“Kutlu Doğum Haftası Kutlamaları ” öncesi sahih resul inancını ortaya koymak ve peygamberimizin dindeki yerini doğru anlamak için İLKAV (İlmi ve kültürel Araştırmalar Vakfı) tarafından bir panel gerçekleştirildi.
Kocatepe Kültür merkezinde büyük bir katılımla gerçekleştirilen panelin katılımcıları; oturum başkanlığını Eğitimci-İlahıyatçı Emrullah Ayan, ın yaptığı panelin konuşmacıları Şeyho Duman,Ramazan Yazçiçek ve Ahmet Kalkan idi.
Panel Mahmut Köçer ‘ in konuyla ilgili seçmiş olduğu Kuran ayet ve meallerinin okunması ile başladı. Daha sonra İlkav Çocuk Korosu sahne aldı.Çocukların sunmuş olduğu marşlar büyük bir ilgi ile izlendi. Alper Tuna ‘nın kendi yazmış olduğu “Sana Gül Diyorlar Ey Resul” adlı şiiri okuması büyük beğeni ile dinlenmesinden sonra konferansa geçildi.
Oturum Başkanı Eğitimci -İlahıyatçı Emrullah Ayan açış konuşmasında vakfın genel faaliyetlerini tanıttıktan sonra şu hususlara değindi.
” Resulu doğru anlarsak dini doğru anlarız. Günümüzde yanlış resul ve din algılayışları toplumu kuşatmış durumdadır. Özellikle nisan ayında kutlanmaya başlanan Kutlu doğum haftası etkinliklerine önden bir uyarı olması,tarihe bir not düşme hasebi ile böyle bir organizasyona da ihtiyaç vardı.Tüm katılımcılardan ve panelimize gelen duyarlı siz değerli kardeşlerimizden Allah Razı Olsun.
Konferansımızda Resulun Örnekliği, Ona itaatin mahiyeti,günümüzdeki yanlış anlayışlar,Sünnet ve Hadis ayrımı, modernizmin Allah’la peygamberinin arasını ayırma girişimleri,Kuranda Resul gibi konulara değinilecektir.
Öncelikle bizim İLKAV olarak Din Usulü Hakkındaki görüşlerimizden önemli olan hususları özellikle ifade etmek isterim.
“1-Kur’an, dinde tek belirleyici ve tek mutlak şari olan Allah’ın tarihe ve topluma müdahale ederek, vahyin ölçüleriyle iman, akıl, şahsiyet, tasavvur ve hayatı yeniden inşa etmeyi hedeflediği, hak ile batılı ayıran bir furkan, karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir hidayet rehberidir. Bu sebeple de dinin belirlenmesinde özne kılınması, merkeze alınması gereken temel kaynağımızdır. Kur’an’ın delaleti zanni kısmı ile ahad haber alanı ise, zan taşıdığı için, akıdeleştirilmemesi, dinleştirilmemesi ve hoş görülmesi gereken farklılıklarımızı kapsamaktadır. Sabiteler, muhkem naslar alanındaki, akıde ortak paydasındaki birlik sağlandıktan sonra, yoruma açık, içtihat alanındaki farklılıklarımız zenginlik olarak kalacaktır.
2 -Ancak Kur’an, bir hayata inmiş ve o hayatın içine okunmuş, hayatın içinden okunmuş ve o ilk hayatı, Resulullah’ın (s) ve ilk Kur’an nesli olan ashabının hayatını inşa ederek tamamlanmış bir kitaptır. Bu sebeple de, o ilk hayattan koparılan, soyutlanan bir Kur’an anlayışı, bugün de hayatla bağı kurulamayacak teorik bir kitabın ortaya çıkmasına ve ilk şahitlikten kopularak, bugün hayata taşınması, sosyalleştirilmesi güç bir din anlayışının doğmasına yol açar.
3- Bu sebeple, hiçbir mü’min Resulullah’ın (s) Kur’an’da emredilen güzel örnekliğini dışlayamaz, onun Kur’an’ın uygulaması anlamındaki ve yaşanarak bugüne kadar mütevatir olarak intikal eden sünnetini reddedemez. Reddeden olursa şüphesiz ki, Kur’an’da yer alan Resule itaat hükmüne aykırı bir inançla mü’min olma vasfını kaybeder. Bu sebeple kesin bir delil olmadıkça hiçbir mü’min sünnet inkarcılığıyla suçlanamaz. Çünkü hiçbir mü’min bunu yapmaz. O halde bütün mü’minler hizbullah olmak, Allah taraftarı olmak zorunda oldukları gibi, bütün mü’minler sünnet ehli olmak ve Kur’an’a tabi iseler ve Allah’ı seviyorlarsa Resulullah’a itaat etmek mecburiyetindedirler. Bu bakımdan bir kısım mü’minler sünnet ehli, bir kısmı ise sünnet karşıtı olarak nitelendirilemezler.
4-Sünnet, vahiy değil, ancak vahyin denetimi altındaki Resulün uygulamasıdır. Yanlış yapıldığında Allah tarafından düzeltildiği için, Kur’ân’da düzeltilmeyenler Allah’ın dolaylı onayını da almış sayılır. Sünnetin ilk kaynağı da Kur’an’dır. İkincisi ise, Resulden bugüne milyonlarca insan tarafından yaşanarak ve mütevatiren intikal eden uygulamalardır. Resul (s), Kur’an’ı açıklama, tebliğ etme, yorumlama, içtihat ve uygulamalarıyla bize şahitliğini yapma, örneklik oluşturma, bize kitabı ve hikmeti öğreterek bizi eğitme, arındırma gibi oldukça önemli görev ve sorumluluklarla donatılmış ilk şahit, Kur’an ahlakıyla, en güzel ahlakla mücehhez bir Resuldür, Kur’an’la yolumuz aydınlatan bir önderdir.
