Ziya Paşa’nın dediği gibi “Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı.”
Bizim ılımlı, Batılıların “Modern İslam” dedikleri ile “Radikal” ve “Geleneksel İslam” tabirleri Batılıların tanımlamaları.
Sufi, Harici, Ehli Sünnet, Şii gibi daha onlarca, yüzlerce ayrı görüş, mezhep ve tarikat ile ilgili isimlendirmeler ise bize ait.
Sadece bunlar değil, mesela; Ortadoğu, niye Ortadoğu, neye, nereye göre Ortadoğu?
O ve daha birçok şey de Batılılara göre öyle.
Japonya, Vietnam, Kore, Çin Uzak Doğu; Türkiye, Filistin, Hicaz, Irak… Ortadoğu!
İlk başta dirensen, istemesen de bir müddet sonra dünya literatürüne yerleşmiş bu tabirleri kullanmak zorunda kalıyorsun.
Her ne ise! Ya Allah, ya Sabır!
Batılıların İslam ve Müslümanlarla savaşları 1400 yıldır devam ediyor. Aslında sadece Müslümanlarla değil, Latin Amerika’dan, Afrika’ya; Hindistan’dan Avustralya’ya kadar çıkarları için herkesle savaşıyorlar.
Cepheden savaşın yanında içten de her türlü yöntemi kullanıyorlar.
Siyasal analizleri ile ünlü, rahmetli Mahir Kaynak “Çoğu kez cepheden saldırılarla sonuç almak mümkün değildir. En etkili yöntem içeriden müdahalelerde bulunarak, iç çatışma çıkarmak veya içeriden çürütmektir” derdi.
İç savaş bir toplumun yaşayabileceği en büyük felakettir.
Cemel, Sıffin vakaları, Hz. Ali ile Hariciler arasındaki Nehrevan Savaşı ve Kerbela olayı İslam tarihinde hiçbir dış düşmanın yapamadığı yıkımlar meydana getirdi.
İslam Dünyası, 14 asırdır bu tahribatların etkisi altında ve bir türlü tarihin girdabından çıkamıyor.
Bugün de Lübnan Hizbullah’ı Suriye’de Baas rejiminin yanında İhvan-ı Müslimin’e karşı savaşıyor, Yemen’de Sünnilik ve Zeydilik adı altında bir başka dram yaşanıyor.
Bu yeni savaşlara “Vekalet Savaşları” deniyor.
Batılıların İslam ve Müslümanlarla savaşlarını bir de bu yönden değerlendirmek gerekir.
1945’te 2.Dünya Savaşı’nın bitmesiyle dünya; yeni bir soğuk savaş dönemine girdi; ABD ve Sovyetler Birliği nüfuz bölgeleri olarak paylaşıldı.
Sovyetler Birliği’nin ve Komünizm’in yayılmasını engellemek için İslam ülkelerinde İslami yapılar desteklendi. Özellikle geleneksel İslami anlayışın temsilcileri olan tarikat ve cemaatlerin önü açıldı.
Türkiye’de de Tek Parti döneminde rejime direnen, büyük zulümlere uğrayan, kökleri kazınmak istenen tüm İslami yapılar böylece soluk alarak, güçlenmeye başladı.
İslam ülkelerinde Komünist-Sol örgütlenmelere karşı en büyük direnci bu yapılar gösterdi. Bir nevi Komünizme karşı set görevi gördüler.
Bu yeni stratejiye “Yeşil Kuşak Projesi” adı verildi.
Bu dönem 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline kadar devam etti.
Afganistan’ın işgali ile birlikte “Allahsız Komünistlere” karşı savaş gereği ortaya çıkınca CIA ve Suudilerin organizasyonu ile çoğunluğu Selefi-Vehhabi çizgisindeki örgütler devreye sokuldu.
Afganistan’da, büyük bir kısmı Sünni ve Hanefi olan tarikatlar da cihat kutsanarak bunlara monte edildi.
Aynı dönemde İran İslam Devrimi’nin de olması Müslümanların kafalarını karıştırdı.
Bir yanda ABD ile düşman İran devrimcileri, diğer yanda ABD ile birlikte Komünistlere karşı cihat eden Afgan Mücahitleri.
Batılılar bu her iki kesime de “Fundamentalist-Radikal İslam” adını koydular.
El Kaide, El Nusra, İŞİD (DAİŞ) gibi örgütler bu yeni dönemde örgütlendi.
