Dinin kolay konuşulup yazıldığı, zor yaşandığı zamanlardayız. Vaizler, hocalar, teorisyenler, söylemciler oturdukları yerden nefes nefese konuşuyor. Eyleme ve amele taalluk eden şeyler uzun süredir istirahata çekilmiş durumda. Söylemden eyleme geçmek için halaskâr ve kurtarıcıların gelmesi bekleniyor. “Ey” diyen çok eyleyen yok.
Modern zamanın ateşi klasik dönemlerin altın sayfalarından su taşınarak söndürülmeye çalışılıyor. Ne yazık ki bu alevler arasında su da yanıyor. Meşum zamanların alevlerini kutlu dönemlerin nefesi ile söndürmeye kalktığımızda yangın bacayı sarıyor. Nefes ateşi şiddetlendirmekten öteye gitmiyor. Kutlu zamanların altın sayfalarını modern zamanların çağdaşlıkla gelenek arasına sıkışmış insanına sunduğun zaman güç yetirilemeyecek bir teklifle muhatap olduğunu görüp sayfayı bir daha açmamak üzere kapatıveriyor. Kutlu maziyi yaşayacak mecali kendinde bulamadığı için çaresiz önünden akan ırmağın akışına bırakıyor kendini.
“Bir zamanlar biz”, “Bir zamanlar biz Müslümanlar” diye başlayan nutuk cümleleri kısa süreli hayıflanmaların ötesine geçemediği için uzun süreli ümitsizlik yaşatıyor. Hâlbuki yaşanmış bir dönemin sosyolojik koşullarını rijit cümlelerle insanların yüzüne çarpmak yerine ahlâkî radikalizmi hayatın tüm alanına yaymak daha isabetli olacaktır.
Ağır kelimelerden hakikate sağlam duvarlar yaptığınızı sanabilirsiniz. Yaptığınız bu duvar bir süre sonra iki yakanın birbiriyle buluşup selamlaşmasına engel olabilir. Hakikat adıyla inşa ettiğiniz görece sağlam duvarları aradan kaldırmak istediğinizde bu kez aynı güç ve sağlamlıkta yıkımı gerçekleştirebilecek kişileri bulamayabileceksiniz. “Gerçeklik” denilen zabit yıkımın da bir incelik gerektirdiğini, mühendislik işi olduğunu hatırlatacaktır size.
Evet din kolaydır. İnsanın zor olanla bağdaşmayan bir fıtrata sahip oluşuyla bu durum doğru orantılıdır. Fıtrat zorluk değil kolaylıktan yanadır. Eylemin yerine söylemin geçmesiyle kolay olan güçleştirilmiş, söz hakkının kendisinin olduğunu iddia eden herkes çözülmüş ipe bir düğüm daha eklemiştir.
Şanlı tarih ve ideal altın sayfalar şimdinin kuşaklarında bir ulaşılmazlığı da ifade edebilir. İmkânsız olanla muhatap edildiklerini zannedebilirler. Ayakları yere basan bir anlatı bir müminin sokağa adım atışı, evlad ü iyal’iyle hemhâl oluşu ve dünya ile yaptığı alışverişi neticesinde ortaya çıkandır. Gerisi beyhude yere söz ve nutukla beslenen bir nesil oluşturma gayretinden öteye geçmez.
Biliyorum, bu satırların da söylemekten eylemeye geçen bir tarafı yok. Haklısınız dostlar. Zaten bu fakirin yapmak istediği de kapıyı zorlamaktan başka bir şey değildir. Belki kapıyı bir açan bulunur ya da kapı kendiliğinden açılır diye.
ESKİ DOSTLAR
Ekmek almaya gidiyorum deyip çıktı, bir daha gelmedi.
Para bozdurmaya gidiyorum demişti, hâlâ gelecek.
Akbilimi evde unuttum diye ayrılmıştı, sırra kadem bastı! (Uzak diyarlarda üstü açık son model bir jiple görüldüğü söyleniyor.)
Cuma’ya gittim, geleceğim demişti kaç Cuma geçti gelmedi.
Düğüne çağırdım, gelirim dedi, aylar oldu yıllar oldu gelmedi.
Mücadeleye çağırdım, yangın söndürmeye; “ben itfaiyeci miyim?” dedi. (Meğer aynı vakitlerde hurma tiridi ziyafetinde imiş!)
“Evde oturma grubu ve beyaz eşya bitmiş bir koşu alıp geleyim” deyip çıktı. Yıllar sonra lüks bir mağazanın tanınmış acentesi olarak geri döndü.
“Kendime geleceğim” diye söz verdi başkasına gitti.
Milli Gazete / Hüseyin Akın