15 Şubat Cumartesi günü, Kayseri’nin Müslümanca kaygılar taşıyan en eski ve en köklü vakıflarından biri olan İlim Hikmet Vakfı’nda, gündem edilmesi gereken güzel bir etkinlik icra edildi. “Zirvedeki Mankurtlar” isimli kitabı özelinde konuşacak olan Ali Kaçar’ı misafir etti vakfın öğretmenler komisyonu. Aynı zamanda, “Emperyal Kuşatma ve İslam Dünyası” kitabının da yazarı olan Ali Kaçar’ın, özellikle ilk kitabının üzerinde durulmasını yeğlemişler. Bir ay öncesinden, komisyondaki bütün öğretmenler, konferansa konu olan bu eseri tek tek okumuşlar. Ve sonrasında, yazarını davet edip akla takılan sorularla birlikte kitabını bir de ondan dinlemeyi istemişler. İş bu istem nihayetinde, önemli araştırma çalışmalarına imza atan yazarı saatlerce dikkatli bir şekilde dinlememize vesile oldular. Duacıyız.
Temeli, haksızlıklar üzerine kurulu olan bir sistem
Öncelikle, kitapla ilgili kısa bir bilgi vermekte fayda görüyorum. Ankara’da, Şubat 1998 tarihinden beridir çıkarmaya azmettikleri “Genç Birikim Dergisi”nin genel yayın yönetmenliğini de sürdüren yazarımız, dergide yayınlanan makalelerinin gözden geçirilmiş haliyle Zirvedeki Mankurtlar’ı oluşturur. Kitabının ana temasında, son doksan yılın anatomisinin çizilmiş hali var bir anlamda. Temeli, haksızlıklar üzerine kurulu olan bir sisteme, resmî ideolojiye, yerleşik iktidarlara ve ağırlıklı olarak da 28 Şubat sürecine yönelik eleştirel bir bakış açısıyla karşılaşıyoruz kitapta. İsim tercihi ise, ilginçtir. Nayman efsanesinde geçen ve adına “mankurtlaştırma” denen bir işkence şeklinin ortaya çıkardığı garip insanlık tipini resmeder Mankurtlar. Düşmanlarının eline geçen kölelerin başları kazınıp deve derisi geçirildiği, geçirildikten sonra kızgın güneşte bekletildiğinde derinin büzüşerek kafayı sıkıştırdığı ve dışarı çıkacak yer bulamayan saçların içe doğru uzadığı bir işkence. Bunun sonucunda beyin zedelenir ve köle hafızasını kaybederek yalnızca efendisini tanıyarak ona itaat eder hale gelir. Şu halde Mankurt, geçmişini unutan, bedeniyle ve ruhuyla düşman emrine giren, yeni efendilere yaranmak için öz anasına, babasına ve hatta çocuklarına bile ihanet eden insan demek oluyor. Mezkûr kitapta, zirveleri ele geçiren, zirvelere çöreklenen Mankurtlar’ın, toplumu/toplumları zorla batılılaştırma istekleri ve batılı siyasî-kültürel değerleri emperyalistlerin menfaatleri uyarınca toplumlarına yerleştirmedeki gelinen nokta ele alınıyor.
Muazzam bir yakın tarih bilgi birikimine sahip olan Ali Kaçar ağabey’in, aynı zamanda geçmişteki olayların, kişilerin adlarına ve tarihlerine dair kuvvetli hafızası, ben de dâhil olmak üzere, pek çok dinleyicinin hayretini uyandırdı ve tabi takdirini de topladı. Başka bir takdirlik durum ise, konuşmasının tamamını irticalen yapmasıydı. Bir metne bağlı kalmadı ve önünde notları da yoktu. Belli ki, daha evvelinden anlatacaklarının hepsini zihnine kazımıştı.
