1: Kabaca 15. yüzyıldan önce devlet, bir aileye, bir soya yahut bir hanedana has, bunların hükümranlığı altındaki özel bir ‘mülktür.’ Mülkün sahipleri saraylarda ve kalelerde ikamet eder. Şahsi varlıklardır; somuttur, göz önündedir, bilinir, ellenip dokunulabilirlerdi.
A: Bunlar hukuku kendi belirlediği için hukukun üstündedir. Dolayısıyla hüküm ve buyruk onundur. Ordu onun ordusudur, mahkemeler onun mahkemesidir, yönettikleri insanlar onun hükümranlığı altında yaşayanlardır.
Hükmedilen toprak onundur. Toprağın üstünde yaşayan insanlar onun kullarıdır. Rızık ve güvenlik ondan bilinirdi dolayısıyla Rab/efendi oydu. Bir sorun çıktığında çözümü için ona baş vurulur, yardım ve bağış ondan istenirdi dolayısıyla ilah’ta oydu.
B: Devlet, yani saray, yani büyük kapı, bu kapıya hizmet eden ‘kapı kulları’ olan vezirleri, valileri, komutanları, hakimleri, aynı zamanda asker ve vergi kaynağı da olan mülkünden hisse verdiği ayanları/aristokratları eliyle yönetilirdi. Bilginleri ve ruhbanları eliyle de ‘normal kulların’ itaati ve saygısı sağlanırdı.
Kaşgarlı Mahmud’un özetlediği üzere bu devlet diyordu ki:
-Yasalarıma uy,
-Vergimi ver,
-Dostumu dost düşmanımı düşman bil.
C: Bu devlet türünde muhalefet ya da isyan iki gerekçeye dayanırdı:
İlki, yüksek kademede vazifeli memurların, ganimetlerden alınan payların, toprak imtiyazlarının, vergiden muafiyetin, hazineden dağıtılan ikta’nın “bizim” soya yahut taraftarımıza hak ettiği kadarının verilmediğiyle irtibatlı olarak.
İkincisi, doğrudan devlet olma hakkının iktidardaki soya ve hanedana değil bizim soya ve hanedana ait olmasıyla irtibatlı olarak.
2: 15. yüzyıldan sonra tarih ve toplum değişti. Buna dayalı olarak veya bu sonuca sebep olarak hukuk sistemi, siyasal düzen ve ekonomik sistem değişti; bilgi biçimi, bilginin kaynağı, üretimi ve amacı değişti; insan-toplum-doğa kavrayışı ve bunlar arasındaki ilişki biçimi değişti; modern çağ başladı, modern insan oluştu. Doğal olarak devlet de modernleşti.
Devletin bu tipinde devlet, bir aileye yahut hanedana mahsus olmaktan çıktı ‘halka’ ait, halkın ‘mülkü’ sayıldı. Halk, soyut bir kavram olup gerçek bir varlık değildi; duruma ve şartlara göre tanımlanandı dolayısıyla onun sahibi olduğu devlette, soyut bir varlık olacaktı.
Artık devlet gayr-i şahsi, hükmen ve hukuken var olan, soyut bir varlıktır; yasaları ve kurumlarıyla somutlaşır. Halkın dışında ve üstünde ayrıca organize olmuş bir varlıktır. Halkın seçimle belirlediği temsilcileri eliyle yönetilir ama kurumları, kurumsal mevzuatı, yüksek bürokratlarıyla ayrı bir varlık olmayı sürdürür. İktidarlar gelip geçer ama o oradadır, bakidir.
A: Modern devleti devlet kılan şey onun bir hukuku olmasıdır. Asıl iktidar budur. Hukukun neye dayandığı, adil mi zalim mi olduğu bahsinden bağımsız olarak bu hukuk, kurucu irade ve kadro tarafından belirlenmiştir. Devlet de buna uygun olarak teşkilatlanmıştır. Kendisini yönetecek iktidarlar, o hukuka göre kurulu yahut kurulacak iktidarlardır.
Modern paradigmanın iki ana paradigması/mezhebi olan liberalizm ve sosyalizm, devlet konusunda farklı düşünür.
Liberallere göre devlet, parlamenter demokrasidir; güçler ayrılığı ilkesi vardır; serbest ve adil seçimle belirlenen temsilcileri eliyle yönetilir; kararlar müzakere yoluyla alınır; çoğunluğun kararı geçerlidir; kararlar denetlenir. Girişimci birey özgürdür; ticaret serbesttir; bireyin özgürlüğünü kısıtlayacak hiçbir şey kabul edilmez.
