İçinde bulunduğumuz asır, jeoteknolojik yüzyıl olarak değerlendiriliyor. Çin ve ABD arasında yeni teknolojilerle hâkimiyet kurmanın, dünya liderliğini sağlamanın rekabeti yaşanıyor. Teknolojinin yeni bir güç unsuru olarak coğrafi açıdan belirleyici olduğu, jeoteknolojik hâkimiyet içerisinde yapay zekânın gerçekleşmesini sağlayan algoritma yazılımları da birincil önem taşıyor.
Algoritmik devrim diye de adlandırılan yapay zekâ yazılımları ile iş dünyasından sağlığa, güvenlik alanından eğitime, hukuk düzeninden aile ilişkilerine tüm toplum ve siyasal alanın dönüşümü hedefleniyor. Bu devrim kapsamında yapay zekâ, robotik teknoloji, 5G, arttırılmış gerçeklik, biyoteknoloji, genetik çalışmalar dünya toplumlarında politika, ekonomi, sosyolojiyi ve insanın biyolojik yapısını değiştirebilecek çalışmalarla devam ederken, siyaset ve uluslararası ilişkilerde de köklü değişikliklerin kapısını açıyor.
Teknoloji odaklı yeni jeopolitik düzen
Teknolojiyi yönlendirici güç olabilen ülkeler yeni bir jeopolitik düzen yaratıyor. Başta Çin, Japonya, Güney Kore, Hindistan olmak üzere Asya ülkeleri yapay zekâ ve robot yaratımı konusunda neredeyse dünyanın ana merkez noktasını oluşturuyor.
Teknolojik üstünlük üzerine inşa edilen yeni dünya düzeninde, bu teknolojileri içselleştirmiş ülkeler yeni güç merkezleri olarak meydana çıkıyor.
Yapay zekâya dayalı algoritmik devrimde lider olan ülke(ler) tüm dünyayı ve uzayı kontrol edebilen bir caydırıcı güce ulaşmış olacak. “Dijital yeni imparatorluklar” olarak adlandırılan bu ülkelerin yanında onlara bağımlı, teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan diğer ülkelerin de çevre ve yarı çevre alanlarını oluşturacakları öngörülüyor.
Toplum 5.0 ve sentetik insanlar
Algoritmik devrim politik alanda halkların kontrolünü kolaylaştırıyor, hatta bu durumun yeni toplumsal sınıfların da inşasını beraberinde getireceği düşünülüyor. Japonya gibi nüfusunun çoğunluğunu yaşlı insanların oluşturduğu bir sosyal yapıda “Toplum 5.0” kavramı, robotlarla insanların bir arada yaşayabileceği bir düzen öngörüyor. Laboratuvarda canlı beyin hücrelerini kullanarak ilk düşünen robotu Japon bilim insanları geliştirdi. İnsan gibi düşünen ve kendi iradesine sahip makinelerin “sentetik insan” olarak toplumsal alanda görünür hale gelecekleri zaman yaklaşıyor.
Normal insandan ayırt edilemeyecek şekilde yapılan sentetik insan, makinelerin ya da robotların, hiyerarşik düzen içerisinde devletin güvenlik (polis ve asker) ve bürokrasi (devlet memurları) görevini ifa eden, uzaktan kontrol edilebilen sistemin ideolojik temelini ve iktidarın çıkarlarını uygulayabilecek sınıf olarak ortaya çıkacağı düşünülüyor.
Yönetime aday robotlar
2018 yılında Japonya’nın başkenti Tokyo’daki Tama City’nin belediye başkanlığı için yapay zekâ destekli bir robot belediye başkanlığına aday olmuş, rakipleri gibi seçim kampanyası yürütmüştü. Bu, bir ilkti. ABD merkezli IBM firmasının geliştirdiği yapay zekâ destekli robot Watson, 2016’daki ABD Başkanlık seçimlerinde becerileriyle adaylarla karşılaştırılmış, hatta elbette kinayeyle aday olması için kampanya başlatılmıştı. Gelecekte bu haberlerin sıradanlaşması, robotların politik alanda da aday olarak karşımıza çıkması bekleniyor.