Batılılar, bir yandan bu örgütleri kontrol altında tutarak kullanırken; bir yandan da öcüleştirdiler.
İnsanları köle pazarlarında satan, kafa kesen, tecavüz eden “İslamcı militanlar” imajını yerleştirdiler.
Başını Graham Füller gibi ABD’li stratejistlerin çektiği bir grup ise, ABD-Avrupa Birliği ikilisinin uzun vadede Çin-Hindistan öncülüğündeki Uzak Doğu ile baş edemeyeceğini, dünya hakimiyet savaşında Ortadoğu’ya egemen olanın büyük bir üstünlük sağlayacağını; bu nedenle Ortadoğu ve İslam Dünyası’na yeni bir format atılması gerektiğini ileri sürdüler.
Türkiye’nin model ülke olmasını savunanlar, bu doğrultuda bir anlayışa sahip Fethullah Gülen Hareketi, Anavatan Partisi ve AK Parti’yi desteklediler.
Batı ile barışık, Ortadoğu’ya demokrasi ve özgürlük vaad eden, cihat ve şeriatı dışlayan bir İslam anlayışı yeni dönemin paradigması oldu.
Ilımlı İslam’ın ilk örneklerinden biri Hindistan’daki Kadiyaniliktir denilebilir.
Müslümanların İngilizlere karşı cihadını yasaklayan ve Batılı tarzda eğitim kurumlarına önem veren, İngilizler tarafında “Sir” ünvanı verilen Seyyid Ahmed Kadiyani “Cihatsız ve Şeriatsız İslam” anlayışının temsilcisidir.
Türkiye’deki Fethullah Gülen Hareketi ile büyük benzerlikler taşır.
Geleneksel İslam (Tarikatlar ve cemaatler), radikal Selefi İslami örgütler ve Ilımlı İslam’ın anatomik değerlendirmesi, analizi başka bir yazı konusudur.
Özetle ihtiyaca veya moda tabir ile konjonktüre göre;
Bir dönem “Geleneksel İslam”,
Bir dönem “Radikal İslam”,
Bir dönem de “Ilımlı İslam” desteklendi.
Ayrıca çoğu kez bunlar birbirleriyle de çatıştırıldı, Müslüman Müslüman’a kırdırıldı, tasfiye edildi.
“Biz de hiç bir suç yok, her şeyi Batılılar yaptı” diyerek işin içinden çıkmak doğru değil.
Maalesef Hz. Peygamber’in ölümünden hemen sonrasından başlayarak bu güne kadar ki 14 asırlık İslam tarihinde bugün İslam adına karşılaşılan her türlü olumsuzluğun yüzlerce, binlerce örneği var.
İslam’ın direklerinden Hz. Ali’ye bile kafir diyen Haricileri Batılılar icat etmedi, Yezid döneminde Medine’de her türlü yağma ve tecavüzün serbest bırakıldığı Harre olayını Batılılar yapmadı, Abbasi Halifesi’nin emrine girmeyen Ebu Hanife’yi Batılılar öldürmedi.
Adamlar, var olan ayrılık ve farklılıklar üzerinden ustaca satranç oynuyorlar, yaptıkları bu.
Bugün bir değerlendirme yapmak gerekirse; Geleneksel İslam da, Radikal İslam’da, Ilımlı İslam da kaybetti.
Tarikat ve cemaatler ‘Devletleştirildi/devletlileştirildi’, Radikal örgütler terörize edildi, Ilımlı İslam darbeye yönlendirilerek tasfiye edildi.
İslam ülkelerinde topyekun bir temizlik söz konusu!
Yahudi ve Hıristiyan Siyonistlerin başından beri Ilımlı İslam’a da karşı olduklarına inananlardanım.
“Ilımlı- ılımsız”, her türlü İslam’ı tehlike olarak görüyor, eninde sonunda işin aslına döneceğinden (Rücu edeceğinden) korkuyorlar.
Küresel güçlere çok güvenen ve onlarla birlikte 15 Temmuz 2016 darbesine kalkışan Gülen Cemaati’nin de “Ava giderken avlandığı ve bel bağladıkları tarafından tasfiye edildiği” görüşünü yabana atmıyorum.
Müslümanların topyekun bir muhasebeye ve durum tespitine ihtiyaçları var.
Bundan sonra ne yapılması gerektiği ancak salim bir akılla ve doğru bir muhasebeden sonra konuşulabilir.
Tabii o ‘Salim akıl’ bulunabilirse!
İndependent/Türkiyeden Sesler