Yaklaşık iki yıldır tüm dünyada kısıtlanan toplumsal hayat bizleri bir anlamda eve mahkum etti. Ev hayatı ise, menfi veya müspet anlamda her insana farklı yansıdı. Fakat psikolojik ve fiziksel anlamda çoğunluğun faydadan çok zarar gördüğü de bir gerçek. Bu arada pandemi ile beraber hayatımıza bazı kavram ve kelimeler girdi. Kovıd -19, korona, pandemi, aşı, maske, mesafe ve aşının birçok detayı. Tüm dünyanın üzerine bir kâbus gibi çöken/çökertilen bu salgın ne yazık ki birçok ülkede ekonomik ve siyasi değişimin de fitilini ateşledi. Fakat ne garip ki hakikat yine içimizden çok az insan tarafından görülebildi. Her zaman olduğu gibi toplum yine çoğunluk refleksine tabi oldu: “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar…” (En’am:116). Oysa niceliğin hakikat karşısında bir şey ifade etmediğini ve sürü psikolojisinden kurtulmamız gerektiğini Kur’an bize defalarca hatırlatmaktadır. Demek ki bende Müslümanlardanım diyen her mümine düşen görev çoğunluğa uymak değil, tek başına da kalsa hakkın/hakikatin yanında olup nebilerin sünnetini devam ettirmek olmalı.
Yukarıdaki kısa girişten sonra biz asıl konumuz olan İKLİM değişikliği ve ona bağlı olarak insana emanet edilen ve bir gün mülkün gerçek varisi tarafından geri alınacak olan yerkürenin kullanımına dönelim. Ve bu geri alınacak olan yerkürenin nimetlerini kullanımdaki sorumsuz, vurdumduymaz, ihanetimize kısaca bir göz atalım. Neden ihanetimiz diyoruz? Çünkü görünen köy kılavuz istemez misali her birimizin (tüm insanlık) küçük veya büyük çapta arzın kötü kullanılmasına ve kirlenmesine katkıda bulunduğu inkar edilemez bir gerçek.
Burada haklı olarak pandemi ile çevre kirliliği veya iklim değişikliğinin ne alakası var diye bir itiraz, eleştiri getirilebilir. Doğrudur doğrudan organik bir bağ olmayabilir. Fakat yakından bakınca iklim değişikliği ve pandemi’nin ve hatta yoksul ülkelerde açlıktan ölen çocukların dahi gerek ideolojik anlamda, gerek ulusları yönetme/yönlendirme anlamında, gerekse haber değeri açısından ciddi bir bağlantısının olduğu görülecektir. Çünkü kuklacılar aynı güçlerdir. Bu anlamda dikkat çekmek istediğimiz asıl nokta iklim değişikliği, pandemi, doğal afetler ve çevre konusunda güç odaklarının ne kadar ahlaksız, ikiyüzlü ve oportünist davrandığıdır. Yani bizim anlamamız gereken şu; ölmemiz ve yaşamamız ne hikmetse aynı odakları kaygılandırıyor. İlk bakışta bu oldukça karmaşık ve garip bir durum gözükebilir, ama olayların arka planına biraz göz atınca kendilerini arzın idarecisi veya ilahı gibi gören bu güç odakları bizi öldürmek ve yaşatmak konusunda Allah’ı hesaba katmazlar. Onların tek derdi kendilerine dünyada bir cennet inşa etmek ve ölümsüzleşmek. Dolayısı ile her alanda onlar yetki sahibidir. (Bu konularda haklarını teslim etmek lazım, A. Dilipak ve M. Gültekin çok sayıda makale yayınladı).
