Yeni yetmelere “hikâye” gibi geliyor, ama 87 yıl önce, 29 Ocak 1932 tarihinde, Türkiye’de ilk Türkçe ezan okunmuştu…
Aslında bu hikâye 1931 yılı ortalarında başlıyor. Ezanın yerine kullanılacak metnin hazırlanması için, o tarihte, dokuz tanınmış hafızdan oluşan bir komisyon kuruluyor. Komisyon Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmaya koyuluyor.
Hattâ konservatuar üyesi İhsan Bey’e bu amaçla bir beste bile yaptırılıyor. Ancak yeni güftenin ve bestenin ezberlenmesi zaman alacaktır; bu zamanı kazanmak bakımından, ezanın “bir süre daha” aslı gibi okunması kararlaştırılıyor.
1932 yılı başları: Hazırlıklar tamamdır. Sıra halkın tepkisini ölçecek farklı bir deneme yapmaya gelmiştir…
22 Ocak 1932: Hafız Yaşar, İstanbul’da Yerebatan Camii’nde polis ve jandarma koruması altında, aslının yerine ilk kez Türkçe Kur’anokuyor.
29 Ocak 1932: Dokuz hafız tarafından bu kez Sultan Ahmed Camii’nde Türkçe Kur’an okunuyor.
30 Ocak 1932: Önce İstanbul’a takviye kuvvet gönderiliyor. Ardından Fatih Camii polis ve jandarma tarafından kuşatılıyor. Bu şartlar altında Hafız Rıfat Bey minareye çıkıyor ve Fatih Camii minaresinden ilk Türkçe ezanı okuyor (ikindi ezanı). Halk sessizce dinliyor ve sessizce inliyor!
03 Şubat 1932: Fethin sembolü Ayasofya Camii’nden içeriye, o Kadir Gecesi, ilk kez Türkçe ezan, Türkçe Kur’an, Türkçe tekbir ve Türkçe kamet giriyor.
05 Şubat 1932: Süleymaniye Camii’nde, Hafız Sadettin Kaynak, Cuma hutbesini başı açık ve frak giymiş olarak Türkçe okuyor…
18 Temmuz 1932: Devrin Diyanet İşleri Başkanlığımüftülüklere bir genelge yayınlayarak, bütün camilerde Türkçe ezan okunmasını istiyor…
Ve 26 Eylül 1932: Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metinleri gönderiliyor. Böylece ezan tüm camilerde Türkçe okunmaya başlanıyor…
Memleketin çeşitli bölgelerinden, özellikle de Osmanlı’nın eski Başkenti Bursa’da sessizlik hafiften bozulur gibi oluyor: “Ezanı Türkçeleştirmek bizim hangi sorunumuzu çözer, şimdi buna ne gerek var?..” mealinde hafif itirazlar yükseliyor.
Hafif itirazlar, Ankara’dan çok ağır karşılıklar alıyor: “… Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk Milleti’nin millî dili ve millî benliği, bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.”
Halk artık sadece ağlıyor: İnanıyor, ağlıyor ve bekliyor!
¥
Dönemin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, 04 Şubat 1932 tarihli nüshasında, “Türk dünyasının, Tanrı’sına kendi diliyle taptığını” yazarak, konuya “Türkçe”bağlantılı olarak yaklaşıyor.
Bazıları, “Ne söylendiğinin anlaşılması için” ezanın Türkçeleştirildiğini söylüyorlar. Oysa Cumhuriyet döneminin teorisyenlerinden Falih Rıfkı Atay,“Çankaya” ismiyle yayınladığı hatıralarında, “saklı amac”ın “dinde reform yapmak” olduğunu söylüyor.
Ayrıca da “kurtuluş” anlamına gelen “felah” kelimesi olduğu gibi bırakılıyor. “Ezanda ne dendiğini anlasınlar, ama hepsini de anlamasınlar” demeye mi geliyor, bilemiyorum!
¥
İstiklal Marşı’nda, “Bu ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli/ Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli!”diye haykırıp dua eden milleti yönetenler, Ezan-ı Muhammedi’yi susturuyorlar.
Çünkü 30’lı yılların Türkiye’si, İstiklal Marşı’nın yazıldığı günlerin Türkiye’si değildir; köprülerin altından çok seller akmış, pek çok şey, sel sularına kapılıp sürüklenmiştir. Sürüklenenlerin içinde maalesef Ezan-ı Muhammedi de vardır.
Böylece, yüzyıllar boyu “Allahüekber” diye başlayıp “Lâilahe İllallah” diye biten Ezan-ı Muhammedi’nin çınladığı minarelerden, 18 sene boyunca “Tanrı uludur… Tanrıdan başka yoktur tapacak” sesleri yükselecek, millet ancak, eline geçen ilk demokratik fırsatta CHP iktidarını indirdikten sonra, tekrar ezanına kavuşacaktır (16 Haziran 1950’de).
Peki, Ayasofya’mıza ne zaman kavuşacağız?
Yeni Akit / Yavuz Bahadıroğlu