5-Hadis ise, bu uygulamalarla ve Resulullah’ın (s)’in sözleriyle ilgili olarak anlam itibariyle intikal eden sözlü nakillerdir ki, daha çok âhâd haberlerden oluşur. Bu alan, gerek rivayet zinciri bakımından, gerek metin tahlili açısından tahkike muhtaç olan zan alanıdır. Bu rivayetlerin, ahlakı Kur’an ahlakı olan Resulullah (s)’e ait olup olmadığının anlaşılabilmesi için Kur’an’a arzı şarttır. Ebu Hanife’nin usulü bu konuda anlamlı ve yeterlidir. Bu bağlamda yapılan araştırma sonucunda, Kur’an’a, Resulün sünnetinin bütünlüğüne, Risalet misyonuna, ahlakına, akla ve mantığa, kevni ayetlere vb uygunluk olduğu tespit edilirse, yine kesin olmamakla beraber Resule ait olduğu galip zannına, kanaatine ulaşılırsa, onunla amel edililir. Ancak gaybla ilgili rivayetler Kur’an’da yer almadıkça doğru olduğu iddia edilemez. Zan alanı olan bu alandaki haberler üzerine akıde bina edilemez. Resulden geldiği iddia edilen rivayetlerin tahkike tabi tutulması, bu bağlamda hadis usulü gereğince Kur’an’a arz edilmesi suretiyle metin tahkiki ve tahlili yapılması, şüphesiz ki, Resulü denetleme amaçlı olmayıp, Resul adına gelen haberlerin doğruluğunu ve Resule ait olup olmadığını tespit amaçlıdır. Ve bu çaba, ilmi birikimi olan her mü’min üzerinde büyük sorumluluktur.
6-Din kuralları koyan vahiy Kur’an’da toplanmıştır. Ancak, Kur’an dışında, Allah ve Resulü arasında tabii ki (din vazetme anlamında olmayan) bir ilişki söz konusu olabilir. Resulullah (s) ile Allah arasındaki Kur’an vahyi dışındaki bu muhtemel ilişkinin bizi bağlayıcılığı ise, ancak bilahare Kur’an’a yansıyarak olur. Yahut da Resulün bir içtihadı yada uygulaması haline dönüşerek bize ulaşırsa bizi bağlayıcı hale gelir. Bunda dahi, arkasında zanna dayalı böyle bir iddia olduğu için değil, sadece Resulün din konusundaki bir içtihat ve uygulaması olduğu için ve Kur’an gereğince bağlayıcılığı vardır. Reslullah’ın bütün yapıp ettiklerinin vahiy olduğunu (vahy-i gayri metluv) iddia etmek, hem Kur’an’a aykırı, hem Allah’ın din konusundaki ve gayb haberleriyle ilgili vahyi Kur’an’da toplanmışken, bunların bir kısmının Resulullah tarafında Kur’an’a koydurulmayıp gizlendiği, ya da sadece birkaç kişiye söylendiği gibi bir iftira olur ki, bu risalet görevinin tam anlamıyla yerine getirilmediğini iddia etmek anlamına gelir. Diğer taraftan, Resulün kimi uygulamalarını bilahare eleştirip düzelten Kur’an ayetleri dikkate alındığında, Allah’ın önce Peygamberi yönlendirip böyle yaptırdığı, daha sonra da uyarıp neden böyle yaptın diye eleştirdiği iddia edilmiş olur ki bu büyük çelişki olur. Ayrıca böyle bir iddia Resulü, bütün inisiyatif ve iradesini yok ederek, tamamen Allah tarafından yönlendirilen bir robot konumuna indirger ki, böyle bir Resulün güzel örneklik oluşturması tartışılır hale gelir.
Kur’an dışı akaid ve ölçüleri bırakıp ilme’l yakin olana ittiba ettiğimizde, Kur’an’ın muhkem ayetlerini esas aldığımızda ulaşacağımız yoruma açık olmayan kimliksel birlik, tevhid ortak paydasında, sabiteler planında bütünleşme kendiliğinden yaşanacaktır. Vahdet gerçek anlamıyla mümkün hale gelecektir. Kur’an’ın delaleti kati alanıyla, yaşanarak intikal eden mütevatir sünnet mutabakat alanımızı oluşturmak durumundadır ve bu alanda farklılığa müsamaha edilmemesi gerekmektedir. Bizi kardeş yapan akidemiz de bu alanda teşekkül etmektedir. ” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Kutludoğum Haftası”modern bir bid attır. Bir kere hayatımızın bütün zamanlarında hiç hatırdan çıkarılmaması gereken ve hayatımızın düzenlenmesi sürecinde güzel örnekliğimizi teşkil etmesi gereken Resulullah (s)’in, sadece senede bir hafta hatırlanması ve üstelik bu hatırlamanın da son derece yüzeysel, derinlik ve nitelikten yoksun bir şekilde yapılması doğru Kur’an ‘ve Resul algılamasından uzaklaşmaya yol açmaktadır. Son derece soyut ve neredeyse bir çıçeğe indirgenmiş yanlış bir Peygamber algı ve sevgisini pompalayan, Peygamber (s) in vahye ilk sahidliginden. tevhid mücadelesinden kopuk, O’nun Allah yolunda yaptığı fedakârlıkları, dinde tavizsizliğini gündemlestirmekten uzak bir Peygamber algısına katkı sunan ve Peygamber sevgisini, Protestanlaştırma projelerine vasıta kılan bu tür programları meşrulaştırmamaya dikkat edilmelidir. Binlerce fakiri doyurabilecekken, tonlarca gülü çöpe atarak harcanan imkânlar ve “Gül Muhammed” diye Rahmet Peyğâimber’ine isim takan programlar, gül satıcılarının yüzünü güldürse de, sonuçta sekülerleştırme, Protestanlaştırma, dini bir takım duygulara, vicdanlara tahsis ederek hayattan ve toplumdan soyutlama projelerine hizmet etmektedir.
