“Eğitim, insan gibi davranan makineler yapar ve makine gibi davranan insanlar üretir.”
Erich Fromm
İsterseniz yazımıza Rockefeller Genel Eğitim Kurulunun, misyonuyla başlayalım. Tarih; 1906.
“Düşlerimizde ( … ) insanların kendilerini bizim yoğurucu ve biçimlendirici ellerimize mükemmel bir yumuşak başlılık içinde teslim ettiklerini görüyoruz.
Biz bu insanları yahut onların çocuklarını filozof, bilgi küpü kişiler veya bilim adamları yapmaya çalışmayacağız.
Onların arasından yazarlar, eğitimciler, şairler veya aydınlar yetiştirmeye de çalışmayacağız. İçlerinde büyük ressamlık, müzisyenlik, avukatlık, doktorluk, vaizlik, siyasetçilik, devlet adamlığı kumaşı taşıyanları arayıp bulmak derdinde de değiliz.
Bunlardan, gereğinden fazlası mevcut zaten. Bizim kendimize biçtiğimiz misyon çok basit. ( … ) Biz çocukları organize edeceğiz ( … ) ve onlara, anne babalarının kusurlu bir şekilde yapageldikleri şeyleri mükemmel bir şekilde yapmayı öğreteceğiz.”
Bunu diyen kişi, okulu yarıda bırakıp kendi işine baktı. Ancak sırf bu misyon için milyarlarca dolar yatırım yaptı. Sadece o mu, Abraham Lincoln okul yüzü görmedi mesela. Henry Ford, David Murdock, Richard Branson gibi daha nice milyarder, resmi eğitim kurumlarının tezgâhından geçmedi.
Rockefellerin eğitim misyonunda da ifade edildiği gibi okulların, şair, fikir adamı, aydın ve sanatçı yetiştirmek gibi bir hedefi olmadı. Eğitim, anne ve babalarının kusurlu(!) bir şekilde yapageldikleri şeyleri değiştirmek için tesis edildi.
Alman felsefeci Fichte ”Alman Ulusuna Hitaben” adlı yapıtında tam da bunu kastediyordu. Prusya toplumuna bir çıkış yolu olarak ulusun, her bireyinin daha kolay talimat almasını sağlayacak yeni bir kurumsal yapının gerekli olduğunu yani zorunlu eğitimi bir reçete olarak sunuyordu.
Hal böyle olunca 1819 yılında Prusya’da hayata geçirilen zorunlu eğitimin temel amacı; başta orduya itaatkâr askerler yetiştirmek, maden ocaklarında çalıştırılacak itaatkâr işçiler ve devlete çalışacak itaatkâr memurlar yetiştirmek ve kritik konu ve sorunlarda birbirine yakın düşünen vatandaşlar yetiştirmek şeklindeydi.
Tam da Rockefellerin istediği gibi!
Neticede Yunanca paidagogos sözcüğünden gelen pedagog da efendisinin çocuğunu okula getirip götüren ve onun derslerine yardımcı olan köle değil miydi? Ev kölesi.
Onun görevi, ait olduğu efendinin belirlediği müfredatı uygulamak ve öğrencilerin okula zamanında yetişmelerini sağlamaktı. Bugünün terapistleri sayılan öğretmenler gibi mi mesela!
Bugün birbirinin aynısı, otomat bireylerin yetiştirildiği kurumların hangi sisteme hizmet ettiğini az çok tahmin etmiş olmalısınız. Ve bu sorgulanamaz bir kesinlikte bilimsel ve sistemli bir şekilde yapılır.
Öyle ki bu kutsal alana dokunamazsınız. Bu yüzden tüm dünyadaki eğitim sistemleri kutsaldır ve asla değiştirilemezdir! Bu alan dikenli tellerle çevrilidir.
Harvard mezunu John Marshall, Rockefeller Vakfı yetkilisi olarak 1948’deki ilk ziyaretinin ardından 1960’a kadar Türkiye’ye sık aralıklarla gelmesinin bir nedeni de buydu.
Şimdi siz, ilgi ve kabiliyetlerine göre değil de yaşlarına göre sınıflara yerleştirilmiş ve en az 15-16 farklı dersi bir arada gören bir öğrenciden ne beklersiniz?
Ben size söyleyeyim, itaat, uyum, kendine yabancılaşma ve akıl yürütme eksikliği. O yüzden çok ciddi bir kimlik bunalımı yaşanıyor toplumda. O yüzden çağımızın en büyük sorunu, Rollo May’ın ifadesiyle; boşluk.
Bizim ülke ise hala yama peşinde. Kimse işin esasına inme cesaretini gösteremiyor. O halde ben size acı gerçeği haykırayım; şayet eğitim sistemi böyle giderse çok değil on yıl sonra ortada Türkiye diye bir ülke kalmayacak!
Ufuk Coşkun/Milat Gazetesi