Bir toplum kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlar üzerindeki takdirini değiştirmez.
Rad Suresi 11. ayet
Bu yazımızda da, TEPAV tarafından hazırlanan “Türkiye’de Çoğulculuk Radikalleşmeyle Yüzleşiyor: Müslüman Çoğunluklu Bir Ülkede Din ve Radikal Tutumlar Araştırması” başlıklı raporun analizine devam ediyoruz.
‘Türkiye’de Çoğulculuk: Farklı İnanç ve Kökenden Gelenlere Karşı Tutumlar’
Seküler Yaşam Kimliğine ‘Hoşgörü’ Artıyor
Muhafazakâr toplum ahlak anlayışı ve ahlakın kaynağı olarak geleneği gördüğünü yukarıda kısmen bahsetmiştik. 2016 ve 2020 yıllarında yaklaşık %70’lik sabit bir oranda vatandaş, dindar olmasa da insanların ahlaklı olabileceğine inandıklarını belirtmişlerdir.(s. 54) Özellikle demokrat/mukaddesatçı/milliyetçi muhafazakâr kesimin (bir illüzyonla) Kur’an’daki Müslümanmış gibi kitlelere sunulması ile toplumun kafasına tamamen hatalı bir ‘din’ tanımı yerleştirilmiştir. İşte bu yüzden, işine geldiği konularda ahlaktan dem vurup kaynağı gelenek de olsa hiçbir ahlakî değere de riayet etmeyen aynı insanların zaten düşük bir oranı kendisini ‘dindar’ olarak tanımlamaktadır. Hatta 2016 yılında dindar katılımcıların sadece %29’u ve 2020 yılında sadece %24’ü dindar olmadan ahlaklı olunamayacağını söylemiştir.(s. 55) Dolayısı ile, kendisini dindar gören kitle bile, inandıkları dinin ahlaklarına yansımadığını itiraf etmiş durumdadırlar. Fakat EK-4 bölümünde bu konu ile ilgili ilginç bir detay yer almaktadır. Yaş ilerledikçe, insanların ahlakın dinden bağımsız olabileceğine ilişkin yargısında oransal olarak düşüş yaşandığı görülmüştür.(s. 102) Bu durumu, hayatı tecrübe edenlerin gerçeklerle yüzleşmesi olarak değerlendirebiliriz.
Toplumun büyük çoğunluğu ‘namaz gibi dini görevlerini ihmal edenlerin herhangi bir sorumluluk doğurmayacağını düşünüyor. 2016 yılında namaz kılmayanın ‘günahkâr’ olduğunu düşünenlerin oranı %35 iken, 2020 yılında %27’ye düşmüş. ‘Kafirlik’ ile eş tutanların oranı ise ise %3-5 arasında. Dolayısı ile namaz artık dinin rükünleri arasındaki yerini kaybetmiştir. ‘Olsa da olur, olmasa da olur’ türünden bir ritüele indirgenmiş durumdadır. İyiliği emredip kötülükten sakındıran Hz. Şuayb’in namazı, bu toplumu terk edeli epeyce vakit olmuş. İkili konuşmalarda halen, (eski milliyetçi muhafazakâr toplumu bırakın) şimdiki liberter muhafazakârlardan umut besleyen ve ‘Bu millet mazlum millet’ diyerek kurtuluş savaşında şehit düşen dedelerini örnek veren mukaddesatçı muhafazakârların biraz daha meseleyi ciddiye alması gerekmektedir. Nostaljik beklentilerle alınacak yol bir arşın bile etmemektedir.
