Nice yıllar ve asırlar var ki gelip geçmiş şu koca evrende. Nice hayatlar yaşanmış, yeryüzü gezegeninde. Savaşlar yapılmış anlamlı veya anlamsız amaçlar uğruna. Yetim kalmış çocuklar ve dul kalmış nice anneler. Ağıtlar yakılmış türküler söylenmiş ölen analar ve çocuklar anısına. Tarihler yazılmış yalan yanlış, kalemi ve gücü olanlar tarafından. Derin yaralar açmış beşer denen mahluk, kardeşi olan insana. Büyük acılar çekilmiş, kimi zaman bir avuç toprak uğruna. Tarih olmuş onun adı acısıyla tatlısıyla. Gözyaşı ve zamanın karışımıyla merhemler icat edip çocuklarının yaralarına sürmüş anneler. Derken adeta bir su gibi akıp gitmiş zaman denen renksiz kutsal, anılarıyla beraber. Coğrafyalar, iklimler, fikirler, devletler değişmiş, ama zulmün ateşi hiç sönmemiş. Ateşten nasibini alan ormanlar dayanamayıp insanın zulmüne ağıt istemiş gökyüzünden kurtuluş için. Gazaba gelen bulutlar ve gökyüzünün ağlaması helak etmiş nice toplumları. Fakat bu kadar hengâmenin, tuğyanın, acının ve çığlığın içerisinde bir şey hiç değişmemiş, insan ve insanın elçilere karşı uyguladığı yöntem.
Hakikate olan kör bir inat ve hemcinsleri tarafından yalnızlaştırılmaya çalışılan nebiler, rasuller ve tevhid sancağının taşıyıcı öncülerine uygulanan yöntem hiç değişmemiş tarih boyunca. Nebiler ve rasuller zahirde yalnız bırakılmış birer ümmet ve çığlıklardır yeryüzü gezegeninde. Onların çığlığı bağırıp çağırma olmasa da tüm yerküreyi kapsar niteliktedir, fakat çok az insan duyar ve kulak verir bu itidalli çığlığa. Ama olsun yinede birilerinin yüreğine, kalbine dokunur bu ilahi esinti ve sarar tüm bedenini. Bu sese bu çığlığa kulak verenler Allah’ın önderler yapmak istediği, ayak takımı ve yalınayak olarak isimlendirilmiş küfrün önderleri tarafından. Küfrün çıkardığı gürültü hem hakikatin hem de annelerin ve çocukların ağlama seslerini bastırmak istemiş adeta tüm zamanlarda. Unutturulmaya çalışılmış vahiy ve insanın kardeşliği, tıpkı aynı atanın çocukları olduğumuzu unuttuğumuz gibi. Dün nebilerin ağzını elleriyle kapatanlar 21. Yüzyılda da hakikati haykıran gençlere aynı metodu uyguladılar. Yolumuzun üzerine tuzak kuranlar bizi ırkımızla, kahramanlığımızla övdüler, ama kendi başlarına kaldıklarında bizimle alay ettiklerini söylediler. Kimi zaman yuttuk bu zokayı, kimi zaman uyarıldık bir çağırıcı/tebliğci elçi tarafından.
Kimi zaman bir oğul tevhidin gemisine binmezken yeryüzünün bir kıyısında, kimi zaman bir put imalatçısı baba taşlamakla tehdit eder oğlunu. Kimi zaman da tüm kavim tarafından yok sayılır ve sürgün edilir vahyin taşıyıcı öncüleri. İnsanlığın manevi atası sayılan Nuh (as) her ne kadar asılda hicretle anılmasa da usulde yaptığı şey küfür diyarını terk edip tevhidin vahalarına yelken açıp hicret etmiştir yeni ufuklara doğru. Gazap yağmuru ilahi bir hüküm gereği karısı ve oğlunu koparmıştır ondan. Sırada Hûd (as) vardı. Kavmi tarafından beyinsizlikle suçlanan, aşağılanan ve yalnızlaştırılan Hûd (as)’un kavmi Ad küfürlerinden dolayı Allah’ın rahmetinden uzak kılındı. İbrahim Halilullah (as)’ da aynı. Tevhidin babası sayılan atamız İbrahim’in (as) putperestlikte sınır tanımayan kafir bir kavmi ve müşrik bir babayı terk edip ıssız çölleri aşıp Mekke’ye kadar eşiyle gelmesi yalnızlaştırılmanın bir delili değil mi? Fakat onun tek olan Allah’ı vardı ve o tek başına bir ümmetti, dolayısı ile bu yalnızlığı rahatlıkla göğüsleyebiliyordu. Ahlaksızlıkta tavan yapan Lut’un (as) kavmine ne demeli. Lut’un yalnızlığı insanın içini parçalayacak cinsten olmakla beraber dağlar taşlar da bu tuğyana dayanamamıştır desek abartı olmaz. Allah’ın elçileri olan meleklere dahi dil uzatan kafir/facir/azgın bir kavim karşısında çaresizliğini ve yalnızlığını Rabbine ileten Lut (as), “keşke size karşı koyacak bir gücüm olsaydı” demekten kendisini alamamıştır. Bir avuç inananla Rabbine iltica eden Lut’u temiz kalmakla suçlayan ve tuğyanda sınır tanımayan kavmi azap yağmuruyla yerin dibine geçirilmiştir.
