Modern çağda, modern toplumsal yapı içinde kalan ve vaziyeti veri kabul eden Müslümanlar
İki seçenekle yüz yüze geldiler: ya fazlalıkları traş edip dinlerinde eksiltme yapacak ve mevcuda uyum sağlayacaktı, ya da kendi toplumsal ve siyasal yapılarını tesis edeceklerdi.
İkinci seçenekte kötü sonuçlar tecrübe edildi: son yüz yılda ellerine imkan ve fırsat geçenler sosyalist yahut faşist toplum yapılanmasını taklit ederek kötü kopyaları yeniden üretti. Zalim değişti zulüm devam etti.
İlkinde, ikinci dünya savaşı sonuna doğru yenilenen, soğuk savaş sonrası şartlarında ikmal edilen liberal kapitalist yapılanmada demir atmaktı. Burda da değişen şey aynıydı…
Dünde eksiltme nasıl yapıldı:
Siyaset dinin dışında tutularak,
Bilim dinin dşında tutularak,
Ticaret dinin dışında tutularak,
Mesleki hayat dinin dışında tutularak,
Parti-dernek-vakıf-şirket örgütlenmesi dinin dışında tutularak
Dolayısıyla “ahlak” da,
yasalara, eğitim sistemine, sosyal ve iktisadi hayata, yani bunları düzenleyen iktidara teslim edilerek dinin dışında tutuldu.
Özetle, neyin ahlaki, neyin değil olduğunu din belirlemiyor, sınırlamıyor…
Dinde eksiltme yapmak, aynı zamanda toplumsal yapıyı düzenleyen, toplum üyelerinin uyacağı yasak sınırlarını tayin eden ideolojiyi din olarak ‘tanımak’ da demektir. Çünkü din, bu işleri yapandır…
Dinde eksiltme yapmak, aynı zamanda dini Allah’a has kılmamak demektir.
Dinin Allah’a has kılınmaması, Allah’ın buyruklarının, tavsiyelerinin ve yasaklarının karıştırılmadığı toplumsal hayat alanları, işleyişi ve ilişkileri üretmektir.
Buna, Allah’tan başka ilahlar ve rabler kabul etmek dense abartı olmaz…
Son yıllarda ortaya çıkan ‘ateist-deist-nihilist-bilimci-sanatçı-filozof-teolog’ insanların
İsa’yı Musa’yı, gaybi vahyi, namazı orucu, kurbanı duayı vs dillerine dolayıp muhtevaya müdahale etmesi de dinde eksiltmeye tekabül eder, ancak bu müdahale kalıcı olamazdı. Nitekim bir moda gibi gelip geçiyor…
İnsanlık, başından beri hakikatin Allahtan geldiği hususunda hiç tartışmadı. Hala da öyle. Hakikat, Allahtan gelendi. Böyle kabul edildi.
Tartışılan husus, hakikatin öyle mi böyle olduğu, nasıl anlaşılması gerektiği gibi nüanslardaydı. Özde aynı teferruatta farklılık vardı.
Ancak modern çağda önemli bi şey oldu, hakikat parçalandı: Allah ile dünya ayrıştırıldı. O zaman dünyanın hakikati ne olacaktı? İnsanlar bu dünyada yaşıyorlardı. Bunlara dünya hakikatini kim söyleyecekti?
Ve ‘tanrıyı öldürenler’, hem ilahi hem dünyevi hakikatin bilgisini tekeline aldılar. Toplumsal yapı ve ondaki değişim, ‘dilin, etiğin, düşüncenin, doğrunun’ kaynağı olduğu gibi, ‘hakikatin’ de kaynağı oluverdi.
Bu değişim ve dönüşüme ayak uydurmanın yolu hem zihinsel, hem de toplumsal hayata uyum sağlamaktan geçiyordu. Buysa dinde eksiltmeyi getirecekti…
Dinde eksiltmeyi kim yapar? Muarızları, başka dinden olanları mı? Hayır. Dinin kendi mensupları: ruhbanları, ileri gelenleri, liderleri.
Ve biz böylesi bir çağda yaşıyoruz.
İktibas / Hüseyin Alan