Yazılımı ülkenin anayasasına göre tasarlanmış, dünya genelindeki her haberi kodlanmış kelimelerle tarayarak gündemi hızlıca takip eden, rasyonel karar alması beklenen bir siyasi lider ya da robot başkanın, insanların siyasette eksik kaldığı veyahut kanundışı alanlara kayması gibi durumları giderebileceği düşünülüyor. Aynı zamanda siyasetin çıkarlar için kullanılması, rüşvet, yolsuzluk gibi olayların önlenmesi, daha kurallara dayalı ve vatansever bir siyaset anlayışının yerleşmesi sonucunu da getirebileceği tahmin ediliyor. Günümüzde toplumsal ve siyasal düzende ortaya çıkan yanlış uygulamalara son verebilecek yeni bir sistemin ortaya konması hedefleniyor.
Uzay misyonları kapsamında başka gezegenlerde (Mars gibi, Jüpiter uydusu Titan gibi) kurulan akıllı şehir mantığına dayalı yapay zekâ tabanlı ve bulut teknolojisine dayalı yaşam alanlarında yönetimin robotlarda olacağı bir düzenin test aşaması olarak da düşünülebilir.
Algoritmik rejimin örneği: Çin’deki sosyal kredi sistemi
Çin’de uygulamaya konmuş olan ve vatandaşların kırmızı ışıkta geçmekten borcunu zamanında ödemeye, sosyal medya kullanımına kadar tüm davranışlarını izleyen ve puanlayan Sosyal Kredi Sistemi, siyasal alanda liberalizm ideolojisini zayıflatan algoritmik rejimin bir örneği olarak verilebilir.
Çin’de vatandaşlık kavramını yeniden tanımlayan ve pilot bölgelerde denenen bu uygulama, rejim açısından “iyi bir vatandaş” olmayı sürekli tüketime dayandırıyor, gözetlenen toplum pratiği ile fikirler, davranışlar ve insan ilişkileri kontrol altında tutuluyor. Kâğıt parayı sona erdiren dijital ödeme pratiği ile insanların yüzleri yaşamlarını sürdürmek için en önemli beden parçaları haline geldi.
Çin dünyanın en büyük nüfusu ile bunu başarabildiği gibi, diğer ülkelere de örnek bir model öneriyor. Özellikle Afrika ülkeleri yapay zeka tabanlı Çin siyasal modeline büyük ilgi gösteriyor.
Tekno-demokrasiler
Buna karşılık ABD, ileri 10 demokrasinin liderliğinde kurallara dayalı dünya düzenin devamlılığı için D-10 Strateji Forumu ve T-12 gibi oluşumlarla tekno-demokrasiler kutuplaşmasını oluşturuyor. Çin ve Rusya gibi tekno-otoriter rejimlere karşılık, tekno-demokrasiler bu yeni düzenin uluslararası alana yansıması olarak görülebilir.
Aslında tekno-demokrasi olarak adlandırılan, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, Avustralya, Japonya, Güney Kore, Finlandiya, İsveç, Hindistan ve İsrail gibi ülkeler de kendi sınırları içerisinde güvenlik sebebiyle özgürlükleri askıya alan uygulamaları da hayata geçirdiler. Etnik ve dini farklılıkların fişlenmesi, yüz tanıma kodlarının belirlenmesinde farklı olanların daha sıkı takip edilmesi, dünya genelinde dijital izlerin toplanmasıyla veri tabanlarının oluşturulduğu biliniyor. Kendilerini demokrasi olarak tanımlayan ülkeler de, teknolojik halk kontrolünü uygulayabiliyor, bu nedenle aslında liberal değer ve özürlüklerin zayıfladığı gerçeğini de görmek gerekiyor.
