Bazı kardeşlerimiz başlığı okuyunca “Bir Şamanizm sorunumuz eksikti!” diye tepki verebilir.
Bazı kardeşlerimiz de “Türkiye’nin değil fakat Türklerin Şamanizm sorunu vardı, o da 12 asır öncelerde Türkler Müslüman olunca ortadan kalktı” diyebilir.
Oysa gerçek maalesef bu kadar yalın ve iç açıcı değildir. Şamanizm, Türklerin Müslüman olmasıyla tamamen ortadan kalkmış, yüreklerden ve zihinlerden tamamen silinip atılmış değildir. Moğolistan, Kırgızistan gibi bazı Orta Asya ülkelerinde halen varlığını devam ettirmesinin ötesinde, Şamanizmin İslami bir kisve altında yaşatılıyor olması söz konusudur.
Özellikle kitlesel ihtida hareketlerinde kendisini gösteren bir sorun olarak, eski inanışların yeni kabul edilen dinle sentezlenmesi, kendisini yeni dinin kavramlarıyla ifade etmeye veya kendi kavram ve dini uygulamalarını yeni dinle bütünleştirmeye çalışması sorunu Türklerin İslamlaşması sürecinde de yaşanmıştır.
Bu gerçeğin izlerini, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde, Dede Korkut Hikayeleri’nde ve Manas Destanı’nda görmek mümkün olduğu gibi, Ahmed Yesevi’lerin, Hacı Bektaşi Veli’lerin konumları ve din anlayışlarında da müşahede etmek mümkündür.
Konuyla ilgili Celaleddin Vatandaş’ın “Vahiyden Kültüre” adlı kitabından şu satırları birlikte okuyalım:
“…Yusuf Has Hacip, kitabında üfürükçülerin ve muskacıların (şamanların temel fonksiyonlarındandı) toplum için gerekli olduğundan bahseder… İnançların kaynaşması veya diğer bir ifadeyle Türk Kültürü’nün İslami görüntü altında devamı ile ilgili olarak şu örnek ilginçtir; Manas Destanı’nda geçtiğine göre “Manas’ın karısı, oğlu Simetey’e sefere hazırlandığı sırada babasının ruhuna kurban keserek, kurban etinin kazanda kaynama şekline bakıp seferin başarılı olup olmayacağını anlamasını tavsiye ediyor; “Akşam namazını kıl, akboz kısrağı kurban kes, kestiğin yerde pişir. Kaynayan kazanda köpük peyda olursa abanın dirildiği (razı olup sevindiği) demektir. Kazanda kara kan görünürse Han babanın ölmesi (razı olmaması) demektir… Zaten Dede Korkut Hikayeleri’nde merkezi şahsiyet Korkut Ata (Dede Korkut), eski Kamlar gibi tabiplik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan, bir işin uğurlu olup olmayacağına karar veren, çocuklara isim koyan, ayinleri yöneten manevi bir şahsiyettir.” (1)
Bu sentez din anlayışı, Türklerin Anadolu’ya göçüyle birlikte bu topraklara taşınmış ve bugüne kadar da yaşatılmıştır. Anadolu coğrafyası, Şamanizm-İslam sentezine dayalı kültürün izleriyle doludur. Bu yaz memleketten İstanbul’a dönerken, yol üzerindeki “Pirahmet”, “Karaşeyh” gibi yerleşim yeri isimleri ve “Çağırgan Baba” türbesi, “Firdevs Hatun” türbesi gibi anıt mezarlar dikkatimi çekti.
Tüm bunlar Anadolu coğrafyasına sinmiş olan Şamanist kültürün izleri. Fakat asıl sorun, bu kültürün tarihsel olarak Anadolu’da iz bırakmış olmasının ötesinde, bugün de etkisini ve etkinliğini sürdürüyor olmasıdır.
Bu anlamda Türkiye’de Şamanizm kültürünün halen yaşatıldığını, toplumsal katmanlarda etkinliğini sürdürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik bu durumun, halkın inançlarına sinmiş kimi hurafelerin varlığı şeklinde değil, örgütlü bir temsiliyet şeklinde sürdürüldüğünü ifade etmeliyiz.
