Kur’an Günlüğü Notları
Allah yüklerinizi hafifletmek ister, zira insan zayıf yaratılmıştır. Nisa 28
‘Zayıflık harika bir şeydir, güç hiçbir şey. Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir, öldüğü zaman ise sert, kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken zayıf, esnek ve tazedir. Kuru ve sert hâle geldiğinde ölür. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık ise varoluş tazeliğinin ifadeleridir’ Andrey Tarkovsky – Stalker Filminden.
Zayıf olmayı bir türlü kabullenmek istemeyiz. Oysa hayvandan bir farkımız da zayıf olmamız değil midir? Öylesine aciz ve olabildiğince zayıf olarak bir annenin kucağında açarız gözlerimizi hayata. Bundan şikayetçi olan var mıdır? Bunu bir zafiyet olarak görüp anne kucağını, anne kucağının merhametini, şefkatini, sıcaklığını hesaba çeken var mıdır? Öyle ki ihtiyarlayan yaşımızda bile ardımıza bakıp anne kucağının özlemini duymaz mıyız?
Allah insanı “Ahseni takvim (en güzel kıvamda)” [1] üzere yaratmışsa o halde neden zayıf olarak yaratıldığımızı söyler? En güzel kıvamda olan nasıl zayıf olabilir? Burda bir tezatlık yok mudur? Yahut bize neden tezatlık varmış gibi görünür? Neden böyle bir algıya kapılırız?
Zayıflık nedir o halde? Zayıflıktan ne anlıyoruz? Kim öğretti bize zayıflığın tanımını? Zayıflık, üzerinde düşünülecek bir şey midir? Tanımı aşikar olan bir davranış biçimi değil midir? Size de tuhaf gelmiyor mu tüm bunlar?
Kavramlar ve hatta kelimeler, bize nasıl öğretiliyorsa, hayatımıza da o şekilde nüfuz eder, bizi inşa eder ve dönüştürür. Düşünce dünyamız ve ruh halimiz, bize öğretilen kavram ve kelimelerin tanımlarıyla biçimlenir, o tanımlarla zihnimizde bir gerçek var eder ve ona inanırız. Dikkate alınmayacak bir teferruat olarak gördüklerimiz, aslında zihin dümyamızı nasıl da paramparça ettiğini göremiyoruz.
Zayıflık, bize daima bir zafiyet olarak yansıtılmıştır. Zayıflığın bir zafiyet olduğu algısıyla büyüdük. Her zaman güçlü ve sert olmamız öğretildi bize. ‘Ne kadar güç ve iktidar sahibi olursan o kadar da hak sahibi olursun!’ şeklindeki telkinlerle hırslanarak kibrimizi de o denli büyüttük. Kendimizden güçsüz olanları zayıf olarak gördük, tahkir ettik ve hatta gücümüzden istifade onları ezdik. Haklı olan bizdik, çünkü güçlüydük.
Oysa Allah, insanı zayıf olarak, en güzel bir kıvamda yarattığını söylerken, zayıflığın bambaşka bir vechesiyle tanıştırıyor bizi. Zayıflık acizlik değildir. İnsan bu yaratılış vasfıyla hayata gözlerini açarken ilk tattığı şey bir annenin o saf merhametidir. Merhamet, Allah’ın annenin fıtratına işlediği ve onunla beslemesi ve terbiye etmesi üzere emanet bıraktığı nimetidir. Merhamet nimetiyle annemizin kucağından ayrılırken daha sonra Allah’ın merhametine sarılarak bir kez daha zayıflığımızın idrakine varırız. Fakat bu asla bir zafiyet değildir. Zayıflık, yukarıda alıntıladığım Tarkovski’nin de ifadesiyle insanı esnek kılar, insanı hayatın katı ve sertliğine karşı korur onu daima taze tutar. İnsana bir duruş atfeder zayıflık. Yaratıcısının karşısında ne olduğunun nasıl olduğunun bilincine vararak haddini bilir.
Haksızlığa karşı mücadele ederken, yaratıcısının yardımı olmadan bu mücadelenin de bir anlamı ve zaferi olmayacağını bilir. Her halde ve durumda yönümüzü ona çevirirken, alnımızı onun huzurunda secdeye vururken, O’nun merhameti ve desteği ile ancak var olduğumuzun bilincine varırız. Bu hayat yolculuğunda daima tökezleriz, türlü cürümler işleriz, türlü günahların çamuru bulaşır elbisemize, nefsimizin oyuncağı oluruz. Tüm bunları zayıf olduğumuzu kabullebilirsek ancak farkederiz. Zayıf olduğumuzu daima hatırda tutmamız için, Allah’a kulluk etmemiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmamamız, anne babamıza ve yakın akrabamıza, yetimlere ve muhtaçlara, kendi çevremizden olan komşularımıza, yakınımızdaki arkadaşımıza, yolcuya ve meşru yollarla malik olduklarımıza iyilik yapamız şarttır.[2] Tüm bunlar nefsimizin müstekbirleşen tarafımıza inen bir kamçıdır. Aksi durumda bizi bir şekilde aldatan, içinde merhametin, zayıflığın olmadığı bir gücün esaretinde kendi acı sonumuzu tetiklemiş oluruz. Kendimizi daima güçlü gördükçe yaptıklarımızı da daima meşru görmeye başlarız. Artık kibrimizin kurbanı olmuşuzdur.
Ey Rabbimiz, bize yüklemiş olduğun sorumluluklar karşısında yükümüzü hafiflet. Kibir gibi büyük günahlardan uzak duracak bir bilinç ihsan et bize. Büyük günahlara karşı bizi uyanık kıl, küçük kusurlarımızı bağışla ve bizi şerefli bir makama ulaştır. [3]
Biz zayıf kullarınız ey Allah’ım, küstahça davranışlar sergileyebiliyoruz, yoklukta ahlakın baş mümessili bizler, en ufak bir refaha kavuştuğumuzda kibir, enaniyet ve cimrilik putunun efsununa kapılıyoruz. Bize bağışladığın türlü nimetleri herkesten esirgeyerek vad ettiğin o utanç verici azabın yolcusu oluyoruz. [4]
Biz zayıf kullarınız ey Allah’ım, zayıf olmaklığımızla içinde bulunmuş olduğumuz girdabın farkına varabiliyoruz. Bu farkındalığın en saf haliyle kabul et tevbemizi. Zayıf olmaklığımızla dost ve düşmanı karıştırıyoruz. Düşmanımızın kim olduğunu çok iyi bilen Rabbim, kimse bize senin kadar Dost olamaz, kimse bize senin yardım ettiğin gibi yardım edemez[5], bir kez daha anlıyoruz, içimizde sana olan bu mahcubiyetimizi artır Allah’ım.
Ey kimseye zerre kadar haksızlık etmeyen Allah’ım, yapmaya niyet ettiğimiz her hayırlı işi tamamına erdir, onu kat kat arttır ve rahmetinden bir ödül bahşet.[6] Çünkü biliyoruz ki başımıza her ne iyilik gelirse sendendir, ve her ne kötülük gelirse de kendimizden. [7]
[1] Tin Suresi 4
[2] Nisa 36
[3] Nisa 31
[4] Nisa 36
[5] Nisa 45
[6] Nisa 40
[7] Nisa 79
Cok güzel bir yazi olmus ,bazen duygularim yogundu yagmurlar yagdi ,kendimizi bulma anlaminda dolu dolu anlamli olmus yazin.
La faile illallah❤️
La galibe illallah❤️
Saygilar
Gonca
Değerli yorumun için tesekur ederim ablacım. Hürmetler.