Öz kardeşleri tarafından Yusuf’a (as) reva görülen yalnızlık ise onu çok sevdiği babasından ayırıp tek başına kuyuya atılmak ve köle pazarında satılmak olmuştu. Azizin karısı ile çetin bir sınava tabi tutulan Yusuf, iffetinin bedelini nice yıllar zindanda kalarak ödemiş ve yalnızlığını ancak rabbiyle paylaşmıştı. Hiçbir kutsalı olmayan şirk ve küfrün zahirde kime nasıl acı yaşatacağını kestirmek gerçekten zor. Bazen bir Firavun, bazen bir kral, bazen da öz kardeş olabilir bu, sonuçta şirk şirktir küfür de küfürdür. Nebilerin büyük çoğunluğu bu zulüm ve acıdan payına düşeni almıştır, sünnetullah böyle işlemiştir tarih boyunca. Kur’an’a baktığımızda sadece maddi güç sahibi olanlar zahirde bunun dışında kalmıştır. Mesela Davud, Süleyman (as) ve Zülkarneyn buna en güzel örnek. Demek ki insan güce teslim oluyor, boyun büküyor ve hatta güce tapıyor. Günümüz modern ulus devletlerde de aynı uygulamayı görmek mümkün. Ne kadar silahınız ve ne kadar servetiniz varsa o kadar adamsınız ve muhatap alınmaya değersiniz.
Ölçü ve tartıda ahlaksız kurallara tabi olan Medyen kavmi, bundan vazgeçin ölçüde ve tartıda hile yapmayın diyen Şuayb (as)’e ilk tepki olarak bunu ‘sana namazın mı emrediyor Ey Şuayb’ diyerek onu ötekileştirip yalnızlaştırmak istediler ancak kendileri büyük bir sarsıntıyla yerin dibine geçtiler. Salih (as) tarafından tek Allah’a kulluğa çağırılan Semud kavmi Salih’i büyülenmiş ve uğursuz olmakla suçladılar ve bir deve ile imtihana tabi tutuldular. Maksatları onu itibarsızlaştırıp yalnızlığa hapsetmek ve statükoyu aynen korumaktı. Musa (as)’ da hem sürgün edilen hem de hicret eden nebilerden bir Nebi. Yapayalnız Medyen yollarına düştüğünde içerisinde ne volkanlar patladığını boğazına neler düğümlendiğini bilemiyoruz, bize bildirilen Medyen suyunun başında; “Allah’ım senden gelecek her hayra muhtacım” diyerek bulunduğu durumu Rabbine niyaz etmesi. Bu duası ise onu anlamanın ipuçlarını bize verir niteliktedir. Zekeriyya, Meryem’in hamisi ve ihtiyarlığında müjdelendiği Yahya’nın babası. Zekeriyya’da tüm nebiler gibi ahlak abidesi ama yalnızlaştırılan ve oğlu gibi tevhid uğruna şehit edilen bir nebi. Ve kitaba sımsıkı sarılma emrini alan Yahya, oda babası gibi yalnızlaştırılmış ve kitaba bağlılığını canıyla ödemiştir.
İsa (as) ise annesi tarafından Allah’a adanmış bir annenin (Meryem) oğlu. Gelin görün ki hiçbir kutsalı olmayan kafir zihniyet için adanmış olmanın Allah’a adanmanın ne kıymeti var. O anne ki, tüm kadınlara üstün kılınmış ve bir bitki gibi yetiştirilmiştir ilahi irade tarafından. İşte bu annenin oğlu yeryüzünün belki de en kinci bir mantığı/kavmi tarafında öldürülmek istenmiş. Heyhat! Onu dün öldürenler daha sonra ona ilahlık payesi verdiler, mabetlerine onun resmini kazdılar, putçuluğa karşı duran bir nebiyi put edindiler. Hâsılı bu dünyada Meryem’in o biricik evladını İsa (as)’ı İslam’dan kopardılar. Aslında koparılan sadece İsa değildi İslam’dan, tüm insanlığı tevhid den kopardılar bir anlamda. Ancak vahyin sesini kısmayı onu yok etmeyi başaramadılar.