Mübarek gün ve geceler adı altında sergilenen bu tür etkinlikler tıpkı “Sırlar Dünyası”, “Kalp Gözü” vb. dizilerde olduğu gibi toplum nezdinde sahte bir din algısının yerleşmesine vesile oluyor. Televizyon, gazete ve radyolarda yer verilen ve sık sık tekrarlanıp yaygınlaştırılan ،’Gül Muhammed” yada “Güllerin Efendisi” gibi klişe ifadeler. Peygamberimizi yücelteyim derken aşağılayan bir imaj oluşturuyor. Tıpkı asırlardır Peygamber’i yüceltme amacıyla, ona insan üstü vasıflar yakıştırıp iftira edenlerin tutumunundaki sapmalar gibi. Alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir Peygamber’i “Güllerin efendisi” konumuna indirgeyenler, onu çiçeklere tahsis ederek, bütün insanlık için son derece önemli olan şahidliğine ve güzel örnekliğine zarar veriyorlar.
Bu tür toplantılar son derece iyi niyetlerle de yapılıyor olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, dinde tahrife yol açan pek çok hadis de bir takım iyi niyetlerle, dini ibadetleri arttırmaya vesile olmak gibi amaçlarla uydurulmuşlardı. Anlaşılıy ki؛ birileri seküler dünyanın kimi kutsal gün ve törenlerinden etkilenerek bizde de olsun diyerek yeni icatlara kalkışıyorlar. Böyle olduğu için, kimi Belediyeler ve kurumlar, Kadınlar Günü yada sevgililer günü münasebetiyle karanfil dağıttıkları caddelerde, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle de gül dağıtmaya hazırlanıyorlar.Dünyada tüketimin tahriki, eğlence sektörünün iş yapması veya yıl boyu unutulan özel grupların hiç değilse bir gün veya haftada anılması için özel gün ve haftalar düzenleniyor. Kapitalizmin her şeyi metalaştıran, piyasa şartlarına uyduran, tüketimi tahrik eden ve İnsanları sekülerleştiren çarkı, islami kimlik ve değerleri de kendine uygun formlarda yeniden dizayn etmeye, protestanlaştırmaya çalışıyor. Bu amaçla, islamı ılımlılaştırmaya ve reforme etmeye yönelik bir çok küresel ve yerel proje ardı ardına üygulamaya devam ediyor. İşte bu projeler, islamı, bu sekuler dünya içinde uyumlu bir yere oturtmak istiyor, şeklî bir takım ritüellere, formlara indirgeyip içini boşaltarak, anlam kaybının yaşanmasına yol açıyor. Bu amaçla din, belli gün, gece ve haftalara indirgenerek, duygu ve sevgi bazında bir konuma çekilmeye ve hayatı kuşatması engellenmeye çalışılıyor.
Öyle anlaşıyor ki, “Kutlu Doğum Haftası” da bu kabil gün ve haftalar arasına girmeye doğru yol alıyor. Hafta boyunca geliştirilen söylem peygamberimiz (sas)’in şahsiyetini abartılı biçimde kutsallaştırma eğilimini geliştirmesi de başka bir problem oluşturuyor Zaman zaman Hıristiyanların Hz. İsa’ya yakıştırdıkları aşırı şeyler söylenip yazılabilıyor. Bütün bu süreçte öylesine içi boş ve hayata dokunmayan şeyler söyleniyorki ‘Nübüvvet-Risalet gibi görevlerin ne olduğunu, Peygamber i örnek almanın ne anlama geldiğini,bugün bizim için hayatının ve tebliğinin ne anlama geldiği,zulme karşı durmanın ne olduğunu ,tevhid mesajını hatırlatmak için Resulun misyonunun ne olduğunu anlamak mümkün olmuyor.
Rabbimiz gayretlerimizi O’nun istediği biçimde artırsın inşallah diyerek panelin diğer konuşmacılarına sözü verdi.
Şeyho Duman Hoca Kuran ayetlerinden yola çıkarak Resulün Usvetül hasene özelliğini ,salavat kültürünün yanlış anlaşılmasına,resulun mesajı ve fonksiyonu gibi konuları içine alan konuşmasının özeti aşağıdaki gibidir:
” Selam temiz kalıp ,temiz yaşayan ve kendisini arındırarak pisliklerden uzak kalanlara.Bize Alemlere rahmet ettiği için Resul gönderen Rabbimize hamd-u Senalar olsun.Bizi muhatap aldı.Örnek resulünü bizden birisi olarak aramıza gönrerdi.Ama biz Resulü anlamadık.Kuranın mesajlarını dinlemedik,üzerine bir sürü şey kattık,aramıza engeller koyduk.Kurandaki resulü araştırmadık.Kuran O’nda (Resulde) sizin için güzel örneklik vardır diyor.Ama biz bu mesajı duymadık. Ulaşılamaz ve mucizevi donatıları ile kendimizden uzaklaştırdık.Mucizev-i Ahmediyeler-Nuru Muhammediyeler ile kendimizi kandırdık.Salavat okuyarak kurtulacağımızı sandık.Ne dediğimizi bilmedik. Salatın resule,dinine ,mücadelesine destek ,yardım anlamında Kuran’da geçtiğini unuttuk.Sadece dille söylenen bir duaya çevirdik.