Yapay zekâ teknolojisi, riskler, çelişkiler
Algoritmik devrimin dayandığı yapay zekâ teknolojisi de kendi içinde çelişkileri barındırıyor ve dünyanın önde gelen bilim insanları tarafından durdurulması için lobi oluşturuluyor. Özellikle “süper zekâ“ seviyesine ulaşmış bilgisayarın tüm dünyayı kontrol altına alabileceği, toplumsal yapı içerisinde görev yapmakta olan makine ve robotlara istediği emri vererek insanlığı yok edebileceğine dair senaryolar bilimkurgu filmleriyle (özellikle Terminatör serisi) dünya kamuoyuna sunulageldi.
Bir makinenin düşünebildiğini mantıksal olarak kanıtlayan Alan Turing Testi ve dijital bir bilgisayarın insan gibi düşünemediğini ispat etmeye çalışan Çin Odası deneyleri, düşünen makineleri (robotları) test için kullanılıyor. Ancak yüksek zekâlı olduğu iddia edilen robot, bu testlerden geçerek kendisini koruma altına alabilecek yazılım dışı uygulamaları da harekete geçirebileceği öngörülüyor. O yüzden de tam anlamıyla otonom bir robot serisine sahip olmanın ciddi riskleri bulunuyor.
Canlı veya cansız fiziksel bir objenin dijital ortamdaki kopyasını oluşturmaya dayanan “Dijital ikiz“ sistemi içerisinde insan ve makine etkileşimi testleri yapılırken, Elon Musk’ın insan beynini bilgisayara bağlayan Neurolink Projesi de artık insanın kafasının içerisindekini de kontrol edilebileceği bir teknolojiyi hayata geçirdi. Felçli hastaların dünya ile iletişimini sağlamada önemli bir teknolojik yenilik olsa da, insan beynini stratejik bir alan olarak dışardan kontrol edilebilme, içine girip hafızayı öğrenebilme ve davranışları yönlendirebilme imkânı da sağlıyor. Yalan makinesi yerine neurolink ile ülke güvenliğini tehdit eden kişilerden bilgi alma kolaylaşırken, bu sisteme bağlı üretilen kulak arkasına yerleştirilebilecek çiplerle zihnin ve düşüncelerin kontrolü de kolaylaşıyor.
Yapay zekâ teknolojileri suçu önlemede işe yarayabilir mi?
Yapay zekâ destekli bu teknolojiler hukuk sistemlerinde değişikliklere de yol açabilir. Ülkelerin yargı sistemleri kapsamında adam öldürme, tecavüz ve yaralama vakalarında uygulanabilecek, kişinin suç siciline göre belirlenecek, serbest bırakıldıklarında zanlıların suç işleme potansiyellerini ortadan kaldırabilecek, beyin hormonlarını o yönde kontrol edebilecek uygulamalar, idam cezası olan ülkelerde yeni bir cezalandırma tercihi olarak yaygınlaşabilir.
İnsan hakları açısından her birey suçu sabit delillerle ispatlanmadıkça masum sayılır. Şüphelinin hafızasından olay anı görüntülerinin taranması, aklanmasını sağlayabilecekken, delil üretme ve suç yüklemenin de önüne geçilebilir, işkence ve diğer uygulamalarla bilgi edinme tekniği önemsiz hale gelebilir. Bu teknikler adil yargılanma için alternatif çözüm olabilir, suçun önlenmesi kapsamında suç siciline göre serbest kalan kişilerin toplumsal hayatta yeniden suç işlememesi için çipli kontrol mekanizması da hayata geçebilir.
Şiddete meyil gibi tepkilerin önceden tespit edilmesi halinde beyin hacklenebilir ya da etkisiz hale getirilebilir. Beyinde bulunan çipin yaydığı frekans ile pıhtı atılarak birey hareketsiz kalabilir. Bu tür uygulamaların sadece seri katiller gibi sayısız insan öldürme eylemine karışmış zanlılar ya da teröristler, vb. kişilere yönelik düşünülmesi önemli görünüyor.
