Bizim solcularımız, hatta çoğunlukla aydınımız bu milletin inancından, kültüründen ve medeniyetinden o kadar uzaktır ki, dinle ilgili konuştuklarında sapla samanı karıştırırlar ve çoğu zaman da bunu kasıtlı ve ideolojik davrandıkları için yaparlar. Cemil Meriç “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır” der. Onun şu tespiti daha vurucudur: “Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim aydınlarımız yanında birer aklıselim abidesidir”. Gerçi o aydından söz ediyor, ben ise bir yazardan bir alıntı yapacağım. Polemik, tarzım ve becerdiğim bir şey değil ama hayretimi celp ettiği için bunu yapmak zorunda kaldım.
Işıl Özgentürk Cumhuriyet’te buyuruyorlar ki:
“Öğrencilerimden biliyorum, başlarını kapatan gencecik kızlara soruyorum: “Neden?”. Kiminin babası istemiş, kimi kendiliğinden başını kapatmış. Ama türbanın nereden geldiğini bilmiyorlar. Kur’an’da yazıp yazmadığını bilmiyorlar. Onlara türbanın Sümerlere dayandığını, bu uygarlıkta zengin ailelerin ilk kızlarını fahişelik görevi yapmaları için belli bir süre tapınaklara yollamak zorunda olduğunu anlatıyor, halk karıştırmasın diye de bu kızların başını örtmesinin zorunlu kılındığını söylüyorum. İlk baş örtünme onlarda, ardından Yahudiler de bu geleneği değiştirerek almışlar ve kiliselerde yaşayan rahibelerin bu biçimde örtünmeleri herkes tarafından kabul edilmiş. Bu bilgiyi verdiğim için bana teşekkür edenler bile var”.
Bu paragrafta o kadar tutarsızlıklar var ki, hangi birini konuşalım?
Zenginler kızlarını neden fahişe yapsın? Dünyanın hangi dininde tapınakla fahişelik arasında ilişki vardır? Yahudilerin kiliseleri ve kiliselerinde yaşayan rahibeleri mi var? Bunları geçelim.
‘Öğrencilerim’ deyince hanımefendinin bir üniversitede öğretim üyesi olduğunu sandım, öğretim üyesi nasıl böyle saçma şeyler söyler, uzmanlık alanı nedir diye merak edip baktım. Kadıköy Belediyesi Aile Danışma Merkezi’ne bağlı film atölyesinde çalışıyormuş. Öğrencileri de oraya gelen kursiyer genç kızlar. Sonra aklıma geldi, yıllar önce Sümerolog diye tanıtılan bir teyze bu bilimsel olaydan söz etmişti. Yazarımız değil ama o muhtemelen bir akademisyendir, daha tutarlı şeyler söylemiştir, bu da söylediklerini ona dayandırmaktadır diye Google amcaya sordum. Muazzez İlmiye Çığ. Meğer o da bir müze memuruymuş. Elbette kurs öğretmeni, ya da müze memuru olmak tutarlı olmaya mani değil. Ama ortada bilimsel bir izah yok. Muazzez Hanımefendi depoda Sümerlere ait tablet parçaları bulmuş, onlar üzerinde çalışma yapmış ve bu yazarımızın söylediği bu yüksek hakikatlere ulaşmış. Tablet denilen şeyler de paramparça imiş; bir kısmı Amerika’da, bir kısmı Avrupa’da ve bir kısmı da İstanbul Arkeoloji Müzesi arşivinde bulunuyormuş. Sonra bu derin çalışma ile Sümerolog olmuş ve ilmi hayatı boyunca işte bu müthiş gerçeği keşfetmiş. Bizim yazarımız da ‘türbanın nereden geldiğini bilmeyen’ kızlara bu müthiş bilimsel gerçeği muhtemelen ondan alarak anlatıyormuş.
Varsayalım ki, o tabletlerde gerçekten zenginlerin fahişe yapmak istedikleri kızlarının, tanınsınlar diye başlarını kapadıkları söyleniyor olsun. Bu durum başörtüsünün oradan kaldığını hangi yöntemle ispatlar? Bir başka uygarlıkta da aksi bir durum varsa bunun aksini mi söyleyeceğiz? Mesela Kuranıkerim kadınların çıktıklarında dış örtülerine bürünmelerini emrederken ‘iffetli oldukları tanınsın da taciz edilmesinler’ gerekçesini zikreder. Yani o zaman durum, onun söylediğinin aksine imiş, fahişeler açık gezerlermiş. İffetli kadınlar kapansınlar da fahişelerle karıştırılmasın denmek istenmiş. Günümüzdeki fahişeler de türbanlı değil. Şimdi biz de buradan hareketle kadının başını örtmeme geleneği cahiliye fahişelerinden kalmış bir uygulamadır diyebilir miyiz?
İkinci olarak başörtüsünün ‘Kuran’da olup olmadığını bilmeyen’ acaba o kızlar mıymış yoksa bizim yazarımız mı? Sonra başörtüsünü Yahudiler Sümer fahişelerinden almış, onlardan da Müslümanlar. Bu nasıl bir mantık? Keşke, sizi okuyan Yahudiler de olsa da gereken cevabı onlar verseler. Meral Akkent bile sizden daha bilimsel. “Akkent, Meral-Franger, Gaby; Das Kopftuch-Başörtü, Frankfurt, 1987” kitabına bakın.
Kitabı piyasada bulamazsanız yerini de söyleyeyim. Otuz yıl kadar önce Fener’deki ‘Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde bir iki ay araştırma yapmış ve oradaki bu kitaptan da istifade etmiştim, yerinde duruyor olmalı. Bir de dipnot ekleyeyim: O zamanlar İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen bu kütüphaneyi, başta Şirin Tekeli olmak üzere üniversiteden atılmış sosyalist feministlere bir sığınak ve yemlik olarak açmıştı. Sabah kütüphaneye gittiğimde gece boyu süren içki masaları henüz kaldırılmamış, salon leş gibi içki kokuyor olurdu.
Yeni Şafak / Faruk Beşer