf çatışmalarının tarihi olarak nitelendiriyor ve iktisadi sınıfların olmadığı kapitalist Batı dışındaki tüm halkları tarihin dışına itiyor. Toplumu Marksist terminolojiyle açıklamaya ve değiştirmeye çalışanlar bakıyorlar ki kendi ülkelerinde bir proleterya sınıfı yok, teoriye göre illa ki olması lazım deyip üretmeye kalkışıyorlar. Mesela antropolojiye bakalım, ırkları görürüz. Avrupa beyaz ırk olarak tasnif edilir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde Batı’nın dışında kalmamak adına beyaz ırk olduğumuzu ispatlama gayretine giriştik çünkü bilim böyle bir tasnif yapmıştı. İktisada bakalım. Tüm iktisat kitapları ‘kaynaklar kıt, ihtiyaçlar sonsuzdur’ şeklinde başlar. Ne hikmetse kıt kaynaklar binlerce yıldır bitmiyor ve hatta her gün yeni kaynaklar keşfediliyor. İnsan ihtiyaçlarının sonsuz olmadığını da biliyoruz. Ama kaynaklar kıt, ihtiyaçlar sonsuzdur düsturunu kabul ettiğiniz an kıt kaynaklar üzerinde hakimiyet kurma savaşını yani Batı’nın sömürgeciliğini meşrulaştırmış oluyorsunuz. Yine iktisatta karşılaştırmalı üstünlükler teorisi vardır; bu teoriye göre her ülke diğer ülkeye göre üstün olduğu malı üretir, yani Türkiye çilek üretsin Amerika çelik üretsin. İki malın değişim değerini bir kıyaslayalım bakalım! Sonra mesela siyaset biliminde, en iyi yönetim şekli liberal demokrasi olarak sunulur. Çünkü her ülkede kapalı yönetimlerin yıkılıp ülke ekonomisinin küresel sermayeye açılması lazım. Mesela tarihte, tarih çağlarına bakınız, Batı dışında tüm dünya yaşamadığı bir Orta Çağı tarihin çağları arasında kabul etmektedir. Mesela sosyolojide toplumları açıklayan teoriler vardır ve sosyologlar kendi toplumlarını bu teorilerinden birisiyle açıklamaya çalışır, açıklayamıyorsa kusuru teoride değil kendi toplumunda arar, çünkü bilim yanılmaz. Konuyla ilgili farklı bilim dallarından yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Üniversitelerde bu alanlardaki tüm ders kitaplarımız ya yabancı dilden tercümedir ya da içerik aynıdır ama üzerinde bizden birinin ismi vardır. Felsefe hep aynıdır, değişmez. Pozitivist anlayışın dışında bir yaklaşım getirmeye çalışanlar aforoz edilir. Bu bilim anlayışı kendi değerlerimizden ve ön kabullerimizden hareketle teori geliştirmeye ve kendi kavramlarımızı kullanmaya izin vermemektedir. Bu yüzden sosyal bilimlerdeki bilim anlayışının değiştirilmesi ve Avrupa merkezci hegemonyanın kırılması gerekmektedir ki Oksidentalizm temelinde yapılacak çalışmalara zemin hazırlanabilsin.
Söyleşi için teşekkür ederim
Ben teşekkür ederim.
Abdullah Metin, Oksidentalizm İki Doğu İki Batı, Açılım Kitap, 2013.