Yekvücut olmadan, üzerimize oynanan oyunların tesirini kıramayız
Alt başlık olarak “Resmî İdeolojiye Eleştirel Bakış” ibaresini kitabına uygun gören konuşmacımız Ali Kaçar; sözü, II. Meşrutiyet’ten alıp tâ bugüne, bugün hala sıcaklığını koruyan ve daha ne zamana kadar süreceği belirsiz olan 17-25 Aralık meselelerine kadar getirdi. Biz dinleyici kardeşlerine, yoğun bir tarih gezintisi yaptırmasına rağmen, bundan zevk aldığımızı söylemeliyiz. İki saat içerisinde yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişle muhatap olmak farklı bir duyguydu gerçekten. İki saate yakın da, konferans sonrası lokal muhabbetlerle dinlediğimizi de katarsak, anlatılanları iyice pekiştirmiş olduğumuzu kabul etmek gerekiyor.
Konuşmasının bir yerinde, 1909’da Abdulhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle birlikte, o güne kadar hiç sözkonusu olmayan Türk-Kürt düşmanlığının oluşturulmaya başlandığını söyledi yazar. Şeyh Said gibi, o dönemde hep sultanın yanında olan, ona destek sağlayan bir Kürt lider, Abdulhamid’den sonra en azılı düşman olarak lanse edilmiştir. Bu da gösteriyor ki, bugüne kadar uzanan ve sıcaklığını koruyan Türk-Kürt düşmanlığının peyda olmasına sebep olanlar, hem Abdulhamid’e, hem Osmanlı’ya ve hem de tüm millete/ümmete zarar vermenin derdindedirler.
Ülkelerine ve milletlerine kan kusturdukça rahat edenlerin profilini çizmeye çalıştı bizlere Ali Kaçar ağabey. İsimleriyle, tarihleriyle ve yerleriyle tek tek üzerinde durdu bu “karanlık âşıkları”nın. Nerede bir ışık görseler, nerede bir aydınlık olsa; onu söndürmek ve ortadan kaldırmak için hemen orada biterler onlar. Bütün yollara başvurur ve nur’u zulümata çevirmek isterler tüm kuvvetleriyle.
“İyi nişan almalı ve kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.”
Bu topraklarda, hiç rahat edilmesin mi, insanlar hiç mi kendileri olmasın, dış mihraklara muhtaç olunmadan kendi ayakları üzerinde, (Kur’an, Sünnet ve Ümmet gibi) kendi dinamikleriyle durma dirayetini göstermesin mi insanlar hiç! Bunu istemiyorlar işte dışarıdaki ve içerideki nasipsizliğe oynayanlar… İsimlerden çok, olaylara ve fikirlere yoğunlaşmalı. Kişiler, maşa olarak kullanılıp atılmışlardır. Malcolm X iken Malik el Şahbaz olan şehidimizin de tavsiye ettiği gibi, “iyi nişan almalı ve kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.”
Ali Kaçar ağabey, özellikle ümmetliğimiz üzerine vurgu yaptı. Yekvücut olmadan, üzerimize oynanan oyunların tesirini kıramayacağımızı, tarihin yönünü değiştiremeyeceğimizi söyledi. İman ve dava ehli insanların, hiçbir hak inancın müntesibi olmayan karanlık ruhlulara karşı muzaffer gelmemeleri için bir sebep yoktur. Zulümkârların batıl davaları için üzerlerinde taşıdıkları cesaretin kat kat mislini, kopmak nedir bilmeyen sapasağlam bir urgan misali olan İslam yoluna baş koyanların göstermesi gerekir. Muhtaç oldukları kudretin müjdesini, Rableri onlara Alî İmran Suresinin 119. ayetinde mealen şöyle veriyor: “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer müminlerden iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.”
Mankurtlara ve mankurtlaşanlara karşı gelmek için en büyük silahın iman ve cihad olduğunu anlıyoruz ve hatırlıyoruz tekrardan Ali Kaçar ağabey’den. Bizi, anlattığı yaklaşık yüz elli yılın içinden, sağ-salim ve mümince bir ümitle çıkarmayı başarmıştı. Heybemize, tarihi iyi okumayı, kendimizi iyi tanımayı, inancımızın imkânlarına sımsıkı sarılmayı yükleyerek İlim Hikmet Vakfı’nın konferans salonundan ayrılmış olduk.
Fatih PALA / Dünyabizim
Kayseri