رَبَّنَٓا اِنَّـنَا سَمِعْنَا مُنَادِياً يُنَادٖي لِلْاٖيمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّـنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ
﴿١٩٣﴾
Rabbimiz! Doğrusu biz “Rabbinize inanın!” diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et. (Ali İmran Suresi 193. Ayet)
Bu ayetin kastettiği manayı daha iyi anlamak için aslında yüz doksanıncı ayetten itibaren okumak gerekiyor. Orada Allahu Teâlâ göklerin ve yerin hükümranlığına dikkat çekerek aklıselim sahipleri için bunlarda ibretler olduğunu söylüyor. Yere ve göğe dikkatli ve derin derin düşünerek bakan insanların, gördükleri manzara karşısında ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı anarlar ibaresi ise aslında hayatın her anında Allah’ı anarlar anlamına geliyor. Devamla Rabbim sen bunları boşa yaratmadın, diyerek hayatın bir oyun ve eğlence olmadığının ciddiyeti içerisinde cehennemin dehşetinden de Allah’a sığındırıyor.
İşte bu imanlı zümre Allah’ın, Kur’an’ın ve Peygamber’in (sav) davetine daha hayattayken koşan koşuşan bir zümredir. Bu dört ayette anlatılan aklıselim zümre daveti ve davetçiyi ciddiye almışlar onun çağırısına kulak verip ona tabi olmuşlardır. Bu çağırıcının çağırdığı şey Allah’ın kitabından başkası değildi elbette ki insanlık tarihi boyunca bu hep böyle olmuştur. Yani vahiy ve insanı bir araya getiren, Allah ile insan arasında bağ kuran Allah’ın seçtiği elçilerdir. Burada anlaşılmayacak bir durum yok, tabii ki bu dediklerimiz Müslüman kafa yapısı için geçerlidir. “…Sen ancak görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın…” (Fatır:18).
Burada insanın anlamakta zorlandığı ve içinin sızladığı bir şey var, vahyin veya genel anlamıyla Kur’an’ın çağrısına/davetine koşanların, yeri ve göğü tefekkür edip Allah’a boyun bükenlerin sayısının ne kadar da az olduğu kısmıdır. Bunu da ancak Kur’an bütünlüğüne vakıf olunca anlayabiliyor, çözebiliyoruz. Mesela Yusuf suresi yüz üçüncü ayeti kerime: “Sen ne kadar çırpınırsan çırpın, insanların çoğu sana inanmazlar” derken aynı surenin yüz altıncı ayetinde; “Onların çoğu şirk koşmadan Allah’a iman etmezler” der. Anladığımız o ki davetçiye kulak verip onu işiten bir topluluk her zaman azınlıkta olmuştur. Hatta Furkan suresinin otuzuncu ayetinde Allah Rasulünün kavmini: “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terk ettiler diyerek şikayet etmesi, insanların davete ve davetçiye olan tavrının ne olduğunu bize göstermektedir.
Bu ayetler ışığında günümüze neler söyleyebiliriz dersek, Kur’an aynı Kur’an, insan da zihinsel sapmalara uğrasa da yapısal özelliği bakımından aynı insan olduğuna göre Allah’ın sünnetullahı işliyor demektir. Bugünün modern insanı her alanda at koşturur ve her şeyi bilirim tavrına sahip olsa da bir kaçış yolunun olduğunu söylemek imkansız. Ya ayetlerin bahsettiği söz konusu zümre gibi çağrıya (Kur’an’a) kulak verip işittik ve itaat ettik diyeceğiz ya da helak olup gideceğiz. Bu manada yeryüzünde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Kur’an’ın kastettiği bu çağrıya ve bu davete kulak veren, işiten, kalbi Allah için çırpınan birileri mutlaka vardır ve olmaya devam edecektir. Mesela Gazze direnişi bunun en güzel örneğidir aslında. Kur’an ehli bilir ki yeryüzünde Allah’a çağıran bir topluluğun bulunması Allah’ın değişmez sünnetullahıdır. Ali İmran Suresi yüz dördüncü ayette bunu söylüyor zaten.
Son olarak şunu unutmayalım ki ancak ve ancak Kur’an’ın gölgesi ve Rasul’ün edindiği nebevi yol bizi düzlüğe çıkaracaktır. Bunun için davete çağırılanlar tıpkı ayette bahsedildiği gibi daveti işitenler davete koşmalıdır. Yeter ki çağıran Allah’a, çağırsın, çağırıldıkları şey de Allah’ın kitabı ve Rasulün kutlu yolu olsun. Zaten insanları kendi mezhebinize, şeyhinize veya meşrebinize çağırmak ne İslami ne de Kur’ani bir yaklaşım değildir. İnsanları Allah’ın kitabına çağırmaktan başka bir seçeneğimiz yoktur. Tevhit doğası gereği bize bunu emreder. Bu minvalde bugünün en büyük davetçisi Kur’an’dır ve kurtuluşumuz Kur’an’a uymakla mümkün olur. Mutlak doğru Allah’a aittir.