Müslümanların kendi referanslarını anlamamakta ısrar etmeleri sonucunda, Türkiye’de oluşan yanlış İslam algılamaları ve devamında ortaya çıkan (veya ortamın müsaitliğinden çıkarılan) örgütsel yapılar, cemaatler ve tarikatlar, kendilerine bağlı sadık kullarını üç beş tane gözyaşı dökerek veya ayda bir birer tas çorba içtirerek, yerel ve uluslararası güç dengeleri namına taşeronluk yaptırmaya devam etmektedirler. Referanslarını anlama çabası içine girmek, bu yozlaşmış ilişkiler ağında bir Müslüman için hayati öneme sahip bir davranıştır.
Referanslarımızı anlama çabası demek; çıkarlar uğruna taşeronluk anlaşması imzalayan cemaatleri, partileri ve muhterem şahısları ve İslam’a ters yönde katkısı olan davul zurna halaylı tarikatları tanımamız demektir.
Referanslarımızı anlama çabası demek; İslam’ı yozlaştırmaya çalışan uluslararası güçleri (ABD ve müttefikleri vb) ve bu güçlerin korumasında, İktidar olabilenleri tanımamız demektir.
Referanslarımızı anlama çabası demek; Müslüman kimliğini bertaraf edip, mezhepsel bir söylemi benimseyen milletleri ve devletleri tanımamız demektir.
Referanslarımızı anlama çabası demek; bu kirli ilişkilerin ve sahiplerinin (Türkiye örneği) İslam olmadığını anlamak demektir. Ve nihayetinde bu sahiplere her demokrasi bayramında biat etmemektir.
Referanslarımızı anlama çabası demek; sadece ve sadece Allah’a kul olmaktır.
Yozlaşma kültürünün içselleştirilmesine yataklık yapan, yerel veya uluslararası güç dengeleriyle çıkarları uzlaştığında herhangi bir İslami kaygı içerisine girmeyen ve gerektiğinde kullandırılmaya elverişli bir teşkilatın kurulmasına sözde liderlik yapan, saraylı fakirhane edebiyatçısı ve ılımlı İslam yaveri zat daha düne kadar İktidarla savaşmam naraları atmakta idi ve aslında kendi isteğiyle bir barışma sürecine girme taraftarı idi, nitekim öyle anlaşıldı. O dönemde iktidara yöneltilen gizli barış naralarının temelinde, aslında var olan iktidarı da bir yandan kaybetmeme ve bir şekilde çıkarlarda uzlaşılabileceği inancı yatmakta idi. (Bu düşüncenin emekli vaizde halen de olduğu kanaatindeyim). İsyanın sürdürülmesinde belki de sofradan iyi bir yüzdelikle kalkma inancı yatmakta idi. Ancak uluslararası güç ve sermaye dengeleri ve istihbarat örgütleriyle olan ilişkileri, onların kafalarına göre hareket etme kabiliyetlerini yok etmiş bir yandan da bu ilişkiler onların yerelde var olan (özellikle emniyet teşkilatında) örgütsel yapılarını kullandırmaya zemin hazırlamıştır. (Zaten bu yönde istekli oldukları her hallerinden bellidir).
Dolayısıyla önceden dediğim gibi 28 Şubatta şeyhin odasına Fadime’yi atanlar, şimdi de Erdoğan’ın mahremine bu sefer Pensilvanya’dan taze okunmuş kutu kutu destecikler atmaktadırlar.
Cemaatler ve tarikatlar cephesinde yüzdeliklerin en çok havaya atıldığı Erdoğan iktidarlarında, yerel belediyelere bile eleman takviyesi ve diğer hizmetlerde hiçbir şey esirgemeyen bu yapılar, sözde bu isyan dalgasında, çıkar çatışmasında tercihini global kapitalist sermayeden yana kullanmıştır. Ancak burada teşkilatın taşeronluğu tüm alt birimlere yansıtılmamış, tepe noktalarındaki işbirlikçilerle, emniyet (ve az da olsa yargıda) içindeki uzantıları ve bir kısım medya organlarıyla sınırlı kalmıştır. Arkası yarın programında, son dalgadan sonra en son biat sözleşmesine kaşe atan unvansız keşidecilerin davranışları merak edilmektedir.
Gerçek şu ki; Bu taşeron örgütlerin (cemaatlerin, tarikatların vb.) ve böylesine yozlaşan iktidarların, Referanslarına bağlı kalan ve kalacak olan Müslümanlar nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Ve olmayacaktır. Ancak yaşadığımız topraklarda, götürme alışkanlıklarında ustalaşmış iktidarlara ve İslam adına yola çıktığını söyleyip, daha sonra Peygamberin sürekli ziyaretine mazhar olmuş bir Hikâye ve Ninni merkezine dönüşen teşkilatlara da kayıtsız kalamayız. En çok duygulandığım nokta daha önce hiç götürme başarısı yakalamamış eski gazeteci dürüst milletvekili Mehmet Metiner’in ak olan teşkilata bu birkaç gündür medya sözcülüğü yapmasıdır.