Liberalizm denen aslında, serbest pazar ekonomisini savunan, sermayenin hükümran olduğu, devletin imtiyazlarla yasal olarak onu koruduğu, diğerlerinin o imtiyazlara erişiminin yasalarla engellendiği kapitalizmin kendisidir. Ve liberalizm, halk çoğunluğunun baldırı çıplakları seçimle iktidara getirip imtiyazlarını iptal etme ve servetlerine el koyma tehlikesi içerdiği için demokrasiye karşıdır.
O sebeple liberalizm parlamenter demokrasi taraftarıdır. Çünkü parlamento, sadece müzakere edilecek, müzakereler sürdükçe adil ve dürüst kararlar alınamayacak siyasi bi merkezdir. Tarihi boyunca da halk yararına bir karar alamamıştır.
Modern toplum fazlasıyla girift, iç içe girmiş karmaşık işler ve alanlarda işleyen, okuma yazma mecburiyetine dayalı karmaşık bir hayatı yaşıyor. Bu sebeple uzmanlık denen mesleklere ve yetişkin uzmanlara mahkumiyet söz konusudur.
Dolayısıyla parlamento üyeleri müzakereyle, istişareyle karar alamazlar. Üyeleri, parlamentoda kurulu uzman komisyonların, bu komisyonlar işinde uzman olanların, uzmanlar da büyük sermayeye hizmet sunan bilim ve teknik insanlarının etkisi altında alınan kararların onay makamıdırlar. Buna rağmen seçim, temsil ve parlamento halkın gözünde demokrasi oyununu sürdüren gösterişli bi merkezden gayrisi değildir..
Sosyalizm, kapitalizm karşıtı bir paradigmadır; adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzen taraftarıdır. Devleti, sermayenin bir baskı aracı olarak görür. Buna bağlı olarak devleti bir düşman olarak niteler, devletsiz bir toplumsal düzen ister. Dolayısıyla bireyci liberalizme karşı toplumcudur, özel mülkiyete karşı kamu mülkiyetçisidir. Siyaseti parlamento dışında yapar, hakiki demokrasinin de bu olduğunu savunur.
B: Bu tür devleti de (sosyalistlerde emekçi sınıfın/halkın temsilcileri) bürokrasi yönetir. Bürokrasi, alanında uzman ve yetkinler kadrosudur. Bürokrasinin akrabalık ve soy bağından kopmuş olması, liyakat ve ehliyete sahip bağımsız ve özerk başka bir sınıf olması beklenir. Bu sebeple “ortak akıl” ve “müzakere/istişare” ve “çoğunluk kararı” şartı aranır.
Ordu, emniyet güçleri, mahkemeler ve mecburi eğitim kurumları devletindir; bunlar devlet namına örgütlü bürokrasinin kendisidir. Devlet, ideolojik değer yargısını üretip yayan yeni bir ruhban sınıf aracılığıyla rıza ve itaat işlerini sağlar. Bu işleri yapanlar, iktidarların tarih yazıcıları başta olmak üzere akademya, medya, parlamento üyeleri, partiler ve sivil toplum örgütleridir.
Devletin bu türünde, devletle halk yahut birey arasında sivil toplum denen “aracı” kurumlar vardır. Bunlar, devlete, iktidarın buyurganlığına, dini ideolojik dayatmalara karşı birey hak ve özgürlüklerini savunur. Siyasi partiler; üniversiteler; dini-mezhebi ya da etnik-kültürel alanda etkinlik yapan vakıflar-dernekler-tarikatlar; cinsel tercih-kadın-çevre haklarını savunanlar vs birer sivil toplumdur.
Kaşgarlı Mahmud’un devleti tanıtırken özetlediği üç temel unsur bu devlet tipinde de aynen geçerlidir: Devlet, yurttaşlık bağıyla kendisine bağlı halkından ‘yasalarına ve kurumlarına itaat etmesini; vergisini vermesini; dostunu dost düşmanını düşman bilmesini’ ister.
Bu devlet türünde de güvenlik ve iş imkanları devletten beklenir; bir sorun çıktığında onun çözmesi beklenir; sıkıntılı bir halde ona başvurulur. Şu farkla ki gelişmiş sanayi toplumları üniter değil eyalet tarzı özerk yapılanmayla detay farklılıklar arzeder.
