Son günlerde aile bitiyor, yok oluyor feryatları daha bir aşk ile yükseliyor. Sanki aile son otuz yıldır yara alıyormuş gibi …
Tarihe nostaljik olarak bakma konforundan vazgeçmeyenler kendi ideal aile profilini, tarihin bir dönemine yerleştirme hürriyetine sahip elbette. Ne ki bu hürriyet ile söylenmiş hamasi sözlerin toplumsal gerçeklik içinde kendine anlamlı bir yer bulması mümkün değil.
İçinde bulunduğumuz şartları iyi değerlendirebilmek için öncelikle doğru önermelerden yola çıkmamız gerekiyor.
Aile kurumunu nereye gittiğini kavrayabilmek için en az 300 yıl geriye gitmek şart. Neden 300 yıl?
Aile, Endüstri Devrimi’nden bu yana darbe alıyor. En büyük darbeyi de babalar aldı.
Endüstri Devrimi ucuz iş gücü olarak çalıştırılan çocuk gerçeğini ortaya çıkardı. Sosyal politikalar ile çocukların sömürülmesinin önüne geçilmesi, mecburi eğitimin her çocuk için şart koşulması, fakir çocukları devletin besleyip büyütmesi ile birlikte “babasız çocuk büyütmek daha mı iyi sorusuna” cevap arayan bir takım felsefi argümanlar ortaya atılmaya başlandı.
Komplo teorilerine yaslanmadan şu gerçeğin altını evvela kalınca çizelim: Endüstri devriminden bu yana ailedeki babalık kurumu zayıflamıştır.
Çatışmanın odak noktası tam burasıdır: İslamiyet ailenin korunmasından ve değerlerin aktarılmasından kavvam olarak erkeği/ babayı mesul tutmuştur.
Endüstri Devrimi’nden bu yana babanın rolü ve elbette hakları elinden alınmış, babanın rolünü devlet üstlenmiştir.
Batı dünyasında babanın azalan rolü üzerine pek çok çalışma var. Bizde babanın azalan rolü üzerine çalışmalar yeni yeni yapılmaya başlandı. Ama tuhaf bir şekilde İslamcı aydınlar ailenin bütün mesuliyetini kadınlara yükleyerek erkeği ailenin dışında tutan Batılı filozoflarla aynı şeyi savunmuş oluyorlar. Aynı şeyi savunuyorlar ama niyetler başka.
Ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye size İngiliz filozof Bertrand Russell (1872-1970) Evlilik Ve Ahlak kitabından notlar sunacağım.
Evlilik ve Ahlak kitabı Türkçe ‘ye 1963 yılında tercüme edildi. Russell kitabında uzun uzun babasız çocuk yetiştirmenin çocukların lehine olacağından bahsediyor.
Muhtemelen bu görüşü kendi hayat hikayesinden çıkardı. Malum kendisi dört defa evleniyor, ve ikinci kadın birincisi ile henüz evli iken hayatına giriyor.
Ünlü mantıkçı ve filozof B. Russell’ın satırlarıyla sizi baş başa bırakıyorum.Buyurun:
“…Babanın rolünün gerekli olup olmadığı üstünde düşünmeliyiz” (s.96)
“Aileyi yeşerten köylü ve tarımcı toplulukların ekonomik şartlarıydı. Çoğu kimseler için esir çalıştırmak mümkün değildi. Bu yüzden biricik çare işçi yetiştirmekti.” (s.98)
“Küçük çocuklar fabrikalarda çalıştığı sürece ailenin geçim kaynağı idi…Fabrika kanunu bu gibi sömürmeye son verdi. Çocuklar bir geçim kaynağı olmaktan çıktı, yük olmaya başladı.” (s.101)
“Günümüzde aile ,Devletin son kalesine kadar zayıflamıştır. Aile şaşaalı günlerinde, yaşlı bir dede, bir sürü yetişmiş oğul ,karılar, çocuklar-hatta belki torunları da- hepsi bir evde yaşardı, hepsi ekonomik bir birlik içinde işbirliği yapardı, hepsi dış dünyaya karşı günümüzün militaristtik uluslarının vatandaşları kadar cephe almış durumdaydı. Günümüzdeki aile, ana, baba, bir de çocuklardan ibarettir ama çocuklar bile Devletin kararıyla zamanlarının çoğunu okulda geçiriyor, orada Devletin kendileri için neyi uygun bulduğunu öğreniyorlar, anne babalarının neyi uygun bulduğunu değil…Devlet sağlığını koruyor, ana baba yoksulsa çocuğu besliyor. Babanın ödevi böylece iyiden iyiye azalmış oluyor, çünkü görevlerinin çoğunu Devlet üstüne almış bulunuyor.” (s.102)
“Bugün babanın en önemli yeri, orta sınıf halkta; çünkü yaşadığı ve iyi bir gelir sağladığı süre, çocuklarına pahalı bir eğitim sağlayabilir.” (s.102)
“Babanın çok geçmeden ortadan kaldırılması mümkündür,-hiç de olmayacak bir şey değil bu- zengin sınıflar bir yana (onları da sosyalizm kaldırmazsa). O zaman kadınlar çocuklarını belli bir babayla değil, Devletle paylaşacaktır, istedikleri kadar çocuk sahibi olabileceklerdir, babaların hiçbir sorumluluğu olmayacaktır.”
“Aslında bir babanın çocukları üstündeki psikolojik faydası nedir?(…) Babaları bebekken ölen çocuklar, bildiğime göre, ötekilerden daha kötü olmuyor. Şüphesiz ideal bir baba hiç yoktan iyidir, ama babaların çoğu ideal olmaktan o kadar uzaktır ki, var olmamaları çocuk için olumlu bir faydadır.” (s.111)
“Babaların olmadığı bir toplumun çocuklar için-her ne kadar az diyorsak da-boşanması sık olan bir toplumdan daha iyi olduğunu sanıyorum.”
B. Russell’ın 1950’lerde dile getirmiş olduğu görüşlerini okudunuz.
O dönemde Russell henüz Platon’un çocukları anasız, babasız büyütmesi görüşüne uzak duruyor olsa da yaşasaydı bugün Platon ile hemfikir olabilirdi…
Yeni Şafak / Fatma Barbarosoğlu