Kendi inancını ‘sırat-ı mustakîm’ olarak tanımlayanların oranı ise; 2016 yılında %47 iken, 2020 yılında %36’ya düşmüştür. Daha da garip olanı, 2016 yılında dindarların %58’i savundukları dini düşünceyi ‘en doğru yol’ olarak tanımlarken, 2020 yılında sadece %44’i kendilerinden emin bir şekilde inandıklarını ifade etmişlerdir. Bu vahim tablo, akledenler için ibretler barındırmaktadır.(s. 57)
2020 yılında sorulan sorularda, ‘kendisinden farklı inançtaki insanlardan uzak durmak isteyen’lerin oranı %23 olarak ölçülmüştür. Farklı inançtakilere tahammül bile edemediğini söyleyenlerin oranı %16’dır. Dindar kesimde ise, ‘kendisinden farklı inançtaki insanlardan uzak durma oranı %32’dir. Dindarların %19’u farklı inançtakilere tahammül edememektedir.(s. 58-59) ‘Farklı inanç’ ile kastedilen kesimin karakteristik özelliklerini bilmeden bu oranlara yorum yapmak yanıltıcı da olabilir. Lakin her halükarda, Demokrat muhafazakârlarda ‘farklı inançlara saygı’ oranının daha yüksek olmasını beklerken karşılaştığınız hoşgörüsüzlük(!), demokratların kendi inandıkları putu acıkınca yemelerinin en belirgin göstergesidir. Tüm din ve inançlara eşit mesafede olduğunu liderlerinin defaatle beyan ettiği demokrat muhafazakârların bu tutumu, kendi inançlarına yakışmamıştır. Esasında bildiğiniz gibi demokrasi dininin inanç esasları, kendi çıkarlarına dokunana kadar kırmızı çizgidir. Bir muhafazakâr için, geleneğin denenmiş ve onaylanmış kabullerine zarar verecek inanç/görüş/fikrin (istediği kadar kökünü Allah ve Rasulü’nden alsın) dışlanması kadar doğal bir şey yoktur. Yine verilen oranlardan, maneviyatçı/mukaddesatçı muhafazakârların artık sekülerleşen toplumu bağrına bastığını ve görüş olarak da olsa toplumdan ayrışma(i’tizal)dıklarını anlayabiliyoruz. Bu konuda yapılabilecek önemli bir tespit de, eğitim sisteminin ‘liberal’ inançlı muhafazakârlar yaratmaktaki maharetine dairdir. Zira eğitim seviyesi artıkça, insanlarda ‘muhafaza edilen bir değer kalmamasına’ olan hoşgörünün arttığı görülmüştür.
‘İslami kuralları karşılamayan Müslümanlara tavsiyede bulunur musunuz?’ (emri bi-l ma’ruf) sorusuna ‘evet’ cevabı verenlerin oranında tüm yaş gruplarında ortalama 15-20 puan düşüş yaşanmıştır. 65 üstü yaş grubundaki insanların bu konudaki hassasiyeti 25 puan düşerek %49 olmuştur.(s. 106) Müslümanlara tavsiyede bulunduğunu/veya olası durumda bulunacağını en yüksek oranda belirten kesimin ‘okuma yazması olmayan grup’ olduğu görülmektedir. Onlarda da oran 2016 yılında %50 iken, 2020 yılında %35’e düşmüştür. Bu durum bireyselciliğin ne kadar derin kökler saldığının ve Kur’an’da ehli kitabın lanetlenmesine sebep olan([1]) ‘nemelazımcı’ tavrın yaygınlaştığının göstergesidir. İslami toplum yapısında ise müminler, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar.([2])
Kadınların, Çalışma Hayatında
Heba Edilişine Bakış
2020 yılı sonuçlarına göre, genel olarak sünni halk, %88 oranda kadınların iş dünyasında yer almasına olumlu bakmaktadır.(s. 68-69) 2016 yılında bu soru sorulmadığı için değişimi gözlemleyemiyoruz. Ancak toplum genelinde (farklı inançlar dâhil edildiğinde) de bu oran değişmemiştir. Ayrıca yine Sünnilerin %90’ı, kadın bir yönetici altında çalışmaya olumlu bakmışlardır. İşte bu tutum ve popüler bakış açısı, Türkiye’deki kadınlar arasında geniş çaplı bir kabul görmüştür. Mümin kadınlara ve mümin erkeklere, sorumluluk ve yetkileri açık bir şekilde belirtilen Kur’an ayetlerine uyan ve Allah ve Rasulü bir konu hakkında hüküm verdiğinde, yüzlerini ekşitmeden buna kabul eden Müminler ise bu konuya tepkiyle yaklaşırlar. Eşyanın tabiatı ve fıtrata en uygun/en itidalli olanın bu olmadığını bilirler. Modern kapitalist sistemin tam olarak istediği ‘kadının çalışma hayatına katılımı’ mevzusuna çanak tutan ve anne yetiştirmek yerine ‘iş kadını’ yetiştirmeyi önceleyen bu sistemin bir başka sacayağı da yine modern eğitimdir. Seküler muhafazakâr düşünce yapısının temelleri okullarda atılmaktadır.
Suriyelilerle Etkileşim
‘En iyi Suriyeli ölü Suriyelidir’ sözünü defaatle duyduğum şu günlerde, bu anketin yeniden yapılması konunun ilgilileri için zaruri gibi durmaktadır. Ancak esasında 2020 yılında verilen cevaplar da, günümüzde olacaklara ışık tutacak niteliktedir.
