Kendilerine davet edenlerin davetlerini kabul etmeyiniz. Allah ve Resulüne çağıranlardan olduğunuz gibi başkalarını da Allah ve Resulüne çağırır gördüğünüz takdirde dinleyiniz. Ne güzeldir böyle davranmak. Bilsin müslümanım diyenler ki dinlenecek, icabet edilecek tek çağrı ALLAH ve RESULÜ’ne yapılan çağrıdır. Kiminle karşılaşırsanız karşılaşınız mutlaka aynı şeyi güzel bir üslûb ile yapınız. Göreceksiniz en çok rağbet görecek çağrının da sahibi olacaksınız.
Müslümanım diyenlerin isabet edecekleri davet elbette ALLAH ve RESULÜ’ne olandır. Anlayamamaktan, idrak edememekten dolayı ters karşılanmalarınız için sabırlı olunuz, siz anlayışlı olarak davranınız. Allah size ecir verecektir. Diğer yandan ise anlattığınız fakat anlamakta güçlük çekenlerin de sabrınızın sonucunda daha anlayışlı hâle geldiklerini göreceksiniz. Bu konuda nasıl davranacağınızı tayin etmek göründüğü veya sanıldığı kadar zor değildir. Şöyle düşününüz. Ben, muhatabımın bugünkü halinde iken (belki birkaç yıl önceki halinizi düşününüz) bana doğruları anlatan biri sabırsız olsa idi, ilk anlatışında ben anlamamış olduğumdan veya ters cevaplar vermemden ötürü beni kınasa, aşağılasa, yukarıdan baksa, küçük görse idi ben ne yapardım? Böyle davranan birini dinler mi idim? Hayır! dinlemezdim. Öyle ise en azından kendime yapılmasını istemediğim şeyi ben de başkalarına yapmayayım diye düşünerek de olsa nasıl davranacağınızı çıkarmak çok güç olmasa gerek. Gerçekten sizin veya benim bazı doğruları başkalarından birkaç ay, birkaç yıl, hatta birkaç on yıl önce öğrenmiş olmamız onlara üstünlük taslama imtiyazı değil, belki (mutlaka anlamında) onlara karşı daha da sorumlu olmamız sonucunu doğurmuyor mu?
Yine meselâ iki kişiden biri bir başkasının evinin yandığını bilse, diğeri de bilmese.. Bunlardan hangisinin evi yananı haberdâr etme sorumluluğu vardır? Elbette ki bilenin değil mi? O halde siz veya biz, yani müslümanım diyenler, İslâmi doğrulardan haberdâr olanlar bilmeli ve unutmamalıyız ki sorumluluk taşımaktayız. Sorumluluğumuz Allah’a karşıdır. Sorumluluğumuzu yerine getirmemiz halinde Allah katında ECİR alacak, getirmememiz halinde ise hesaba çekilecek ve elim bir azaba uğratılacağız demektir. Kur’an böyle buyuruyor, Allah’ın Resulü de bunu Kur’an’dan aldığı iş’arla defaatle tekrar etmiş durmuştur. Hayatı insanları uyarmakla, Kur’an’la uyarmakla geçmiştir. Allah katındaki ecirle müjdelemek ve yine O’nun azabı ile korkutmakla geçmiş değil midir Resulullah’(s.a.)ın hayatı.. Bizlere örnek olarak gösterilen hayatı..
Nerede bulunursanız bulununuz, biliyorsunuz ki orası Allah’ın da bulunduğu yerdir. Öyle ise her yerde O’na karşı sorumluyuz ve sorumluluğumuzu yerine getirmekle görevliyiz. Görevliler, görevlerini yerine getirmelidirler, getirmezlerse isticvâb olunurlar ve tecziye edilirler.
