“Beş yaşında koronavirüsü yendi.”
“Doksan yaşındaki teyze koronavirüs savaşın kazandı.”
“ …dedenin zaferi. Koronayı alt etti.”
Muhafazakâr, laik hangi dünya görüşüne mensup olursa olsun Türk medyasında bu ve benzeri anonsla takdim edilen onlarca haber dinledim. Bundan böyle de dinleyeceğiz. Bu haber dili bize gösteriyor ki ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Veya şöyle: Küpün içinde ne varsa dışına da o sızar.
Bu ifadelerden dışarı sızan şey; dinden, mukaddesattan, inançtan arınmış bir dil değil sadece. Bu ifadeler gösteriyor ki tüm insanlığın zihin dünyasını “savaş” belirlemiş. Modern zamanlara damgasını vuran Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlık artık eskisi gibi olmadı. Ekonomiyi, edebiyatı, siyaseti, eğitimi, tabiatla ilişkimizi belirleyen en köklü kavram “savaş” oldu. Bundandır ki o zamandan beri giysisi, tahsili sivil de olsa zihniyeti askeri olan bir anlayışla yönetiliyor toplumlar. Ekonomik savaşlar belirliyor tarihi. Yetmedi, tabiatla savaştan bahsediyoruz. Eğer bir dağı delip bir tünel açmışsak; bunu, tabiatı yenmek, zafer olarak adlandırıyoruz.
Sadece insanlar arası ilişkiyi değil hayvanlar, bitkiler ve gözle görülmeyen varlıklar arasındaki ilişkiyi de savaş, zafer, yenilgi, rövanş kavramları ile anlatıyoruz. İnsanlığı birbirine yaklaştırıcı bir etkinlik olarak takdim edilen spor ve sporun bütün dallarına mücadele, rekabet, savaş, zafer, yenilgi kavramları hakim. Sonra da bu holiganlar nerden çıktı diye şaşırıyoruz. “Hücum, saldırı, savunma, ölmeye ölmeye” geldik gibi söylemler ayak topu başta olmak üzere bütün spor dallarına bulaşmış durumda. Satranç zaten bir savaş oyunu idi hep öyle kaldı. Büyüklerin oyunlarından mülhem olarak icat edilen bütün çocuk oyunları da savaş üzerine kurulu. Bilgisayar oyunları, çizgi filmler bu alanları besleyen hikayeler, masallar…
Seçilemeyen parti veya aday için “Millet sizi tercih etmedi”; seçilen için “Halk filanca partiyi, kişiyi tekrar seçti, iş başına getirdi, sorumluluk verdi” demek yerine; kazanan için “Seçimin galibi” “Eze eze zafer kazandı”; muhalefet için de “Sekizinci kez mağlup oldu, yenilgiye doymadı” denildiği içindir ki seçilmeyen kişilerin ve grupların millete olan düşmanlığı, öfkesi bitmiyor. “Yenen” de zulmün, adaletsizliğin bıçak ucunda hareket ediyor bundan dolayı. Nasıl olsa galip, her şey mubah.
Dil, bir zihniyetin göstergesidir
Her alana hakim olan bu dil, bir zihniyetin göstergesidir.
En son mücadelesi verilen koronavirüs ve bilumum hastalıkları da savaşla açıklıyoruz ve diyoruz ki filanca kişi hastalığı yendi, zaferle çıktı, savaşı kazandı.
Bu cümlelerin kastını araştırdığınızda altında “Ölümü yendi, Azrail’i alt etti” anlamlarını buluyorsunuz. Bu ifadeye bakarsak hastalıktan ölen kişi ve yakınları da durumu: “Ne yapayım, hastalık beni yendi. Virüs beni tuş etti. Savaşmasını bilmiyordum. Maalesef kazanamadım. Azrail’i yenemedim. Ölümü alt edemedim” gibi sözlerle açıklaması beklenir ki bu bir yönü ile saçmalık başka bir yönü ile itikadi bir sorundur.
Bu anlayışın varacağı yer şu sözlerdir:
“Yenilmeseydin kardeşim ölüme! Savaşsaydın, zaferi kazansaydın!”
Yüz yedi yaşındaki şu kadından utanmadın mı koronaya yenilirken?
Yuh sana! Şu bebek kadar bile olamadın Azrail’e karşı!”
*
İslam dininin kılıçla yayıldığını iddia ederek kendilerini hümanist, barışçı, hoşgörücü olarak takdim eden Batı’nın zehirlediği bu dil ve zihniyet, Müslümanlarda aynı zamanda itikadi yaralar açtığının farkında mıyız acaba? Tabii ki değil. Batı’da tahsil görmüş, zihnini, gönlünü Batı’ya kaptırmış kişileri anlıyoruz da kendini, mücadelesini Batı’ya karşı konuşlandırmış siyasilerimizi, medyamızı anlamıyoruz.
Hani, şifa Allah’tan idi. Hani, nerde “inşallah” âyeti? Allah’ın takdiri nerede? Bu sözlerle “kader ve kazaya iman”ı nasıl telif edeceğiz?
Herkes biliyor ki doktorlar kimseyi ölümden kurtarmaz. Doktor teşhis koyar, teşhisinde isabetli ise ona göre elindeki imkanlarla tedavi eder. Eğer kaderinde varsa yani Allah takdir etmişse ilaçlar vesile olur, hasta şifa bulur, iyileşir. Bundan dolayıdır ki Müslüman doktorlar, “Biz elimizden geleni yaptık, gerisi Allah’ın takdiri, dua ediniz” der.
İyileşen kişi ölümden kurtulmuş değildir; ona biraz daha mühlet verilmiştir.
İyileşen bir insanın doktorlara, sağlık çalışanlarına teşekkür ederken Allah’a şükretmesi gerekmez mi? Alkışların yerini şükür secdeleri almalı değil mi? Gol attıktan sonra secdeye kapanan futbolcular kadar bile olamadık, ki hayretler olsun.
Evet, covid-19 gibi büyük bir bela ile sınanıyoruz. Ancak sadece virüsle değil; ondan daha çok imanımızla, itikadımızla, hayır ve şerre olan inancımızla, bu inançları döktüğümüz zihniyetimizle de sınanıyoruz.
Hatta şöyle: Bu milletin zihnine ne olmuş böyle? Nasıl bir eğitim sürecinden geçirmişler ki izleri derinlerde. Sanki “Mankurtlaşmışız” da haberimiz yok.
Allah encamımızı hayreylesin.
Dünya Bizim / Kâmil Yeşil