Vemake İlla Rahmetellil Alemin ifadesi gramer olarak Ben seni alemlere rahmet ettiğim için seni resul olarak gönderdim.Bu ayeti bile yanlış anladık.İçinde peygamberimize bir sürü iftiralar olan mevlütler yazdık. Aynen Hz.İsa’ya takipçilerinin yaptığı gibi.Resul sadece Allaha Kulluk edin,Kitaba’a uyun,bende sizin gibi bir beşerim,ancak bana vahyolunuyor,ben sizden bir ücret de istemiyorum,beni ilahlaştırmayın dedi.Resulün Kurandaki tarifine dönelim.Hikmetli,yumuşak,hakkı ayakta tutan,şefkatli aile reisi olan vs.Sıkıntımız Kurani kavramları uygun şekilde anlamadığımız için oluyor.Tarih içinde salavat kültürüne dönüştürülen salat kelimesi gibi.
Resul nedir? Elçi manasında birirnin mesajını olduğu gibi iletmek için görevlendirilen kişi.Nebilik vasfı haber alan,resullük vasfı haberi götüren,ileten anlamındadır.O kendiliğinden hareket etmez.23 yılda bu görevini hakkı ile yerine getirmiştir. Bunu yaparken ne büyük sıkıntı ve ızdıraplar çekmiş, büyük yükün altında bazen çok zorluklar yaşamıştır.Vahyin murakabesi altında.Bu Kuran dağa inmiş olsaydı dağın paramparça olduğunu görürdünüz diyor Kuran.Din adına vaaz ettiği ve bize sahih biçimde ulaşan sünnetine ilşkin her hususun mutlaka Kuranda bir izi vardır. Bizi bağlar. Akidemizi Kuranın muhkem nasları oluşturur. Ahad haber olarak gelen hadislerle akide oluşturulmaz ama amel etmek caizdir. Resulü bize nur olarak tanıttılar.Resul ise elçidir.Yüce yerden mesajı alıp risaletinin gereği insanlığa götürmektir.Resul kendine ait bir şey getirmemiştir.Onun getirdiği ve söylediği şeylere itaat etmek zorundayız.Resule itaat ,Allaha itaat etmek demektir.
Allaha ve Resule icabet edilir.Bizi diriltecek olan mesaja kulak verilir.İman edilir ve amel edilir.Resul Allahtan ayrılmaz.Ben ancak Bana vahyedilene tabiyim.Ancak ben sizin gibi bir beşerim.Farkım bana vahyediliyor olmasıdır.Zımmen beni ilahlaştırmayın demek istiyor.Allahın bizi sevmesi kaydı resule tabi olmaya bağlıdır.Allah ile resulünün arasını ayıranlardan Rabbimiz bizi beri kılsın,Onun sünnetinden ayırmasın.Velhamdülillahi Rabbil alemin.
Sonra sözü Ramazan Yazçiçek hoca aldı. Panele, “RESULULLAH’IN DAVETİNİN AMACI ve HEDEFİ” konulu tebliğ sunumuyla başlayan Yazçiçek, özetle şunları söyledi:
“İlim amele matuf, ilimde amele dönüşecekse bize bir faydası vardır.Günün sonunda öğrendiklerimiz inşallah ameli salihe dönüşür.İlimsiz amel ifsat eder.Resullullah ifadesi aslında doğru anlaşılırsa Onun dindeki yeri ve önemi de anlaşılmış olur.Maruf kavramı tevhidi ikame, münker kavramı ise şirki izale bağlamında alınmalıdır. Tüm peygamberler için durum aynıdır.
Vahiy ezber bozan bir mesajdır! Tarihin bütün dönemlerinde oluşan bozulmalara karşı toplumlar vahiy ile uyarılmış ve tekrar tevhide yani asla davet edilmiştir. Bir çok bozulmada olduğu gibi yanlış peygamber tasavvuru da özünde yanlış Allah inancından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple önce doğru bir Allah inancına sahip olmak gerekir. Konuya dair Sahabe ve İslam hukukçularından alıntıları paylaşan Yazçiçek, “Varlığın Allah ile bağı Kur’an ile sağlanır. Hayatın Kur’an ile bağı Resullullah ile sağlanır. Allah ile varlığın bağının kopması varlığın anlamını yitirmesidir. Resulullah ile bağı koparmak, Kur’an ile bağı koparmaktır.” vurgusuyla Resullullah’ın dindeki yerine ve önemine özlü bir şekilde dikkat çekti.
Daha sonra, “Varlık ile Allah, Kur’an ile insan arasındaki ilişki Resulleri aracılığıyla kurulmaktadır. Keza Resulullah, dinin doğru anlaşılması/kulluk cihetiyle vahyin birinci elden canlı tanığı olarak anahtar konumundadır. Resulullah ile Kur’an arasındaki bağı koparmak, Resullulahı anlamsız ve hatta Peygamberliği gereksiz görmek aslında tağutî sistemleri meşrulaştırmanın yoludur. İster Hurafeci yaklaşım olsun isterse Kur’an’ın bir kısmını tarihe gömme şeklinde ortaya çıkan modernist yaklaşımlar; bunların, Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden münkirlerin yaklaşımından aslında farkı yoktur.” söyleyerek konuşmasına devam etti.