Fakat başarılı oldukları ve kıyamete kadar sürecek olan fitne/fesat tohumlarını insanlık tarlasına ektiler. 610 yılında Allah, İslam nurunu yeryüzüne tekrar indirdi ki yeryüzü aydınlansın. Ve zulmün kararttığı yeryüzü bir kez daha İslam’ın nuru ile aydınlansın. İslam’ın önü tarih boyunca kesilmeye çalışılmış, müsebbipleri istenmeyen adamlar ilan edilmiş, sürgün edilmiş, hicrete zorlanmış fakat İslam hala yoluna devam ediyor ve kıyamete kadar da edecektir. Ama Hıristiyanlık hala bunalımda ve şirk bataklığında debeleniyor sebebine gelince onu İslam’dan koparıp şirk ile izdivaca zorladılar ve İsa’yı (as) daha doğrusu Allah’ı hak ettiği yere koyamadılar. Dün onu öldürenler/öldürmeye yeltenenler bugün onun ölüsünden bir ilah/put edinip ona tapınmaktadır maalesef.
İsmini andığımız veya anmadığımız nice rasuller ve nebiler gelip geçmiştir şu âlemden, hepsinin ortak noktası tek olan Allah’a kulluğa çağırması ve kavimleri tarafından birtakım suçlamalara maruz kalmaları. Atalarından miras aldıkları putperestliğe sahip çıkan müşrik zihniyet nebileri her devirde büyücü, sihirbaz, beyinsiz ya da “sende bizim gibi bir insansın” diyerek alaycı bir tavırla elçileri temiz kalmak istemekle suçlamışlardır. Nebiler ve rasuller’in itibarsızlaştırılıp, ötekileştirilerek yalnızlığa itilmeleri onların her alanda yalnız olduklarını göstermez elbette. Yukarıda dedik ya onlar güçlerini vahiyden almışlardır ve sırtlarını Allah’a dayamışlardır, ancak onlarda bizim gibi ete kemiğe bürünmüş bir beşerdir ve her türlü acıyı/cefayı en üst derecede hissetmişler ve yaşamışlardır. Onlar belki de içine akıtmıştır gözyaşlarını gecenin karanlığında yıldızları seyrederken. Nebiler her türlü zorluğa, ötekileştirmeye karşı sebat ve sabır gösteren bir mihenk taşıdır iz sürenler için.
Bu yaşlı evrende zaman tıpkı su gibi akışına devam ederken tevhid ve şirkin mücadelesi de devam ediyor, modern zamanlarda nübüvvet müessesesi olmasa da şirk daha farklı kimlik, kişilik ve ideolojilerle tevhidî düşünen mümin şahsiyet ve öncülerin yoluna pusu kurmaya, sağdan yanaşmaya ve yalnızlaştırmaya, yozlaştırmaya devam ediyor. Nebilerin dışında birçok İslamî şahsiyetin de itibarsızlaştırılıp yalnızlığa itilmek istendiğine ve şehit edildiğine şahit olmaktayız. Umulur ki bundan sonra da Peygamberlerin varisleri olan alimler dava adamları ve tevhidî düşünen müminler tıpkı Allah’ın elçileri gibi niteliğe değer veren bir duruş, direniş ve mukavemet göstersin de yalnızlaştırılmalara ötekileştirilmelere aldırmadan hak ve hakikatin önderliğini tıpkı rasuller gibi yapmaya devam etsin. Bizim için Usve-i Hasene olan efendimizin dün müşriklerin teklifini elinin tersi ile itmesi bugünde bizim için geçerlidir ve çok değerlidir.
Nebiler bunu başarmış tüm baskı ve yıldırmalara karşı tevhidi haykırmaktan geri durmamış. Sonuç mu? O hiç önemli değil önemli olan Allah’ın dinine herhangi bir leke sürdürmemek ve onu yere düşürmemek ve o uğurda can vermek. Çünkü tüm rasullere baktığımızda sonuç odaklı bir mücadele yerine Allah’ın istediği yasaları işletmeye çalışmışlardır. Yapılması gereken münkere karşı marufu seçmek ve tevhidi hayatın her alanına yaymaya çalışmak. Sonucu belirleyecek olan Âlemlerin rabbi Allah’tır. Biz bunu yapabilirsek inanıyoruz ki Allah mümin kullarına güzel sonuçlar bahşedecektir.
Son olarak diyebiliriz ki uyarıcı/tebliğci görevini yüklenen şahsiyetler bu işin sonunda yalnızlık, dışlanmışlık, yaftalama ve itibarsızlaştırmayla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Çünkü bu Allah’ın nebilere yazdığı bir sünnetullahtır. Ve ucunda bedel olarak ölümde vardır. İslam’a tabi olup Allah’a kulluğu seçen her mümin bunun bilinciyle iman edip İslam’a teslim olmak zorundadır. “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran:102).
Ahmet Durmuş
Hocam Elinize kaleminize sağlık sıhhat afiyet olsun. Çok güzel yazmışsınız. Rabbimiz yararlı eylesin
İlgine teşekkürler Mehmet kardeşim.
Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi kitabına önsöz niteliğinde bir yazı olmuş. Allah razı olsun.