C: Bu devlet türünde de muhalefeti iki kategoride toplamak mümkündür:
İlki, liberal kapitalist ve parlamenter demokrasi içinde ve dahilinde kalıp, devletin kendisine, ait olunan dini-mezhebi yahut etnik-kültürel grubuna verdiği hakları ve imkanları yetersiz bulup daha fazlasını istemekle irtibatlı olarak var olanı. Ki bu siyasal partilerin bildik iktidar çatışması olarak yansır; temsil edilen kitlenin devlet imkan ve gücünden daha fazla istifade etmesini sağlar. Muhalefetin niteliği iktidarın değişmesiyle sınırlıdır dolayısıyla başka bir toplum modeli ve siyaset tarzı talebi yoktur.
Faşizmin ve muhafazakarlığın bu kategorideki muhalefetinin farklı bir tür temsiliyet olarak görmek mümkündür. Şu farkla ki, ilki, kendine has bir tarih, dil, örf, aile, kabile ve milli kültür iktidarı savunurken siyasi, ekonomik, mali, hukuki ve dış politika tarafında liberal kapitalisttir; ikincisi, ahlaki, manevi ve geleneksel değerlerin yok sayılmadığı bir toplumsal yapıyı savunurken diğeri gibi siyasi, ekonomik, mali, hukuki ve dış politika tarafında liberal kapitalisttir.
Muhalefetin ikincisi, parlamenter demokrasinin ve liberal kapitalizmin kendisine muhalif olan muhalefet; modern çağda bunu sosyalistler temsil etti. Bu muhalefet, eşitlikçi ve adil başka bir toplum modeli, gerçek demokratik bir siyaset talebiyle bilinir.
3: İki maddede bahsedilenler, “doğa-toplum-insan-yaratılış-varlık” hakkında; bunlar arasındaki ilişkiler hususunda; tarihsel ve toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinde ve aşamalarında; modern tarih anlatısına, evrim kurallarına, aydınlanmacı bilime ve rasyonel akla güvenenler için bir özetti. Bu özet şahsi fikrim olmayıp kendilerinin fikridir; fikirlerinin bir kaç yüz yıllık pratik sonuçlarıdır.
Başka bir bilgi kaynağı ve biçimine; değerler skalasına; dünya hayatı ve içinde yaşananlara; tarih yorumuna ve modellemelere dair farklı bir bilgi ve bu bilgiye dayalı pratik sunan İslam’da bu işler farklı oluştu ve gelişti. Orijinalde İslam’ın toplum ve devlet anlayış nasıldı, uygulamadaki sahihlik ve sapmalar nasıl oluştu ve gelişti, modern çağa erişildiğinde ne duruma gelindi?
Bu bahis ayrı bir bahistir zira işin özünü ve kendisini oluşturan paradigmatik bir fark vardır. Her ne kadar Müslümanlar da, tarihsel akışta ve toplumsal değişim ve dönüşüm aşamalarında dünya milletleri içinde oluşup gelişen devlet ve toplum anlayışından ve uygulamasından karşılıklı olarak etkilense veya etkilese de;
Esas olan şey paradigma farkıdır. Dünya hayatı, dünya görüşü, geçmişi okuma ve bu günü değerlendirme bakımından ve dolayısıyla nasıl olunması gerektiğinden hareketle, iş bu paradigmatik fark dikkate alınmazsa, Müslümanların da modernleştiklerinden, modern paradigmanın içinde kalarak kitap ehline dönüştüklerinden bahsetmek icap edecek. Bu, yukarda özetlenen modern öncesi devleti ve toplumu savunmak manasına alınmamalıdır.
Müslümanların tarihi ve toplumsal süreçleri ve aşamaları İslami paradigma ile okunduğunda farklı sonuçların çıkacağını söyleyip bahsi kapatalım. Bu arada bir hakikati nakledip gereksiz tartışmaların veya kafa karışıklığının önünü kapatalım:
Devlet kelimesi ve çağrıştırdığı şeyler, modern çağın şartları ve icabı olarak ortaya çıkmış şeyler değildir. Kur’an’da kullanılan bir kelime olduğu gibi M.750’lerde Abbasi hanedanlığı, devleti yahut imparatorluğu için söylenmiş, konuşulmuş, yazılmış ve kullanılmış bir kelimedir. Dolayısıyla literatürümüzde vardır.
Hüseyin Alan / İktibas Şubat Sayısı