Haydi, Yaşadık Yine!..
Alman Volkswagen, bir fabrika daha kuruyor. Hesabını kitabını yapmış. Türkiye’nin de otomobilde kendi adına bir fabrika kurma niyetini hesaba kattığında, rakiplerinin sayısı artacak. Bu durumun rekabette kendisini zorlayacağından, üretimde maliyeti düşürmek için paçalarını sıvamış…
Maliyeti düşürmede en etkili yolun emeğin üzerinden geçtiğini bilen Almanya, yeni nesil araba üreterek bu husustaki hüner ve ustalığını dünyaya sergilemeyi, kendileri için şan ve şeref meselesi sayıyor. Neticede karar vermişler, fabrikalarını işçi ücretlerinin DÜŞÜK TUTULDUĞU bir memlekette kurmaya…
Zira bunun iki yolu bulunuyor. Ya düşük ücret cennetine gideceksin, ya da bütün işlerini robotlara yaptıracaksın…
Dünyayı arayıp taramışlar. Görmüşler ki, Bulgaristan ile Türkiye, emek bakımından cehennem değerinde. Buralarda üretimde birim başına döktürülen ter, dünyanın en ucuzları arasında…
Şimdi karar vereceklermiş…
Fabrikayı hangisinde kuralım, Türkiye’de mi, Bulgaristan’da mı?…
•
Almanlar; Türkiye’yi seçer de bizim topraklarımızda bir fabrika kurup çalıştırırsa, iyi kötü beş-on bin işsizimize ekmek kapısı açılmış olacak. Bir o kadar ailenin karı koca kavgaları nispeten hafifleyecek. Devlet bütçesinin gelir kalemleri canlanacak, özel okul talebe sayısında elbette az da olsa bir artış görülecek…
Bu bir gerçek, acı da olsa, bir gerçek…
Amma, fena mı?
Hem cennet, hem cehennem, adamına göre…
•
Ekonomi edebiyatında üretimin nesnel ağırlığıyla sağladığı fayda arasında bir nispi mukayese ilişkisi vardır…
Demirel, kendini diğerlerine nispet üstün ve başarılı göstermek istediğinde, bu denge formülünü çok kullanırdı. Köylü, Demirel hükümetlerinde bir traktörü üç ton buğday karşılığında alırken, ondan sonra gelenlere, çeşit politika oyunlarıyla traktörün fiyatını beş ton buğdaya yükselttirdiğinde, şapkasını kimselere kaptırmadan, sandıkları seçim meydanlarından silip süpürürdü…
•
Emek borsasına göre birim otomobil maliyetini Almanya’ya nispet daha da aşağılara düşürecek bir memleket olmaya Bulgaristan’ın talip olup olmayacağını bilmiyoruz. Amma biz, isteriz ki gelsinler. Burası bir cennet!..
Eğer biz, birim araba başına Türk emeğini Alman emeğine nispet, gerçek anlamıyla düşürmüş ya da, nasıl olursa olsun siyasetten, bunun uzun vadeli garantisini verdiğimizde, aynen paramızda olduğu gibi, işçi üzerinden uzun vadeli emek devalüasyonuyla, Cehennem tahkimlenmiş olur…
Bu da bir gerçek, acı da olsa, en azından beş-on bin işsizimiz iş bulacak…
Başta ABD olmak üzere tüm Avrupa’nın ülkemizdeki askeri darbeleri tasvip ve kışkırtma sebebi de budur…
Askeri bürokrasi, güdümüne aldığı sözde milli hakimiyeti kullanarak emek ücretini hep düşürdü. “Ekmek” diyenlerle, “namaz niyaz düşkünlerini” de, elindeki süngüyle, Atatürk adına kıçüstü yere çaktı…
Böyle olmasaydı hiç şüphesiz Ecevit, Amerika’nın Kemal Derviş’in eline tutuşturduğu kanun tasarılarını ORTANIN da SOL DAYANAĞINA YASLANARAK anında sıpıtıp çöp tenekesine atmaz mıydı, atamaz mıydı?..
Amma atmadı, atamadı, attırmadılar…
Bu olgunun iktisadi coğrafya dilindeki anlamı şudur;
Emek değeri bakımından düşük insanların ülkesi olmak. Açıkçası, sömürülmektir…
Yarın Volkswagen Türkiye’yi tercih eder de, fabrikası burada araba imal etmeye başlarsa, bizim bir işçimiz, onların yarım işçisi değerine indirilmiş olacak…
Peki, bu utanılası manzara, siyaset ve politika dünyasında kimin ve kimlerin eseridir?
Hiçbir politikacının cevap vermeğe cesaret edemeyeceği bir sualdir bu. Evet, kimin ve kimlerin ortak eseridir bu perişanlığımız?..
İdris Küçükömer, bu suçu, kendini solcu sananlarda görürdü…
Ne kendini Müslüman görenler de, ne de liberalliği kimselere bırakmayanlardadır, sorumluluk…
Aidiyeti belirsizdir. Boşuna suçlu aramayın…
•
Hepimizin elinde telefonun aynalısı, hepimiz borçlu, sokaklara girilemiyor araba parkı, çünkü milletçe kıçımızın altında birer araba, toprak küskünse de patatese kapılar açık ve hepsinden de öte, ayakkabı tamircilerine artık iş yok…
Daha nemiz eksik!..
Akit / Atilla Özdür