“Gerçek şu ki, biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.
(Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı.
Fakat onlar uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir afet üstünü sarıp-kuşatıverdi.
Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. “Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın.”
Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: “Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip karşınıza çıkmasın.”(Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler. Ama onu görünce: “Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız” dediler.
“Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.”
(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”
Dediler ki: “Rabbimiz seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten zalim imişiz.” Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. ‘Yazıklar bize, gerçekten azgınmışız’ dediler.”
“Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.’ İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler.” (Kalem/17-33)
Kur’an’ın bahçe sahipleri kıssasını anlatırken kullandığı üslubu ve kime ne söylemek istediğini otuz üçüncü ayetin açıklayıcı mahiyette olduğunu düşünüyorum. Bunu söylerken kıssaya olan yaklaşımımız mutlak doğru budur anlayışında değildir. Her mümin insan bilir ki mutlak doğru yalnızca Allah’a aittir. Bizim yaptığımız da haddi aşmadan kıssayı modern insanın gündemine taşımaya çalışmaktır. Başarı Allah’tandır.
Kıssada kullanılan dil ve anlatım tarzından öyle anlaşılıyor ki, bu insanlar daha önce Allah’a teslim olmuş onun hükümlerini kabullenmiş ama edindikleri servetleri onları azgınlığa, tuğyana ve kibre sürüklemiş. Bu çıkarımı yapmak kıssanın geneline baktığımızda gayet mümkün gözüküyor. İçlerinden mutedil olanı ve topluca söyledikleri son sözleri Allah’ı rab olarak tanımaları, bahçe sahiplerinin mümin kimseler olduğu kanaatini pekiştirmektedir. “Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.”
Bahçe sahiplerinin son sözlerine baktığımızda, Allah’ı Rab olarak tanımalarından da yola çıkarak bu insanların iman etmemiş olmalarını düşünmek hayli zor gözüküyor. Bu ifadelerin her mümin insana tanıdık geldiği çok açık, çünkü ancak müminler Allah’ın rab oluşunu ve hayatlarının her alanına müdahil olduğunu kabullenirler. Ama bu yolun meşakkatli ve dünya hayatının aldatıcı/albenili oluşu karşısında aynı bugünün insanı gibi (Allah’ı rab olarak tanımalarına rağmen) kalıcı olana değil geçici olana meyletmeleri, günah işlemeleri şaşılacak işlerden değildir. Bu gerçeği kabullendiğimiz zaman bir çıkış yolu bulabilmemiz daha kolay olur kanaatindeyim.
Hal böyle olunca bu kıssanın verdiği ilahi mesajı şimdiki zamana ve yaşadığımız beldeye/topraklara yani 21. Yüzyıl insanına seslendiğini düşünerek güncellememiz gerekirse neler söyleyebiliriz? Her ne kadar kıssa birkaç kişilik bahçe sahipleri üzerinden anlatılmışsa da mesaj evrensel ve her bir insanadır. Kıssada anlatılmak istenen temel düşünce ve odaklanmamız gereken nokta, bahçe sahiplerinin ve ibret alacak insanların dünya nimetlerine karşı bir bakış açısı sunmasıdır.
O gün olduğu gibi bugün de bir şekilde yoksul bırakılmış, güçsüz düşürülmüş, sürgün edilmiş ve zulme uğramış insanların, ulaşamadığı ve saymakla bitiremeyeceğimiz bahçelerden bahsedebiliriz. Bu dünyevi metaların her biri dünya hayatının aldatıcı, akıl çelici, süsü/bahçesi ve imtihanı konumundadır. İnsanın yolu üzerine oturan bu çok sayıdaki süslü bahçeler her insanın aklını çelmeye fazlasıyla muktedirdir. Hiç kimse ben bundan beriyim beni kimse yolumdan saptıramaz demesin, aksi halde fıtratıyla çelişir. “(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam… “(Yusuf/53) ‘O halde ne yapmalıyız? Yapılması gereken hiç olmazsa dengeyi gözetmek, yani vasat olabilmeyi başarmaya çalışmak. “Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık…” (Bakara/143)
O gün bahçeleriyle imtihan edilen bir gurup insan, bugün çok daha geniş bir imtihan yelpazesine sahiptir. Hatta konumuzu daha da açacak olursak, dünyamızda son yıllarda yaşanan savaşlar, sömürü, sürgün ve üzerlerine ölüm yağan milyonlarca insan, daha dün varlıklarıyla, kariyerleriyle, şehirlerinin güzellikleriyle övünmüş kibir yapmış olabilirler, onların hesabı Allah’a ait. Ama bugün yaşanan savaşlar sonucu tüm varlıkları yok olmuş, aşağılanmış, horlanmış ve bir kâse çorbaya muhtaç duruma düşen bu insanlar birilerinin merhametine sığınmış durumdalar.