Cevaplara göz atacak olursak, çocuğunu Suriyeli birisi ile evlendirebileceğini söyleyenlerin oranı %22,7’dir. Evini Suriyeli birine verebileceğini belirtenlerin oranı %35 ve Suriyeli bir komşu ile yaşayabileceğini belirtenlerin oranı ise %50’dir. Suriyeli iş ortaklığına sıcak bakanların oranı %22,8 ve çocuğu ile aynı sınıfta Suriyeli bir öğrenciye tahammül edebileceğini belirtenlerin oranı sadece ve sadece %31’dir.(s. 70) (Türk hükûmetinin bu konuda başından beridir yaptığı önemli hataları burada mevzu bahis yapmanın gereği olmadığını ve çoğunluk Suriyeli grupların ‘üsve-i seyyie’ davranışlar sergileyerek azınlıkların mağduriyetini gölgelediğini de hesaba katarsak) Bu oranlar, biz Müslümanların sık sık dile getirdiğimiz muhacir-ensar kardeşliği beklentisinin toplumda bir karşılığının olmadığını göstermektedir. 2020 yılından günümüze, muhtemelen çok daha ağırlaşmıştır. Ulusalcı muhafazakârların sistemli gayretleri neticesinde, şu anda Kayseri gibi milliyetçi/mukaddesatçı muhafazakâr bir ilde bile gariban Suriyelilerin evleri ve arabaları yakılmış, yerlerinden edilmiş ve kovulmuşlardır. Sermayeyi elinde bulunduran kesim, ucuz işgücünün ellerinden gidecek olmasının vermiş olduğu endişe ile bu duruma bir iki kısık ses çıkarsa da, bu durum gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bundan yaklaşık 80 yıl önce Avrupa’ya giden Türklere ‘mülteci’ değil, ‘gurbetçi’ yakıştırması yapanlar, empati kurmaktan yoksun hale gelmiştir. Bu aşamadan sonrası ölüm ve yaralanmalar olacaktır. Yetkililerin çözümlerini buna göre üretmeleri gerçekçi olacaktır. Bu vesile ile, mağduriyetleri bir kat daha katlanan (bu vandallığa maruz kalan) Suriyeli Müslüman kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimizi iletmiş olalım.
‘Radikal Dini Tutumlar’
Söz konusu TEPAV çalışması esnasında benim en çok merakımı çeken bölüm, ‘radikal dini tutum’un ne olduğunu ve kendi tabirleri ile ‘ideolojik radikalizm endeksi’ni belirlenirken nasıl bir soru seti yöneltildiği konusu oldu. Zira TEPAV gibi bir kurumun konuya bakış açısı, rejimin bakış açısı için de ipuçları verecek niteliktedir. Buna göre, katılımcılara aşağıdaki ifadelere katılıp katılmadıkları sorulmuş ve en az üç tanesine olumlu cevap verenlerin ‘radikal’ olduğuna karar verilmiş. Bu sorular yanıtları ile birlikte şu şekildedir:
2016 – 2020
‘İslam’ı uygulamak için bazı yasaları çiğneyebilirim %39 %19
‘Eğer fırsatım olsaydı, bir hırsızın elini kestirmek isterdim %27 %13
‘Eğer fırsatım olsaydı, İslami uygulamaları ibadet etmeyen Müslümanlar üzerinde uygulardım’ %16 %9
‘Namaz gibi dini görevleri ihmal eden bir kişi sadece günahkâr değil, aslında bir kâfirdir’ %5 %3
‘Nazarın kullanılmasını doğru bulmuyorum, çünkü bu şirktir‘ * %6
‘Mevlit okumayı doğru bulmuyorum, çünkü bu şirktir’ * %1,37
* 2016 yılında bu sorular sorulmamıştır
Dört halife döneminde veya Allah Rasulü zamanında, hatta ve hatta ilk İslam devletlerinde Müslümanların sergilediği tutum ve davranışların TEPAV tarafından ‘radikallik’([3]) olarak ifade edilmesi bize göre tam bir cahillik olsa da, milliyetçi/kemalist muhafazakâr rejimin sürdürülebilirliğine gölge düşürdüğü için tehlike olarak görülmüştür. Buna göre, radikallerin radikal olmayanlara göre verdiği cevaplardaki farklılıklar raporda detaylı olarak ele alınmıştır.(sayfa 74 ve sonrası)
TEPAV, şirk barındıran hususlarda toplumun teveccühünü ve Müslüman tavrına en yakın tutumlardaki düşüşü, raporda ‘korkulacak bir şey yok’ edası ile sunmaktadır. İslam ile olan rabıtası nazar boncuğu takmak ve mevlit okutmaktan ileri gitmeyen bu topluma, Allah’tan merhamet diliyoruz.
Muhafazakârların, Radikalleri Toplumdan Dışlama Başarısı
Raporda ‘Sosyal dışlanma’ isminde bir bölüm yer almaktadır.(s. 77) Sosyal dışlanma ölçütü, katılımcıların toplumla ve mahalleleriyle olan bağlarına ilişkin iki soruya verdikleri yanıtlar temel alınarak oluşturulmuştur. Bu sorular şu şekildedir.
- “Kendimi toplumdan dışlanmış hissediyorum.”
- “Kendimi mahallemdeki insanlarla bağlantılı hissetmiyorum.”