Vahiy gibi Resulullah’ın hayatı ve örnekliği de ezberler bozmuştur.
Beşer peygamber örnekliği bizlere herhangi bir mazeret bırakmamaktadır. Önceki hayatında da bir zaafiyet yoktu. Kendisi hakkında en ufak bir güvensizlik yoktur.
Rasûlullah (s.a.v.)’in babası henüz o dünyaya gelmeden vefat etmişti. Doğumundan altı yıl sonra da annesi vefat eder. Kendisine bakan dedesini sekiz yaşında kaybeden Peygamber (s.a.v.), Ebu Talib’in himayesinde kalır.
Erkek çocuklarının hayatta kalmayışı Allah (c.c.)’nün takdiri ile farklı bir incelik arz ederken, 25 yaşında bir delikanlıyken içinde bulunduğu toplumun değer yargılarına rağmen 40 yaşında bir hanımla evlenmesi ve eşinin vefatına dek başka bir hanımla evlenmemesi de farklı incelikler taşımaktadır.
Hatice (r.a.) annemiz ve Kureyş’e karşı oldukça fedakâr bir şekilde kendisini savunan Ebu Talib, davetinin en sıkıntılı, işkencelerin, zulmün arttığı bir hüzün yılında vefat ederler.
Kendisiyle oldukça yaş farkı olan Aişe annemizle evlenmesi ve Aişe annemizin ömrünün sonuna dek Müslümanların aile hukuklarına adeta arşiv dairesi gibi bilgi aktarması da kayda değer bir başka durumdur.
Hurma liflerinde yatacak kadar sade, kendi söküğünü kendisi dikip kirlisini yıkayacak kadar insanlara karşı minnetten azade, tam anlamıyla hürriyeti özümsemiş bir Peygamber… Sadece üzerindeki Allah’ın minnetinin meşguliyetiyle yaşayan önder…
Ramazan Yazçiçek konuşmasına devamla, Mekke, hicret ve Medine dönemine dair bir değerlendirme yaparak şunları söyledi: Mekke’de, Tevhid inancı ikame edilmiş. Bununla yeniden sağlam bir inanç sistemi oluşturulmuştur. Allah’a sonsuz güven tesis edilerek, ahirete yakinen iman üzerinde durulmuştur. “Muhakkak ki ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuran Resulullah’ın Ahlakı akideyle birlikte tesisi yine Mekke’de öne çıkan bir başka durumdur. Ümmet, Kardeşlik, Vahdet Darul Erkam’la tesis edilirken ilk Müminler topluluğunun eğitimi de bu dönemde yapılmıştır. Ebu Leheb’in ve Zeyd b. Harise’nin (ra) Kur’an’da zikredilmesi, cahiliyenin bütün değer yargılarını alt üst etmiştir.
Tebliğin Netlik ve Kararlılk gibi iki temel özelliği üzerinde duran Yazçiçek, “güvenilir Muhammed” (Muhammedu’l-Emîn) vasfına değinerek Resulullah’ın hayatın içinde bir şahit olması, O’nun bir beşer ve kulluğunu müdrik bir peygamber olmasındandı dedi.
Hicreti doğru anlamak, hicreti, olağanüstü olaylar menkıbeler örgüsü haline getirmemekle mümkündür. Bu durum hicreti, her Müslüman için gerektiğinde yaşanılamaz bir mükellefiyet kılmamak açısından son derece önemlidir.
Evs-Hazreç uzlaşması, Akabe beyatı, Muâhât (Kardeşleştirme), Kuba mescidinin misyonu hakkında da bilgi veren Yazçiçek, Medine’nin, Siyaset-Ahlak, kabilelerle, devletlerle yapılan bütün anlaşmalarda ifsadın yerine ıslahın hedeflenmesi açısından çok önemli olduğunu; Resulullah’ın vefa, söze sadakat ve fakat ihanete de tahammülsüz tavrıyla insanlık için örnek olduğunu belirtti.
Peygambere itaattin zorunluluğunu ayetlerle açıklamasının ardından Mekke’de vaz oluna ahlaki kuralların Medine’de hukuki kurallara dönüştüğünü, Resulullah’ın hem Mübelliğ hem de Mübeyyin; Tezkiye (arındırma), Ta’lîm ve Tatbik etme vazifesi ile şahitlik ettiğini yani bize bütün yönleriyle dinimizi öğrettiğini belirtti.
Günümüz hareketleri için Resul-Sahabe ilişkileri bize onun liderliğe konusunda bilgi vermektedir. Bu tespit Resulü doğru tanımak için gerekli olduğu gibi sahabeyi de doğru tanımanın yoludur. Bu, sahabeyi menkıbe kültüründen arındırmak ve Kur’an’ın sahabe değerlendirmesini doğru okumakla mümkündür.
Peygamberimiz arkadaşlarına dönük, şahsı ve devlet başkanlığı konusunda, “Lâ yüs’el” (sorgulanmaz) bir tavır içinde olmamıştır. İstişareyi esas almış, ashabından “Gassâlin önündeki meyyit gibi olmalarını” beklememiştir. .