Salgının başladığı günden bu yana her türlü haberleşme ağını kullanarak her gün milyonlarca defa insanlığa söylenen söz nedir? Eğer kısa yoldan cevap verirsek KOVİD-19, AŞI ve EKONOMİ olacaktır. Bu arada tüm insanlık bu salgınla yüzleşti/yüzleştirildi, dolayısı ile insanın buna yakinen inanması için tıpkı sel felaketi gibi iletişim afetine maruz kalması gerekiyordu ve öyle de oldu. Demek ki, inanmanın/inandırmanın yolu sürekli ve bıkıp usanmadan hatırlatmak ve tekrarlamaktan geçiyor. Sonuçta muhatabınız insan, yapılan bunca haberden ve manipülasyondan etkilenmemesi imkansız. Hani bizde bir atasözü var bir adama kırk gün ne (deli) dersen o olur. Yapılan da bu idi, insan psikolojisi üzerinde uyandırılan ölüm korkusu hedefine ulaşmıştı. Dijital anlamda adeta küçük bir köye dönüşen dünyada yapılan her haberin, projenin (fitnenin) akamete uğramaması için tüm ulusların buna inanması/inandırılması gerekiyordu. Normal hayatlarında adeta kandan/ölümden beslenen bir takım güç odakları nedense pandemi’den dolayı insanların ölmesini istemiyordu.
Sözüm ona tam da burada kendini medeni sanan gelişmiş ülkelere sormak lazım, evrenin helakine sebep olacağı bilindiği halde atmosfere salınan bunca gaz ve kimyasal mı öldürücü yoksa kovid-19’mu? Veya BM’nin sadece rakamsal verilerle haber yaptığı milyonlarca mazlum Afrikalı çocuğun açlıktan ölümü/öldürülmesi mi? Hangisi daha yakıcı/yıkıcı ve öldürücü diye vicdan sahibi herkese sormak lazım. Ama kıyamet senaryoları anlatarak ve yeni şeytani planlarla yılda bir kez yapmacık olarak uluslararası kongrelerde, konferanslarda kendi ellerinizle ürettiğiniz pislikleri (zararlı gazları) dillendirmek ve Allah’ın arzını kurtaracağınıza imzalar atmak/attırmak ve buna tüm insanların inanmasını beklemek ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Allah ne diyor: “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara:205)
Ekini ve nesli bozmaktan bir an geri durmayan tüm dünya zalimleri neden her gün tekrar ve tekrar insanlara şunu hatırlatmazlar? Ey insanlar! Allah’ın arzına saygısızlık etmeyin. Bizim için sayısız nimetin yaratıldığı denizlere ve evimiz olan arza saygısızlık edip kirletmeyin ve bile bile kendi neslinizi öldürmeyin. İçtiğiniz (haramı) alkol şişelerini ve plastik maddeleri Allah’ın arzına atarak insanlığın yegane terbiyecisi olan rabbinize karşı terbiyesizlik etmeyin. Bu uyarılar asla yapılmaz, çünkü işin içinde bu pislikleri üreten ve kullanıma sokan ve tüm dünyaya yayan odakların rant kavgası vardır. İkiyüzlülük vardır. “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” (Bakara:11). Ama bu iyi giyimli, iyi bakımlı semiz görünümlü ve etkileyici konuşma sanatına sahip tipler düşmanların en yamanıdır. “İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır.” (Bakara:204)
Noksansız ve kusursuz insana teslim edilen evren ve arz ne yazık ki insanlığın esfel-i safilini tarafından mahremine el uzatılmış ve hırpalanmıştır. “O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk: 3-4).
Allah’ın yaratmasında hiçbir uyumsuzluğun olmadığı ve tek kelimeyle her şeyin yerli yerince yaratıldığını ve sanatsal değerinin tek kelimeyle mükemmel olduğunu aklıselim olan her insan bilir. Fakat kâinatta, adeta uyumsuzluk arayan şeytani gözlerin Allah’ın arzını kirlettikleri gibi tüm evreni ve gezegenleri de bilim adına fütursuzca kirletmişlerdir. Basireti körelmemiş her insan zaten biliyor ki, dünyaya yön veren güçlerin iklim değişikliği konusundaki tutarsızlıkları her alanda bütün çıplaklığıyla ortadadır ve tek kelimeyle insanlar aldatılmaktadır. Bir tarafta çok kazanma uğruna her türlü tekniği/teknolojiyi/kimyasalı üretip ekonomi adına piyasaya süreceksin ve hatta insanları öldürmek için laboratuarda virüs üreteceksin ardından da insanlığın kurtuluş reçetesini sen yazacaksın. Bu ne yaman bir çelişki, bu nasıl bir aldatmaca. İnsanlar ölmesin diye aşı üretenlerin yaptığı tek iş zaten insan öldürmek. Ölüm kusan silahları/bombaları üretmekten asla vazgeçmeyen emperyalist, kapitalist Allahsız bir zihniyet nasıl olur da insanın ölmesini istemez?