Her iki ifadeye de katılan katılımcılar sosyal olarak dışlanmış kabul edilmiş ve (adeta) toplumun radikal insanları dışlama başarısı ölçülmüştür. Raporda; “Sosyal dışlanmanın, bir kişinin radikal eğilimler gösterip göstermemesi üzerinde belirgin bir etkisi olduğu görülmektedir.” denilmiştir. 2016 yılında nüfusun %5’i ‘radikal’ olarak tesmiye edilirken, 2020 yılında bu oran %6’dır. 2016 yılında radikallerin %19’u ve 2020 yılında %12’si kendisini toplumdan dışlanmış hissettiğini ifade etmişlerdir. 2020 yılında, dışlanmadığını hissedenlerin oranı sadece %1,5’tur.
Sonuç Yerine
Muhafazakârlar Neyi Muhafaza Ediyor/Etmiyor?
Bütün bu izah çabamız; Türkiye’de muhafazakârların toplum çıkarlarını, şahsi çıkarlarını, modern ve modernite sonrası değerleri muhafaza etmeye devam ettiğini, devletin ulusal değerlerine var gücüyle sahip çıktığını, toplumun reflekslerinin İslamî duruş ile (uzaktan yakından) ilişkilendirilemeyeceğini, Türk toplumunun Kur’an’ı çoktan mehcur bıraktığını, ne yakın geçmişte ne de günümüzde vahyin değerlerini muhafaza etmediğini anlatmak için idi.
Geçmişte Batı dünyasında da, Türkiye’de de farklı muhafazakâr değerlerin reel politiğin şartlarına göre muhafaza edildiği olmuştur. Zaman zaman demokrasi, serbest düşünce, kadın hakları, insan sevgisi, Mustafa Kemal sevgisi, adil paylaşım, vatan-millet sevgisi, ata dini konuları diğerlerine göre daha fazla öne çıkmış ve duruma göre kemalist muhafazakârlık, demokratik muhafazakârlık, mukaddesatçı/menkîbeci muhafazakârlık, milliyetçi muhafazakârlık gibi türler peyda olmuştur. Şimdi de yeni nesil liberal hatta liberter muhafazakâr yapıya doğru kabuk değiştirmektedir ve bunu okuyabilenlerin sayısı şu an için oldukça düşüktür. İnsanlar genelde içerisinde piştiklerin su sıcaklığının öldürücü seviyede olduğunu görememektedir. Dolayısı ile, Gazze’de yaşananlara gösterilen tepkinin, bir takımın şampiyonluk sevincinden çok daha cılız kalmasının, insanların sürekli yüksek gelir ve zam dışında konuşacak bir şey bulamamasının, sokaklarda küçücük çocuklarda başlayan ‘çıplaklık’ durumundan Müslümanlar dışında kimsenin irite olmamasının, 55 yaşındaki çiftler arasında bile boşanma oranlarındaki artışın, çocuk yapmayı insan iradesinde fabrikatik bir deneyim olduğuna inanıp bu dünyaya çocuk getirmemek(!) için fiili dua edenlerin artmasının, cinsiyet değiştirme ameliyatı için başvuranların çoğunluğunun başı örtülü çocuklar olmasının vs. sebeplerini bizler artık biliyoruz. Rabbimizin beyanından bizler biliyoruz ki, kendi gidişatını münker üzere değiştirmeye devam eden Türk toplumu üzerinde Allah takdirini değiştirmeyecektir. Rabbimizden bizlere süreçlerden ders çıkarma ve fıkhetme gücü vermesini niyaz ederiz. Selam hidayete tâbi olanların üzerine olsun. n
[1] Mâide Sûresi 78-79. ayet; “…İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı…”
[2] Âl-i İmrân Suresi 104.-110.-114. ayetler
[3] Radikalizm veya diğer adıyla köktencilik, siyasal ilkelerin kökten değiştirilmesini öneren felsefi öğretidir. Temelinde faydacılık yatan ve felsefeden doğan bu anlayış, siyasi bir terim olarak ilk kez 1876 yılında İngiltere’de köklü değişiklikler isteyen ve ayrılıkçı hareketler sergileyen parti üyelerine karşı kullanılmıştır. Sosyal meselelere temelden ve alışılagelmiş, denenmiş usûl ve prensiplerden tamâmiyle farklı şekilde çözüm bulma hareketi, kökten ve tamâmen değişme, değiştirme hareketi olarak ifade edilir. Türk Dil Kurumu ise bu ifadeyi amacından biraz saptırarak, “bilimde, dinde, siyasette esasa dönük yenilikler yapma eğiliminden yana olan” anlamında kullanıldığını belirtmiştir. Genel itibari ile “öze dönüşçü Müslümanlar” için galat-ı meşhur olarak kullanılagelmiştir.
Ali Durmuş / İktibas Dergisi Eylül Sayısı