Bugün iki yaş büyüğüm ve ilim dalında şerikim olan, birkaç ilmî toplantıda beraber olup tanıştığım Suriyeli bir alimden ve onun, ilim ve kulluk yolculuğuna dair önemli tavsiyelerinden söz edeceğim: Merhum Vehbe Mustafa Zuhaylî.
Kısaca hayat hikayesi şöyle:
Şam’ın kırsal kesiminde Kalamun beldesine bağlı Deyr Atiyye’de 1932’de, takva sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ticaret ve ziraatla uğraşan babasından Kur’an-ı Kerimi ezberledi. 1946 da Şam’a geldi, burada liseyi ve birincilikle Şeriat Fakültesini bitirdi. Şam’daki eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderek, el-Ezher Üniversitesinde Şeriat Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerini, Ayn-Şems Üniversitesi’nde ise Hukuk Fakültesini bitirdi. Suud, Sudan gibi birçok Arap ülkelerinde birçok üniversitede dersler ve seminerler verdi. Yaklaşık 47 ayrı eseri bulunan Üstad’ın kitaplarının çoğu Türkçe ve İngilizceye tercüme edilmiştir.
Zuhaylî 8 Ağustos 2015’te, 83 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Bir siteye onun hakkındaki dedikodular sorulmuştu, sitede şu cevap verilmişti (özetliyorum):
Vehbe Zuhaylî, Ehl-i sünnet alimlerindendir. Zuhaylî için ileri geri konuşanlar, sadece bir taassup içinde çırpınan kimselerdir. Her alimin yanlışları olduğu gibi Zuhayli’nin de bazı yanlışları olabilir. Bu husus onun ilmî kimliğini küçük düşürmez.
Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî adlı eserinin birinci cildinde -özet olarak tercümesini aldığım- şu ifadelere yer vermiştir.
“Bu kitabımız sadece bir mezhebin görüşlerini aktaran bir eser değildir. Bilakis, dört mezhebin (Hanefî, Malikî, Şafii ve Hanbelî) görüşlerini karşılaştırmalı olarak inceleyip veren bir fıkıh kitabıdır. Bazen de diğer mezeheplerin görüşleriyle bu karşılaştırmayı yapar. Mezhepler arasında karşılaştırma yaparken her mezhebin en muteber kaynaklarına müracaat edilmiştir…” (el-Fukhu’l-islamî, 1/9)
Bizim bu yazıda aktarmak istediğimiz manifesto nitelikli sözlerine gelince:
“Çeyrek asırdan fazla çeşitli üniversitelerde, İslam Hukuku, Hadis, Tefsir ve diğer konularda kitap yazmak ve okumakla meşgul olduktan sonra birikim ve tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim:
“Kur’ansız inanç (akide) sahih olamaz ve insan ruhunda onun manalarını aydınlatamaz, Müslümanın ahlakı Kur’an’ı anlamadıkça düzelmez, Kur’an’dan sonra ancak Peygamberimizin hadisi ve onun feyiz fışkıran ruhaniyyeti ile insanın nefsi yumuşar ve incelir, Müslümanın yapıp ettikleri ancak fıkıhta ortaya konmuş bulunan hükümler ve kurallara uyarsa sahih olur, şeriatın hüküm ve kuralarının bir sisteme oturtulması ve akıl ile anlayışın hatadan korunması ise ancak fıkıh usulü ile gerçekleşir”.
“Şu anda dünyanın her yerindeki yöneten ve yönetilen Müslümanlara verecek şu hadis-i şeriften daha hayırlı bir hediye bulamıyorum”:
“Allah Teâlâ’nın mübarek Kitabı, onda öncekilerden bilgiler, sonrakilerden haberler ve önünüzdeki soruların çözümleri vardır. O şaka değil, ciddîdir, sözü bitirir. Onu terk eden zorbanın Allah burnunu yere sürter, doğruyu ondan başka yerde arayanı Allah saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir, aydınlatan ışığıdır, hikmet dolu uyarıdır, dosdoğru yoldur. Arzular ona uyarsa yoldan çıkmaz, diller dolaşmaz, görüşler çoğalıp çatışmaz. Alimler ona doyamazlar, takvâ sahibi kullar ondan usanmazlar. Çok kullanmakla (tekrar ile) eskimez, insanı hayran bırakan tarafları tükenmez, eşi bulunmayan manaları son bulmaz. Cinler bile onu dinlediklerinde şunu demekten kendilerini alamadılar: ‘Bizi şaşkına çeviren bir okuma (Kur’an) dinlediK!’ . Ondaki bilgiye sahip olan öne geçer, ondakini söyleyen doğru söyler, onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur, onu uygulayan ödülü/sevabı hak eder, ona çağıran dosdoğru yolu göstermiş olur”.
Ben de diyorum ki:
Bu ümmet Kur’an’ı ve Peygamberimizi rehber edindiği ve alimlerini dinlediği müddetçe düşse de kalkar, doğru düşünür, doğru bakar ve doğru yapar. Ümitsizlik müminin kârı değildir.
Not:
“Akparti’nin oylarını çaldılar” başlıklı ve altında benim adım yazılı olup sosyal medyada dolaşan yazı benim yazım değildir.
Yeni Şafak / Hayrettin Karaman