O, (SAV), bir “melik-nebi” yani “kral-peygamber değildi o “kul-nebi” “resul- devlet başkanı” idi. Peygamberimizin vefatı ve hatta defni dahi derslerle doludur. Mirası, Kur’an ve Sünnettir. Ben sünnet tanımını İbn Teymiye den mülhem “Resulün din olarak emrettiği ” olarak alıyorum. Biz resulden daha iyi dini bilemeyiz.Modenr dünya ezberbozan peygamberi anlamaz. İslamı cahiliye tekrar sarmıştır.İslamda o yüzden cahiliyeyi bilme zorunluluğu vardır. Yaşayan cahiliyeyi bilmemiz lazım.
DAVETİN AMACI: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat, 51/56.
DAVETİN HEDEFİ: “Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” Enfal, 8/39; Bakara, 2/193. Konusunda ayetlerine vurgu yapan Yazçieçk, Dinin, “Hayat Tarzı” olduğunu, “De ki: «Dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmekle emrolundum.”, Ve Müslümanların ilki olmakla emrolundum.» Zümer, 39/11-12. ayetleriyle açıkladı.
Konuşmasının ikinci bölümünde Modern Dünyanın içinde bulunduğu durumu bunalım olarak niteleyen Yazçiçek, buna dair istatistiki bilgiler paylaştı. İslam’ın yeniden tarih sahnesine çıktığını bunun için geleneksel ve modern hurafelerden arındırılmış tevhid akidesinin ikamesiyle yol alınabileceğini vurgulayıp çağımızın fitnesi ve aktüel durumla ilgili bilgi verdi. Tevhidsiz adalet söylemlerinin çağımızın bir fitnesi olduğundan bahisle,çözümün vahyin rehberliğinde; Resullullah’ın sünnetine intibada olduğunun altını çizerek sunumunu tamamladı.
Son konuşmacı ise Ahmet Kalkan hoca idi. “Rasûlullah’ı Sevmek, Yalnız O’nu önder Kabul Edip O’nun izinden Gitmekle Olur” başlıklı sunumunda güncel olay ve fikirlerle de konunun irtibatını kuran Kalkan, şu hususlara değindi.
“Bizler zulmün ne olduğunu yeterince idrak edemiyoruz. Dünyada Müslüman halklara fiziki ve zihinsel saldırılar hiç durmadan devam ediyor. Okullar, mahkemeler, meclisler bunların aracı olabiliyor. Küfür ve şirk almış başını gidiyor.kuran ise mahcur bırakılmış durumda.Zillet içindeyiz. Resulü tanımıyoruz. Kitle imha silahları televizyon ,internet ve medya zihinleri iğdiş etmeye devam ediyor.Cehennem yerine hapishane,kıyamet yerine deprem,haram yerine suç kavramları insanları daha çok korkutur olmuş.
Kurtuluşu cellatlara teslimiyette arayan insanlara Allah gerçek kurtarıcılar gönderdi. Doğru tercih yapamayan insanlığa yol gösterdi, içlerinden önderler seçti. Ve en son elçi: Alemlere rahmet Hz. Muhammed O’na ve peygamberlerin tümüne salât ve selâm olsun. O’nu tanıyan yalnız O’na hayran olur. O’nu seven sadece O’nun izinden gider. O iz, dünyada huzur ve saâdete, âhirette tükenmeyen nimete götürür. İnsanları şerre ve ateşe dâvet eden bunca çağrıya karşılık O’nun sunduğu İlâhî mesaj bugün inmiş gibi taze, canlı ve canlandırıcı. Kurânî ilkelerin nasıl yşanacağım gösteren O’nun sünneti insanlığın tek ve son alternatifi. Kurtulmak isteyenlere uzatılan can simidi. Kutlu elçinin mesajına kulaklarım tıkayan günümüz insanı felâketin bin bir çeşidini yaşıyor ve helâke hızla yaklaşıyor, o güzel insanın teşhis ve çözümleri insanlığın son şansı. “(Rasûlüm!) De ki: ‘Eğer Allah ‘ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ‘ Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez, ” (3/Â1-İ imrân, 31-32) Bu ayet, aynı zamanda dostluğun ve sevginin kuru bir iddiâdan ibâret olmadığını, mutlaka bir bedel istediğini gösterir; dostsanız, seviyorsanız, dostunuzu râzı etmeye çalacaksınız..
Sevgi İmanın Göstergesidir.