Gerçekten sizler samimi iseniz ve insanların helak olmasını istemiyorsanız en başta aşıya gösterilen hassasiyetten çok daha fazlasını ortak evimiz olan Allah’ın arzına göstermelisiniz ve insanlığın zararına olan tüm üretimlerden vazgeçmelisiniz ki iklim değişikliği ile alakalı kaygıları ve samimiyeti görebilelim. Fakat görünen o ki bizim dediğimiz anlamda bir kaygı ve çalışma asla olmayacak, çünkü küfrün fıtratına temiz kalmak yaraşmaz ve onun hayat felsefesine aykırı düşer. İklim değişikliğiyle mücadele ediyor görüntüsü veren güç odaklarının perde arkasında nasıl bir tuzaklarının olduğunu hep beraber görüyoruz ve daha da göreceğiz. Nasıl ki Tövbe suresinde rabbimiz Allah’ın mescitlerini Allah’a ve ahiret gününe inanan müminler onarabilir diyorsa yeryüzü mescidini de ancak müminler onarabilir. Dolayısı ile hak ve batıl her zaman kendi asli yapısına uygun hareket eder. Demek ki aşıyı insanlara dayatanların çıkarı ile insanları savaşlarda ve yapay gıdalarla öldüren insanlar aynı genetiğe sahip.
Diğer taraftan insan sormadan edemiyor, neden Müslümanların yaşadıkları coğrafyalar aynı, hatta daha fazla kirlilikle gündeme geliyor? Demek ki biz Müslümanlar da özünden kopmuş, ar damarı çatlamış ve ahlaktan soyutlanmış vaziyetteyiz. Sadece dilimizle güya dua ederiz. Oysa dua bir eylemdir ve eylemsiz duanın bir karşılığı yoktur. Yaşadıkları ortamı adeta çöp yığını haline getiren biz müminler emanetin ne olduğunu düşünmeden/akletmeden vefasızlık etmekteyiz. Bu duyarsızlık ve vefasızlık yüzünden rabbimiz kendi ürettiğimiz pislikleri üzerimize yağdırıyor sanki: “Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.” (Yunus:100). Bugün utancımızdan başımızı kaldırıp yeryüzüne bakamayacak kadar kötü durumdayız. Utanmayanlar ise zaten aşırılıkta sınır tanımayan zavallılardır.
İnsanı ve hayvanı ile yeryüzünü asli hüviyetine kavuşturmak istiyorsak yapılması gereken şey sadece yasa çıkarmak değil insanı asli yapısına döndürebilmek. Bunun için ise merkeze Kur’an alınmalı ve insanlar vahyin eğitimine tabi tutulmalı, ki yalnızca Allah’ın hükmü ile hükmedilsin. Ve insan Kur’an ahlakı ile yeniden inşa olsun. Ümitlerimiz ancak o zaman tekrar yeşerecek. Yakup’u (as) hatırlarsak: ‘Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (etraflı bir araştırma yapıp) bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.’ (Yusuf: 87). Allah’ın vahyinden başka bize bir ümit veren zaten yok. Onun için yeryüzünün geleceğine dair Allah’tan asla ümit kesemeyiz.
Sokaktaki insanlardan öylesi var ki tabiatı kirletmenin bir vebal bir günah olduğunu bile bilmiyor. Bundan dolayı öğüdün faydalı olacağına inanıyoruz. Verilen öğüdün bir faydası olmasa bile, biz bu uğurda canımız pahasına gayretimizi ortaya koyar sonucu Allah’ın belirlemesini bekleriz. Her an teyakkuzda olmak zorundayız çünkü doğru bilgi ve bilginin kaynağı noktasında da çok ciddi bilgi kirliliği yaşayan insan, Allah’ın arzı konusunda da yeterli donanıma ve bilince sahip değil. Günlük yaşamında çok basit İslami kurallara hassasiyet gösteren Müslümanlar bile arzı kullanma noktasında büyük haramlara imza atabilmektedir. Bunun için diyoruz ki evreni ve arzı gerçek sahibi olan Allah’a defosuz teslim etmek istiyorsak bize düşen şov yapmak değil bizzat fail olup fiil işlememiz gerekiyor. Diğer bir tabirle ikiyüzlü bir yaklaşımdan özellikle Müslümanların kaçınması gerekiyor ki, Allah katında ortaya bir şahitlik koyup ahdimize sadık kalalım.