Onlar bu haldeyken, karşı tarafta ülkelerine sığınan bu mazlum insanlardan rahatsız olan, zihinleri bulanık, onlardan tiksinti duyan, tuzu kuru, kafatasçı ve ölümleri canlı yayından izleyen yığınlarca insan. Yine çok garip ama içimizde sadece emeğiyle geçinen en alt gurup insanımız, güya pastadan aldıkları payın küçülmesine tepki göstererek mülteci konumundaki insanlara kardeş muamelesi yapmak yerine düşmanca tavır takınmaları akıl alır gibi değil. Oysa bugün varlıkla şımaran bir topluluk yarın bahçe sahipleri gibi eyvah biz zalim kimselermişiz demeyeceğini Allah’tan başka kim bilebilir?
Daha dün ülkesinde her türlü ihtişama, kariyere en kötüsü başını sokabileceği bir eve sahip bu insanlar, bugün her şeylerini kaybetmiş durumdalar. Oysa daha dün onların yerinde olmayı isteyen, onlara gıpta ile bakan yoksul insanlar yok muydu dersiniz? Elbette vardı. İşte bu imrenen ve imrenilen insanların durumunu yani yoksul ve varlıklı insanların durumunu Karun (varlıklı ve müstağni) kıssası üzerinden Kasas suresi 79-82 ayetleri yeteri kadar açıklayıcıdır.
“Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felah bulamaz’ demeye başladılar.” (Kasas/79-82)
Bu ayetlerin verdiği mesajı şöyle okursak ne kaybederiz: Yaşadığımız ülke şartlarında birilerinin bizim yaşam tarzımıza (edindiğimiz bahçelere) imrendiğini hiç düşündük mü? Oysa Allah, dün nasıl bahçe sahiplerinin bahçesini, Karun’un servetini yerin dibine geçirdi ise bugün de modern insanın bahçesi olan ve muhteşem diye adlandırılan devasa yapıları, villaları, dokunmaya dahi kıyamadığımız lüks arabaları, işyerimizi, şirketimizi, bahçemizi veya çok beğendiğimiz meskenlerimizi, yerin dibine geçirmeye muktedirdir.
Modern zamanlarda her müminin mutlaka bir bahçesi vardır. Dolayısı ile bahçe sahiplerini bu şekilde yani genelleştirerek okursak bizim için daha faydalı olacaktır kanaatindeyiz. Kiminin bahçesi sadece bir aylık geliri iken, piramidin en tepesindekilerin ise çok daha büyük gelir kaynağı/serveti mevcuttur. Bu bahçelerin sayısı o kadar çok ki, sıralamaya gerek yok her mümin yeteri kadar hatta fazlasıyla bunun farkında. O zaman yapılması gereken şey varlıklı ve mümin herkesin kendi bahçesinin konumuna göre yoksul kardeşlerine sırtını değil yüzünü dönmesi. Aksi halde birileri varlıklı olan bizlere imrenir de biz de onlara karşı kibirli davranırsak ve bir gün varlığımız yerin dibine geçerse halimiz nice olur. O halde bahçe sahipleri gibi var iken kibirlenip elimizden çıkınca da Allah’ı hatırlayıp vah bize biz gerçekten zalimmişiz deme durumuna düşmeden Kıssayı doğru okuyalım, çünkü Allah kesintisiz bir iman/amel ister.