Rasûlullah (s.a.s.), Allah’ı her şeyden çok sevmeyi, imanın şartı saymıştır. Ebû Rezîn el-Akîl, kendisine: “Ey Allah’ın elçisi, iman nedir?” diye sorunca: “Allah ve Rasûlünün, sana, her şeyden daha sevgili olmasıdır” (Ahmed bin Hanbel, IV/11) buyurmuştur. Yine sevgi ile iman arasındaki ayrılmaz bağı şu şekilde vurgulamıştır: “Hiçbiriniz, Allah ve Rasûlü, kendisine her şeyden daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (Nesâî, iman 2-4; ibn Mâce, Fiten 23; Ahmed bin Hanbel, IV/11). “Kişi, dostunun dini üzeredir, insan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!” (Tirmizi, Zühd 45 hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178) Bu konudaki âyetler de aynı sevgiyi vurgular: “Peygamber, mü’minlere, canlarından daha evlâdır/ileridir.” (33/Ahzâb, 6) ve “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin…” (9/Tevbe, 24)
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler, eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim, düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler, misyoner faaliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm, sosyalizm, Siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı, sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm ve tüketim alışkanlıkları,insanları fıtratlarından ve Allah’ın dostu ve Resulünün izinde olma özelliklerden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytani araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan savunmasız, cahil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum bırakılan halk, elbette Allah’a ve Rasûlüne dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Peygamber’e iman, O’nu örnek ve önder kabul edip O’na itaat etmek içindir. Peygamber’in yoluna, O’nun getirdiği İslâm! ilkelere uymamanın dünyada ve âhirette büyük cezaları vardır. Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onun (Peygamber ‘in) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir fitne, belâ gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. ” (24/Nûr, 63). Peymberimiz’in gösterdiği yoldan başka yolda gitmenin, dünya hayatında sayılamayacak kadar çok olumsuz sonucu ve cezasından ayrı olarak, âhirette de büyük bir cezası vardır. Bu ceza o kadar büyük olacaktır ki, insanlar dünyada iken Peygamber’in izinden gitmeklerinden, kendilerinden farklı hiçbir meziyetleri olmayan, haktan uzak sapık önderlere uyduklarından dolayı, pişman olacaklardır. Bu durumu Yüce Rabbimiz şöyle tablolalaştırmaktadır.”…o günde zâlim, ellerini ısırıp: ‘Keşke peygamberle birlikte yol almış olsaydım!’ der. ‘Eyvah bana, keşkefılanı dost edinmeseydim. Andolsun ki bana geldikten sonra beni haktan saptırdı.’ Şeytan insanı yardımsız ve zelil bırakandır. ” (25/Furkan, 26- 29). İşte bu dünyada tâğutların ve Allah’tan uzaklaştıran önderlerin ardından giderek peygamberin yolunu terk edenler, âhirette bu dünyada iken uydukları kimselerden uzaklaşmak isteyecekler؛ böylelikle azaptan kurtulmayı deneyeceklerdir. Ancak bunun da kendilerine bir faydası olmayacaktır. (Bkz. 2/Bakara, 165-167)- İşte âhirette durum böyle olacaktır; Gerçekten akıl sahibi olanlar,Peygamberlerden başkalarının yolundan gitmeyi düşünmek, akıllarının en ücra köşesinden geçirmek şöyle dursun; bu hayırlı ve biricik doğru yoldan gitmeyenleri gafletlerinden uyandırmak için eygamberlerin açtıkları yolda, ” istikamette ve onların metoduyla mücadele eder, cihad ederler…
Peygamberlere iman, onlara karşı belli bir edeple edeplenmeyi de gerektirir. Onların dâvetlerini kabul etmek, onların izinden gitmek, uymakla yükümlü olduğumuz bütün hususlarda, yani peygamberlik makamları gereği, kendilerine has olan hususlar dışında kalan bütün alanlarda onlara uymak, bu edebin en önemli yanıdır. Evimizde, işimizde, düğünümüzde, toplantımızda, yani günlük yaşantımızın her uzantısında, diğer insanların isteklerini, kurallarını yapar, Peygamberimiz’in sünnetini yerine getirmezsek, diğer insanları daha fazla sevmiş, Efendimiz’e onları tercih etmiş oluruz.
Sünnet: O’nun yolu, tavrı, davranışları ve konuşmaları demek… Bugün sünnet olarak bildiğimiz birkaç tane, o da şekilden ibaret şey kalmış. Namazların sünnetleri, yaşlı adamların sakalları, erkek çocukların küçük bir operasyonu ve benzer bir-iki şey. Bunların dışında Peygamber’in yaşayışım, meselâ sünnet olarak on tane davranışım bile sayamıyor Müslüman. Hâlbuki sünnet; Peymberimiz’in yaptığı her şeydir, konuştuğu, tavsiye ettiği, uyguladığı her şey. Oğulları sünnet ettirmeyenleri kınıyoruz da, ondan daha kuvvetli sünnetleri terk edenleri niçin kınamıyoruz.Kendimizin de kınanaeak birçok yönümüz olduğunu
kabul edelim, çünkü nice sünnetleri terk etmişiz. Esas sünnet, Kur’an’ın hayata geçirilmesinde nebevî modeldir, o, canlı Kur’an’dı. O’nun tüm hayatı sünnettir. Peygamberimiz’in putlarla ve putçularla nasıl mücadele ettiği, cihadları, savaşları, insanları nasıl eğittiği, toplumsal sünnetleri, nasıl devlete gittiği vb. bilinmeden sünnet kavramı da doğru anlaşılmaz.
Peygamberimiz İçimlerle, niçin mücadele etti? Bizde aynı kimselerle mücadele etmek zorundayız. Peygamber’in düşmanları sadece O’nun zamanıyla sınırlı değildi. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler günümüzde belki daha etkin roldeler, ama onları tanıyacak ve gereğini yapacak Sünnet ehli insanlar aranıyor. O’nun düşmanlarım dost kabul edemeyiz. O’nun düşmanları “ben O’nun düşmanıyım” demeyebilir, sinsi olabilir, O’nun getirdiği vahye, Kur’an’a ve O’nun yaşayışına yani Sünnetine düşman olanlar, Müslümanlara bu konuda özgürlük hakkı vermeyenler, kim olurlarsa olsunlar bizim dostlarımız olamazlar.
Peygamberimiz, Kur’an’ı hayata taşıyıp Sünnetiyle tefsir edip uygulayarak o günkü câhiliye hayatım tarihin çöplüğüne atmıştı. Şimdi daha feci bir şekilde ortada duran sosyal ve siyasal câhiliyeyi yine yeniden uzlaştırmak için Kur’an ve Sünnetin hayata gedilmesinden başka yol yoktur. Bu görev, hem dünya kurtuluşu ve hem de âhiret ödülü için şarttır.