Sonuç olarak tekrarlarsak insanlığın asıl kurtuluşu pandemi ile mücadele değil, (burada maksadımız var olan hastalığı yok saymak değil asıl meseleye dikkat çekmek) gerçekten atmosferin fıtratını bozan ve iklim değişikliğine sebep olan bunca gaz ve zararlı maddelerle mücadele edilmesi gerekiyor. Bir tarafta harıl harıl üretimini yapıp tüketimini de insanlara reklam aracılığı ile teşvik eden küresel emperyalist sistem, iklim değişikliği konusunda ciddi olabilir mi sizce? Birileri tabi ki olayı manipüle edip algılarımızla oynamaktan geri durmuyor. Mesela yeri gelmişken tekrar hatırlayalım, büyükbaş hayvanların çıkardığı metan gazının küresel ısınmada ciddi etkisinin olduğu sürekli dillendiriliyor. Neymiş bir inek günde ortalama 150-200 litre arasında atmosfere gaz salıyormuş. İddia sahipleri küresel ısınmanın da pandemi’nin de arkasında olan aynı kişiler. İşin acı tarafı bizim mahalleden bazı basiretsiz Müslümanların da buna inanıyor olması. Biz Müslümanlar resmin tamamına bakmayı bir türlü beceremiyoruz nedense! İnsanlığın sonunu hazırlamaya çalışan ve yapay et üretimini tüm dünyaya yaymaya çalışan şer odaklarının kurduğu tuzaklar artık hiç olmazsa Müslümanlar tarafından görülmeli değil mi? Hayvanlar ve insanlar Nuh’un (as) gemisine beraber bindirildi hem de alemlerin rabbi Allah tarafından. Dolayısı ile biz onların etinden, sütünden ve dışkısından devamlı faydalanmışız ve onlarsız hayat düşünemeyiz.
Bu adamların gerçekten yeryüzünü imar etme ve bundan dolayı hesaba çekilme diye bir kaygıları yok ve olamaz da. Bu kaygı ancak İslam’a gönülden boyun eğmiş iman sahipleri için geçerlidir. Müslümanlar buna gerçekten inanmalı ve bu uğurda hiç usanmadan yorulmadan İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali gayret sarf etmeli. Yine İbrahim (as) gibi tek başına bir ümmet olarak bu mücadeleye katılmalı.
Bugün sağlık sektöründe yaşananları bizzat gözlerimizle görüyoruz. Ortaçağ deyince burun kıvıran, kibirli, batılı sömürgeciler şunu unutmasınlar ki o gün tıptaki tüm gelişmeler sırf insan içindi. Ama bugün insan tıbba kurban edildi ve sağlık merkezleri adeta fabrikaya dönüştürüldü ve gelir getiren kurumlar olarak kapitalizmin hizmetine sunuldu. Bunun en son örneği bir Alman firması olan Biontech hiçbir ahlaki kaygı gütmeden 2021 yılının ilk yarısındaki kar oranını tüm dünyaya duyurdu. Demek ki aşının apar topar kullanıma sokulmasının gerçek nedeni ekonomikmiş. Peki! Bu kadar zamanda küresel ısınma ve çevre felaketi için bu adamlar laf üretmekten başka ne yaptılar? Yapılan şey sadece cambazlık. Fakat işin en acı yönü yapılan bu cambazlığa bir çift sözü dahi olmayan ve sadece seyretmekle yetinen yığınlar. Selam ve dua ile.
Allah razı olsun. Esasında mele takımının bu iklim değişikliği ile mücadele adı altında ülkede imzalatilan Paris İklim sözleşmesi ve Türkiye in böyle bir korkutma planının ilk imzacisi olarak çevre şehircilik ve iklim değişikliği bakanlığına dönüşmesini…..v.s. de ele almanı bekledim yazının başlangıcında Ahmet abi… ama duruş bozukluğu olarak kesinlikle güzel bir yazı. Teşekkür ederiz.