Tarikat çevrelerinde “şeyh” olarak tesmiye edilen liderlere atfedilen nitelikler ve yüklenen misyonları ve yaşatılan şeyh-mürid ilişkileri formuna bakıldığında, Şamanizm’in, insanüstü vasıflara sahip olduğuna ve Göktengri ile insanlar arasında aracılık ettiğine inanılan Şamanlarını hatıra getirmemek mümkün değildir.
İlim öğrenimi ve toplumsal iş ve ilişkilerde öncülük rolünün ötesine geçerek, iradenin tamamıyla devre dışı kaldığı bir teslimiyet (mürid şeyhin elinde, gassalın elindeki meyyid gibidir) ve rabıta örneğinde olduğu gibi dua ve ibadette aracılık sapmasının söz konusu olduğu bu Şamanist ilişki biçimi, yine Şamanizm ve benzeri kültürlere dayalı birçok hurafeye de zemin kazandırmaktadır. Türkiye’de çok yaygın olan “cinci hoca”, “muskacılık”, “üfürükçülük” gibi anlayışlar bu Şamanist zeminde neşvünema bulmaktadır.
Bugün Türkiye’de binlerce “Şaman tapınağı” ve bu tapınaklarda insanlara İslam diye Şamanist temelli bâtıl bir din anlayışı vaz eden ve kehanet, üfürükçülük ve muskacılık üzerinden insanları sömürüp servetler devşiren Şaman’lar (Kam’lar) bulunmaktadır. Evet, acı fakat gerçek budur. Günümüzde Türkiye’de çok büyük bir Şamanizm sorunu vardır. Ve maalesef bu sorun görmezden gelinmekte, İslam kisvesi altında yaşatıldığı için bu Şamanist kültür toplumda kendisine zemin bulabilmektedir.
Gerçekten de bugün Türkiye’de “İslami” bir kisve altında binlerce “Şaman tapınağı” ve bu tapınaklarda üfürükçülük ve muskacılıkla, insanların hastalıklarını istismar ederek servetler devşiren binlerce “Şaman din adamı” vardır. Toplumda “cinci”, “nefesi güçlü hoca” gibi ifadelerle tanımlanan bu insanlar, Allah’ın ayetlerini, üfürükçülük ve muskacılık gibi Şamanist adetlere alet etmekte ve başta psikolojik hastalıkları olan insanlar olmak üzere çeşitli sorunlar yaşayan insanları sömürmektedirler.
Tabi bunlar arasında, İslam’a ait zannettiği söz konusu Şamanist adetleri maddi karşılık beklemeden yaşatan, üfürükçülük ve muskacılığı para karşılığı değil de “Allah rızası” için icra edenler de vardır. Ancak neticede onlar da bâtıl bir kültürü, üstelik İslam adına yaşatma yanlışına ortaklık etmektedirler.
Türkiye’nin her köşesinde faal olan “Şaman tapınakları”nda “cinci”, “nefesi güçlü hoca” denilen “Şaman din adamları”, tıbbi tedaviye muhtaç insanları sirkeli, tütsülü, muskalı seanslarla aldatıp sömürmekte, o insanların hem paralarını hem de tedavi umutlarını gasp etmektedirler. Ve bu büyük istismar ve sahtekarlığın yaygınlığı bilindiği halde görmezden gelinmekte, bu konuda toplumun hak ve hukukunu savunacak, insanları uyaracak adımlar atılmamaktadır.
İslam adına Şamanist bir kültürün yaşatılmasına sessiz kalmamak ve cinci, üfürükçü denilen Şaman artıklarının sapkınlık ve sahtekarlıklarına karşı toplumsal bir duyarlılık oluşturmaya çalışmak, bilinç sahibi Müslümanlar için bir sorumluluktur.
__________________________
1- Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, Sh. 35-36, 37, Pınar Yayınları