Peygamberimiz’e karşı, O’nun mirasına ve bize bıraktığı emanete karşı bu ve benzeri görevleri düşünüp planlamadan kuru kuruya güller ve gül edebiyatlarıyla, duygusal hitaplarla Peygamber’i anmak, O’nun aziz hâtırasına saygısızlık olabilir.
Hayatımız onun yaşayışına,evlerimiz Onun evine, sokaklarımız Onun Medinesinin sokaklarına, okullar Onun Suffe okuluna, devlet Onun devletine ne kadar benziyor? Onun, nice zahmetlerle kurduğu devleti ne yaptık? Onun adını destanlaştırması gereken dillerimiz ne adlar belledi? Kimleri putlaştırdı? Artistleri, şarkıcıları, futbolcuları, tâğutları ezbere bilen, fakat Peygamberin hayatım onların yaşayışı kadar bile tanımayan, Peygamberin izi yerine başka izler takip eden nesiller nasıl onun ümmeti olacak?! Bugün yine câhiliye hayatı her şeyiyle hâkim. Peygamberimiz’in hayata geçirdiği prensipleri bireysel, sosyal ve siyasal hayatımıza hâkim kılarsak, yaşanılan câhiliye asrı da mutluluk asrına dönüşecektir.
Seni tanıyan Sana hayran olur. Ama Seni tanıyamadık; dostlarım unuttuk. Senin düşmanlarım teşhis edemeyen, daha da kötüsü, düşmanlarınla işbirliği yapan bir toplum içindeyiz ey Nebî! Senin savaşını/mücadeleni bilmiyor insanımız. Senin mücâdelenden önemli geliyor gençlerimize; falan takımla filan takımın maçı! Senden başka önder ve kahraman arayışında insanımız. Senin askerin olamadık yâ Muhammed (s.a.s.)! Senin bayrağım, senin gösterdiğin burçlara dikemedik ey Rasûl! Sığınacak bir kalemiz, hicret edecek bir yurdumuz bile yok; Medine’ler oluşuramadık, Mekkelerimizi fethedemedik. Senin adını istismar edenlere, sana ve yoluna hakaret yağdıranlara anlayacakları dilden cevap bile veremedik. Senin getirdiğin Kitap raflarımızı süslerken, senin düşmanlarının kitap(sızlık)ları beyinlerimizi, ” evlerimizi, sokaklarımızı… kirletiyor. Senin özgürlüğe kavuşturduğun ruhlarımız kimlerin işgalinde bir görsen ey Rasûl,Sana şikâyet için düşmanının adını zikretmekten bile çekinir olduk, korkar olduk ey korkusuz insan!
Resulullah’ın Mekke şirk sisteminin kuşatması altında vahiyle yönlendirilen tavizsiz ve ilkeli tutumu her dönemde ve her ülkede yaşayan Müslümanlar için örnek kabul edilmelidir, o, egemen müşrikler tarafından her türlü uzlaşma çağrısını kesin bir tavırla reddetmiş, Allah’ın dinini hiçbir şekilde pazarlık unsuru olarak görmemiştir. İslâm dışı güçlere karşı dik duruşunu hiç bozmadığı gibi, ashâbmı da aym çizgide yetiştirmişti, o günün ‘ olan Dâru’n Nedve’ye kesin bil’ tavır almış, tâğutlarla, mele’ ve mütreflerle hiçbir velâyet ve dostluk ilişkisine girmemiştir. Sistemin kendisine taviz verip uzlaşma teklifi yaptığı hiçbir sistemiçi çalışmaya iltifat etmemiş, egemen kâfirlerin hiç haberi olmadığı illegal, alternatif bir ev çalışması olan roâru’l- Erkam’ı oluşturarak teşkilatlanmayı ve öncü kadro hazırlamayı oradan yürütmüştür. Vahyin sınırlarını belirlediği temel ilkelerden hiçbir şekilde ve hiçbir zamanen küçük bir taviz bile vermemiştir.
İzinden gidip örnek almamız Kur’an tarafından emredilen bu nebevî tavırda, günümüzüün insanları için örnek tavır vardır.Günümüz modern cahileyisi ise vatandaşlarını çıkarcı, ilkesiz, kaypak cok kimlikli tarzda yetiştiriyor vemüslümanlar da bu yönlendirme ve dayatmalardan kurtulamıyor.O yüzden selin önündeki çer-çöp gibi savruluyor, kaybettikleri onurlarına yeniden sahip çıkma gayreti göstermiyorlar. Bunlardan çok daha fecisi, peygamber vârisi olduklarını iddia ettikleri halde onun çizgisini terk edip bâtıl zihniyetlerle ve egemen cahiliyye ile uzlaşan “bizim mahalle”nin muhtarları, yani cemaat ve kanat önderleri, onların kahir ekseriyeti… Günümüzde İslâm’ı laiklik, demokrasi, sosyalizm, liberalizm ve muhafazakârlıkla sentez yapma çabalarını üzüntüyle görüyoruz. Her şeyle uzlaşmaya hazır insanlar yetişiyor. Kur’an’ın net uyarısına rağmen (6/En’âm, 116) çoğulculuk arayışları, Ehven-i şer (anlayışı) ve bâtıl kavramları ödünç alma yaklaşımları Peygamber çizgisini iptal etmeye hizmet ediyor.
Ama, artık başka yolları, başka önderleri bıraktık Sana döndük, dönme sözü verdik . Seni tanıdık. Sana hayran olduk, Seni sevdik. Sana teslim olduk. Yalnız Seni örnek ve önder kabul ediyor, sadece Senin nurlu izinden gideceğimizi ilân ediyoruz ey Nebî!”
Panel soruların cevaplanması ile son buldu.