Çipli yaşam ve zihin kontrolü
Yapay zekâ ile birlikte çipli yaşam, zihin kontrolü en çok tartışmalı alanlardan biri haline geliyor. İsveç merkezli Epicenter isimli şirket çalışanlarının derisinin altına şırınga yardımıyla pirinç tanesi şeklinde çipli uygulamayı zorunlu hale getirirken, Çin’de bir okulda çocukların başlarına taktıkları bir aparatla ders konsantrasyon seviyeleri ölçülüyor ve not puanlaması yapılıyor.
Ülke rejimi ya da çalışılan kuruma göre çip günlük yaşamda yaygınlaşırken, insanın kendi vücudunu kontrol altında tutmak istediği uyarı nano botları, damardan vücuda enjekte edilerek gönüllü kabul edilen çiplerin kullanımı da dünya genelinde başladı. Kanser tedavisi, serebral anevrizma, böbrek taşlarının çıkarılması, DNA yapısındaki hatalı parçaların ortadan kaldırılması ve desteğe ihtiyaç duyan diğer bazı tedavilerle bu nano botlar tedavi edici önemli görevler üstleniyorlar.
Çiplerin askerî alanlarda ve istihbarat ajanlarının faaliyetlerini takip edebilmek, bulunabilirliklerini sağlamak açısından önem taşıdığını unutmamak gerekir. Ancak bu çiplerin insan vücudunda olması ile dışarda olması çok farklı sonuçlar doğuruyor. Vücut içinde olan çiplerde uzaktan kontrol ve manipülasyon kolaylaşırken, başkaları tarafından da hacklenme mümkün hale gelebiliyor.
Özellikle korkulan insan zekâsından daha üst seviyedeki üstün zekâlı robot makinelerin tüm sistemi ele geçirmesi halinde çipli insan profilleri de kolaylıkla onların kontrolüne geçebilir. Her teknolojinin risk ve tehdit seviyesi kimin tarafından kontrol edildiğine ve zararlarına bağlı olarak değişebiliyor.
Jeoteknolojik üstünlükte devletler ön plana çıksa da bilim insanları ya da girişimci şirketler üzerinden devam eden bir inovasyon süreci var. Bu tür riskli teknolojileri geliştiren şirket yöneticileri ya da bilim insanlarının uygulamaları kendi inançlarına göre şekillendirmek isteyebilme riski her zaman mevcut.
Özgürlükleri kısıtlayıcı, rejimlerin insanlar üzerinde kontrolünü arttıran yeni algoritmik yazılımlara rağmen, uzay çağında bu teknolojinin çok faydalı olacağını görmek gerekiyor. Derin uzay çalışmaları olarak adlandırılan, dünya dışı gezegenlere gitme eylemi, ağır kozmik radyasyondan dolayı halen insan biyolojisi için zarar verici olduğundan, burada yeni yaşamsal alanların araştırılması ve habitat alanların kurulması için robotlara ihtiyaç var. Dijital ikiz aracılığı ile insanın yönlendirdiği robotlar bu ihtiyacı karşılarken, derin uzay yolculuklarında sesli komutla çalışan, geminin rotasını saptayan, otomatik korunma mekanizmalarını çalıştıran uzay araçlarında da insanın yardımcısı olacağı düşünülüyor.
Bilim kurgu filmleriyle hem yapay zekâ hem robotlar olumlu ve olumsuz özellikleriyle dünya popular kültürüne aktarılırken, 2050 yılında yepyeni bir yaşam, sosyolojik yapılanma ve uluslararası sistem ile karşılaşmamız kaçınılmaz görünüyor.
Doç. Dr. Aşkın İnci Sökmen/Fikir Turu