İbn Teymiyye, “Akıllı kimse, iyiliği kötülükten ayırt eden kimse değildir. Akıllı kimse, iki iyilikten daha iyisini ve iki kötülükten daha kötüsünü bilendir.” der. Gazâlî de, “Ehem şey dururken mühimmi yapmak dalâlettir.” tespitinde bulunur. Mühim önemli, ehem ise daha önemli demektir. ”Ehem mühimme müreccahtır.” prensibiyle, ‘daha önemli’nin ‘önemli’ye olan önceliği dile getirilir. ‘Müreccah’, tercih edilen, öne alınan mânâsındadır. ‘Ehemmi mühimme tercih’, daha önemliyi az önemliye; daha lüzumluyu daha az lâzım olana; yine, iki kötüden daha az kötüyü, iki iyiden daha iyi olanı öncelemektir.
Mecelle kuralında, “Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.” denilmiştir. Bununla, kötülüğü defetmenin, faydanın temininden önce geldiği beyan edilir. Hayırların kapısının açılması için öncelikle kötülüklerin kapısı kapanmalıdır. Bir iş yapılırken, görüşlerin sıraya konulması; en önemliden başlanması gerekir. Tarla, tohum ekildikten sonra sürülmez; önce sürülür, sonra tohum ekilir.
Aslî olanı önceleme, İslâm’ın doğru anlaşılmasıyla beraber, bigâne kalınamayan ahvâli de doğru değerlendirme imkânı sağlar.
‘Aslî’, ‘zarûrî’ ve ‘estetik’ olmak üzere insanın üç temel ihtiyacının her boyutu bir diğeriyle ilişkilidir. İnsanî serüvende, ‘olmazsa olmaz’ ile ‘olsa daha güzel olur’; ‘olsa da mahsuru yoktur’ ayrıca, ‘asla olmamalı’ keyfiyeti, aslî olandan estetiğe; zorunluluklardan ruhsatlara yönelik değerler yelpazesindeki yeri gösterir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’e öncelikler fıkhına önem vermesini vasiyetle şöyle diyordu: ”Şüphesiz Allah Teâla’nın gündüzde bir hakkı vardır ki, onu gece kabul etmez. Allah’ın gecede bir hakkı vardır ki, onu gündüz kabul etmez. Kuşkusuz farz yerine getirilmeden, nâfile kabul edilmez.”¹
Düşüncesinde netleşmemiş insanların söylemlerinde tutarlılık, siyasetlerinde istikâmet beklemek beyhûdedir. Bu, siyasî istikâmetin mühim, siyasî istikâmet için doğru tasavvurun ise daha mühim olmasındandır. ‘Adalet-i mahzâ Adalet-i izafî’ye terk edilemez.’ Çünkü İslâm, bütüncül bir okumayı telkin eder. Allah’ın âlemler için tayin ettiği Kânûn-ı esâsî, Adalet-i mahzâ’yı öngörür. ‘Aslî ihtiyaç sathî yerde aranmaz!’ Ve istikâmet, öncelikle Kur’ân’ın telkin ettiği doğru tasavvurla temin edilir.
Allah (cc), maslahatın gerçek mânâda ne olduğunu, nerede olduğunu en iyi bilendir. Şerîat, kulun dünya-âhiret maslahatını temin içindir. Mefsedetin maslahat addedilmesi, hevânın ‘akletme’ye galip gelmesindendir. ‘Kalp bozulursa eylem bozulur!’ Allah’ı hesaba katmadan hevâ doğrultusunda işlenenlere ‘maslahat’ denilmesi, yapılanları ‘mefsedet’ olmaktan çıkarmaz. Yeryüzünü ıslâh ve îmar ile mâmur kılma ya da ifsâd ve tahrîf ile tahrîb etme sınavında olan insan, küllî hakîkati cüz’î faydalara tercihle mükelleftir. Şâtıbî, ”Küllî bir durumla cüz’î bir durum teâruz (zıddiyet) halinde bulunursa, küllî olan takdim edilir. Kısmî maslahatların ihlâle uğramasıyla âlemdeki nizam bozulmaz. Cüz’î maslahatın küllî maslahattan öne alınması durumu ise bunun aksinedir. Çünkü küllî maslahatların ihlâl ve dumûra uğramasıyla âlemdeki nizam bozulur.”² der.
Kur’ân’da insanın yönelimlerine dair dile getirilen temel çelişki, îman-küfür, tevhid-şirk, adalet-zulüm çelişkisidir. Bunun diğer adı, İslâm-Câhiliye karşıtlığıdır. Sâlim yürüyüş, îmanı ‘imam’ kılmakla sürdürülebilir ancak. Sahabenin (r) önde gelenleri şöyle buyurmuşlar: ”Bizler Kur’ân’ı öğrenmeden önce îman sahibi oluyorduk.” ”Biz Hz. Peygamber’den on âyet öğrendiğimizde bunlarla amel etmedikçe ikinci bir on âyeti öğrenmeye başlamazdık.”
Akidenin amele önceliği gibi, İslâm’a dâvetin ilk mü’mini de, dâvetçinin kendisi olmalıdır. Nebevî Sünnet, ‘Önce temsil, sonra tebliğ’ der. Mâlûm, Kâbe’deki putlardan önce yüreklerdeki putlar yıkılmıştı. Kezâ, ‘dış dünyayı mâmur kılmanın yolu, iç âlemi îmardan geçer!’
İslâm îtikadı açısından, ”Îmanın mutlak olarak gerektirdiği yükümlülükler, zamana bağlı olarak gereken belirli yükümlülükler gibi değildir.”⁴ ‘Şüphe ile yakîn zâil olmaz.’ Yaşanan sorunlarda öncelikle ‘kök neden’ teşhis edilmeli, çözüme buradan gidilmelidir. “Lâ İlâhe İllallah”, kök sorunu da, doğru cevabı da kendinde mahfuz mutlak hakîkattir. Bununla, sahte ilâhlar Lâ İlâhe ile reddedilirken, tek hak İlâh’ın Allah olduğu, İllallah ile beyan edilir.
Tevhid, îmanın önsözü ve dahi son sözüdür. Îman, cüz’î kabul olmayıp küllî teslimiyettir. Dini Doğru Anlama’nın imkânı, fıkıh bilmekten ziyâde fıkhetmektedir. Ebû Hanîfe’nin dilinde akâid, el-Fıḳhü’l-Ekber (En büyük fıkıh)’dir.
Hâsılı, ‘Dinde fıkıh ahkâmda fıkha öncelik arz eder.’
¹ El-Hilâlî, İslâm’da Öncelikler Fıkhı.
² Şâtıbî, el-Muvâfakât.
³ Kandehlevî, Hayâtü’s Sahâbe.
⁴ İbn Teymiyye, İman Üzerine.
Ramazan Yazçiçek / Nida Dergisi 2019 Sayı 191