Bundan tam 30 yıl önce, 28 Şubat 1991 günü Orta Doğu acı bir katliamla sarsıldı. Kuveyt’i işgal ettiği için ABD ve müttefiklerinin yoğun hava bombardımanlarına maruz kalan ve ağır kayıplara uğrayan Irak, 1991 yılının Şubat ayı sonlarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 660 sayılı kararına uymayı kabul etmiş ve Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Irak ordularına işgal ettikleri Kuveyt City’den çekilme ve ülkelerine dönme emri vermişti. Çekilme büyük ölçüde 27 Şubat’ta başlayacaktı.
Dünya rahat bir nefes alabilirdi, zira Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği 2 Ağustos 1990 tarihinden itibaren bölgede gerilim çok hızlı bir şekilde tırmanmıştı. ABD ve müttefiklerinin bölgeye aylar süren askeri yığınağı sonucunda 16 Ocak 1991’de Çöl Fırtınası adı verilen operasyonla “Körfez Savaşı” başlamış ve Bağdat’ın üzerine durmaksızın Koalisyon uçaklarının bombaları yağmaya başlamıştı. Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’ten çekilme kararı almasıyla nihayet artık “savaş bitti” diyebilirdik.
Ama diyemedik. Çünkü Bağdat yönetimi yenildiğini kabul etmiş bile olsa, dönemin ABD Başkanı George Bush çekilen Irak ordu birliklerinin adeta tören havası içinde bir karayolundan ricat ederek arz-ı endam eden varlıklarını Irak askeri mekanizmasını bütünüyle imha etmek için büyük bir fırsat olarak görmüş ve kaçırmak istememişti. 28 Şubat günü Amerikan uçakları, 80 nolu otoyolu kullanmak suretiyle Kuveyt City’den Irak’ın Safvan bölgesine, oradan da Basra şehrine çekilmekte olan ve hiçbir şekilde muharebe halinde olmayan Irak ordu birliklerini 10 saat boyunca bombalayarak imha etti.
Hem de aralarındaki sivil araçların varlığına bile aldırış etmeksizin.
Savaş sırasında bazı temel insani değerler temelinde uyulması gereken devletlerarası hukuk kurallarını belirleyen Cenevre Sözleşmelerinin hükümlerini hiçe sayarak…
O gün o otoyolu üzerinde 10 bin civarında insan orantısız bir şiddetin kurbanı olarak hayatını kaybetti. 80 numaralı otoyolun da adı, üzerindeki araç enkazları ve insan cesetlerinden ötürü “Ölüm Otoyolu”na çıktı.
ABD eski başsavcısı Ramsey Clark‘ın bile Cenevre Sözleşmesi’nin 3. Maddesini açıkça ihlal eden “insanlık dışı bir savaş suçu” olarak gördüğü bir olaydı bu. Bir katliamdı. Ölüleri bize göstermeyen, 1,5 aya yakın bir süre sadece savaş uçaklarının “cerrahi keskinlikteki vuruşlarını” (surgical strikes) içeren video klipler yayınlamakla yetinen Körfez Savaşı’nın lordları o günkü katliamının görüntülerini de kamuoyundan saklayacaktı. Batı medyasında bütün bir Körfez Savaşı boyunca sadece bir kez ölmüş bir insan görüntüsüne rastlayacaktık. O da o 80 numaralı otoyolundan 28 Şubat tarihinde kaçmaya çalışırken Nasıriye yakınlarında isabet almış bir kamyonun içinden çıkmaya çabalarken yanarak ölmüş ve cesedi büyük ölçüde kömürleşmiş bir Iraklının görüntüsüydü bu.
Göz çukurları seçilebilen bu kara cesette dudaklar yoktu, bu yüzden üst dişler çok net görülüyordu. O gün bu katliama tanık olan gazeteci Kenneth Jarecke tarafından çekilen bu fotoğrafı yayınlamayı çok az sayıda medya kuruluşu yayınlamayı tercih edecekti. Onlar da, muhtemelen “nasılsa savaş bitti, kamuoyu algısı üzerinden gidişatı etkileme ihtimali olmaz” diye düşünmüşlerdi. En azından tek bir kişi “temsili” olarak savaşın son gününde ölmüş gösterilebilirdi.
İngiliz Observer gazetesi (daha sonra da Fransız Liberation gazetesi) bu yanarak can veren Iraklının görüntüsüne yarım sayfa kaplayacak şekilde yer vermeyi seçen Batılı medya organları olarak tarihe geçtiler. Oysa medya dünyasının geri kalanı fotoğrafı yayınlamamayı tercih ettiği gibi, bunu “etik bir tercih” olarak göstermiş, hatta Observer’ı “etik ilkelere aykırı davranmamakla” suçlamıştı.