Bizler O’nu razı etmeye çalışanlardan olalım. Öyle veya böyle O’nu razı etmek için uğraşanlar için de, O’na isyan içinde olanlar için de günler (saat-zaman) geçiyor ve son yaklaşıyor. Kim kendini ne sanırsa sansın sonunda O’nun kulu olduğunu ve O’na kulluk için yaratıldığını görecek anlayacaktır. Bu son, kaçınılmazdır. İnanan da, inanmayan da diriltilecek ve kendini yaratanın karşısına dikilecek ve sorulacaktır. Bütün mes’ele vakit varken ve öğrenmenin bir anlam ifade ettiği zamanda öğrenmektir ve öğrenilen doğruların gereğince âmel etmektir. Diğer yandan orada, Ba’sü Ba’del-mevt’ten sonra herkes bilecek ve öğrenecektir Allah’ın var olduğunu, Bir olduğunu, Muhammed’in Allah’ın elçisi, Kur’an’ın onunla gönderilen Allah’ın son kitabı olduğunu, cennetin, cehennemin, azabın ve mükâfatın gerçek olduğunu bilmedik kalmayacaktır. Aristo da, Eflatun da öğrenecektir. J.J. Rousseau da, Montesquiou da öğrenecektir. Marks da, Engels de öğrenecektir. Demokrasiyi, laikliği, komünizmi sosyalizmi hak bilip hak bildirmek için çabalayıp duranlar da öğrenecektir Allah’ın hak söylediğini ve söylediklerinin gerçek olduğunu.. Bilmedik kalmayacaktır. Ama orada öğrenmek neye yarayacaktır ki? Kime faydası olacaktır ki orada öğrenilecek doğruların?
Her şey için olduğu gibi doğruları bilmenin de yararı vaktinde öğrenmek ve gereğince amel etmek değil midir? Evinizin yanmakta olduğunu ev yanıp kül olduktan sonra öğrenmenin yararı ne ise, ahirette öğrenilecek doğruların yararı da o kadardır.
İhrâz ettiği mevki ne olursa olsun biz, bilenler, doğrulardan haberdar olanlar herhalde vakit varken bildiklerimizi bildirmeli değil miyiz? Bildirmez isek sorulmaz mıyız? Kime Allah’ın dini İslâm’dan bir gerçek ulaşmış ise bilmelidir ki onu bildirmelidir. Yaşamalı ve söyleyip yaşayarak bildirmelidir. Zira o bilgi kendisi için yararlı olmayan bilgi olduğu gibi, taşıdığı sorumluluğu da yerine getirmemiş olmanın vereceği sıkıntısı onu sarsacaktır.
Allah’ın selamı, Allah’ın dini İslâm’ı öğrenip yaşamaya çalışan ve başkalarına da öğretmeye uğraşan bunun sıkıntılarına katlananların üzerindedir. Elbette bütün saltanatlar yıkılacak ve yalnız tek Sulta sahibinin, Allah’ın saltanatı kalacaktır. Kendilerini O’na karşı çıkar durumda bulanların helaki yakındır. Zulmedenlerin elbette belirli saat geldiğinde haklarından gelinecektir. Ne nefsine, ne de başkalarına zulmedenlerden olmamanın yolu İslâm olmaktan geçmektedir.
Çalışınız, anlatınız, yaşayarak anlatınız İslâm’ı. Doğrusunu öğrenerek anlatınız ve yaşayınız. İslâm zannedilenleri değil, Kur’an’ın yazdığı ve Resulullah(s.a.)’ın da yaşadığı İslâm’ı öğrenip yaşamaya ve öğretmeye bakınız. Lâzım olan hayatî bilgileri orada bulacaksınız. Bazı zavallılar da kendilerine doğrular iletildiği halde hâlâ onun-bunun halifeliğinden, şunun-bunun partisinden, tarikatından bahsedip durarak ecellerini doldursunlar bakalım. Elbette Allah’ın dediği olacak ve Hakk’ı herkesin göreceği gün gelecektir.
Ercümend Özkan, İktibas, sayı 114
İslam Ve Hayat