Rabbimizin bu kıssalar üzerinden bize vermek istediği mesaj çok açık ve net. Çünkü her insan bahçe sahipleri veya Karun gibi olmaya meyillidir fakat: “Kim dünya hayatını ve süsünü isterse, onların yaptıklarını orada tastamam öderiz ve onlar orada hiçbir eksiltmeye de uğratılmazlar. (11/Hûd 15)
“Böylelerinin ahirette ateşten başka bir nasipleri yoktur. Orada tüm yaptıkları boşa gitmiştir. Yapmakta oldukları da batıldır. “(11/Hûd 16)
Hûd suresi ayetlerini okuduğumuzda mülkten istemek veya mülk edinmek tümden günahmış gibi algılanabilir. Hayır, öyle değil, Kur’an böyle bir şey önermez. Bunun en güzel örneği de Hz. Süleyman’dır (as): “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.” (Sad/35). Müminlerden birisi ben de Süleyman (as) gibi olurum veya olmak istiyorum diyebilir. Yüce Allah bu tür isteklere kapıları kapatmıyor. Ancak Süleyman (as) gibi olamayıp Karunlaşanlara ve dünya hayatına teslim olanlara da Hûd suresi on beş ve on altıncı ayetler gereken cevabı veriyor. Dünya hayatında şahitlik ettiğimiz o ki, Süleyman (as) gibi olmak isteyen insan sayısı sayılamayacak kadar fazla ama onun gibi kalan insan sayısı yok denecek kadar az. Burada yine örnek alınması gereken birinci şahsiyet kanaatimizce Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’dir (as). Hayatı boyunca dünya malına karşı dengeli durabilmiş güzel bir örnek.
O halde yönetileceğimiz değil de yönetebileceğimiz kadar mülk isteyip Allah’tan hayır dilemek en doğru tercihimiz olacaktır. Bunu da asla aklımızdan çıkarmayalım.
Kendimize sormamız gereken bir soru da, varlığına imrenilen insana mı yanmalı yoksa ona imrenen insana mı? “Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister.” (Tövbe/55). Kur’an gerçekten hayatın dengesini sağlamak isteyen bir kitaptır. Yoksulu ve varlıklı insanları bu dengenin kurallarına uymaya çağırır. Ama insan sürekli bu dengeleri zorlayarak bozmaya, müstağnileşmeye, sapkınlığa ve mülk edinmeye doğru bilinçsizce koşmaktadır.
Son olarak duamız şu sözlerimiz olsun: Rabbimiz bize taşıyamayacağımız, yükü yükleme. Bize, bizi helak edecek mal verip onunla imtihan etme. Hiçbir kâfirin malına bizi imrendirme. Bizi malın kölesi ve kulu olmaktan koru. Ey! Sinelerin özünü bilen rabbimiz, hayatımızın başlangıç ve sonunu bilen yalnızca sensin, bizi kendi bahçelerimizde (servetimizde) bahçe sahipleri ve Karun gibi müstağnileşip, kibirlenip mazlum ve mağdur insanlara yüz çevirmekten koru. Özellikle bizim için kitabında anlattığın bahçe sahipleri kıssasından ders ve ibret almamızı bize nasip et. Rabbimiz bizi ateşe sürükleyecek ve yolumuzu şaşırtacak mülkü bize verme. Amin.
Allah razı olsun kardeş. Evet her birimiz Rabbimizin sunmuş olduğu bahçelerle (bağlara) belki imkanlarla imtihan oluyoruz. İnşaallah bahçelerimizden azda olsa verip bahçemizi (malımızı) temizleyip arınanlar dan oluruz. Acaba bahçe sahiplerinin fakiri gözetme sorumluluğu “Sana soruyorlar ne infak edelim. Deki; ihtiyaçtan arta kalı” veya “Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler” ayetlerinin kapsamında mıdır? Selam ve dua ile…
Aynen Mehmet abi. Ayetler yeteri kadar açık. Önemli olan az veya çok olması değil Allah istediği için ve gönülden vermeli. Yani o mazlum insanların dertleri ile gicümüz oranında dertlenmeli. Onların etnik kimlikleri nereden galdikleri biz asla ilgilendirmemeli. Allah’ın yapmadığı ayırımı biz yaparsak Allah korusun yaptığımız infakda boşa gider. Bize düşen kendi bahçelrimizde oyalanırken onlara sırt çevirmemek.
Gündeme uygun reçete
Rabbimiz ecrinizi versin 🤲 üstad