“Kimsenin yayınlamak istemediği savaş fotoğrafı”
Bütün bu tartışmalar Kenneth Jarecke’i çok şaşırtmıştı. O savaşın popüler ölçekteki tek taraflı, “steril” anlatımına meydan okuyan nadir bir numune buldukları için medyanın mutlu olacağını zannetmiş ama yanılmıştı. “Bir miti çökerten bir görüntü varsa elinizde, bunun yaygın bir şekilde yayınlanacağını zannediyorsunuz” diyordu Jarecke. Geçmişi 1857’ye dayanan The Atlantic dergisi, 8 Ağustos 2014 tarihli sayısında, Amerikalı foto muhabirinin bir katliamın en açık, en bariz sonucunu gösteren fotoğrafından, “Kimsenin Yayınlamak İstemediği Savaş Fotoğrafı” olarak söz ediyordu.
Fotoğraf aylar sonra bir Amerikan dergisinde, American Photo‘nun Temmuz-Ağustos 1991 tarihli sayısında “The Image of War” başlığıyla yer aldı. Dergi, yazıyı okurlarına “korkunç ve ihtilaflı fotoğrafın ardında yatan hikâyeyi” anlatıyoruz, şeklinde sunmuştu. Ama hakikate itibar edilmiyordu. İtibar savaşaydı. Gerçi savaşa itibar varsa da, ölüsü size hizmet etmeyecekse, savaşın ölümlerine de hiçbir şekilde itibar edilmiyordu. Oysa, Jareck, “eğer bunun fotoğrafını çekip yayınlamazsam annem gibi insanlar savaşın televizyonlarda gördükleri şey olduğu zannedecekler” diyordu.
Jarecke’in 28 Şubat 1991 tarihli fotoğrafı “Kimsenin Yayınlamak İstemediği Savaş Fotoğrafı” olarak tarihe geçmişti. O gün yaşanan “Ölüm Otoyolu Katliamı” için ise bugün “30 Yıl Önce Yaşanan Ama O gün Unutulan Katliam” diye söz etsek, sanırım yanlış olmaz.
O tarihten 12 yıl sonra oğul Bush’a Baba Bush’un Ölüm Otoyolu’nda yaptığı da yeterli görünmeyecek ve bakınca “işin yarım kaldığını” düşünecekti. Bu kez de, Sheffield Forgemasters isimli bir İngiliz çelik üreticisi firma tarafından Bağdat’taki bir tesise petro-kimya sanayinde kullanılmak üzere ve İngiltere hükümetinin onayıyla satılan standart çelik boruları, “Saddam ‘süper top’ yaptı, yapıyor” diye pazarlayıp, Irak’ın elinde kitle imha silahı olduğu yalanını uyduran savaş lordları bölgeyi yine ateşe vereceklerdi.
Aslında Jareck’in fotoğrafı, kimsenin yayınlamak istemeyeceği ne ilk ne de son savaş fotoğrafı olacaktı. Orta Doğu o tarihten sonra daha ne elim savaşlara ve savaş görüntülerine sahne oldu. Ve varsa, ölümün bir müstehcenliği, o da Ortadoğu’nun kaypak çöllerinde iyice eriyip gitti. Buna rağmen yine bunların bazıları “kimsenin yayınlamak istemediği savaş fotoğrafı” türünden oldu. Savaşlarda yaşanan bazı ölümler de “kimsenin hatırlamak istemediği ölümler” oldular. Tıpkı IŞİD elinde vahşice infaz edilen Sefter Taş ve Fethi Şahin’in ölümleri gibi.
Daha birkaç gün önce bir başka ölümlü facianın yıldönümü idi. 27 Şubat 2020 günü Suriye’de yer alan M-4 Otoyolunun güneyindeki Balyun yerleşiminin civarında yol almakta olan bir Türk askeri konvoyunun uğradığı hava saldırısında 34 Türk askeri hayatını kaybetmişti. İsimlerinin hiçbirini hatırlamadığımız askerlerin ölümlerinin birinci yıldönümünde neredeyse tamamen unutulmuş görünüyorlar.
30 yıl önce yaşanan katliamda “korkunç ve ihtilaflı fotoğrafın ardında yatan hikâyeyi” anlatan en azından biri vardı. 30 yıl sonra yaşananlarda ise ortada ne bir fotoğraf ne de hikâyeyi bütün açıklığıyla anlatan vardı.
T24 / Akdoğan Özkan