Modern tasavvur aydınlanma geleneği çerçevesinde dini ve dinden olanı sürekli olarak hayatın dışına iterek, manevi olanın tamamen hayattan ve kamusal alandan soyutlanması üzerine kuruldu. Din yok sayılmamakla birlikte sadece bireyin kalbinde ve mabetlerin duvarları arasında yaşanabilecek vicdani bir mesele olarak tanımlanırken, kamusal alandaki şekil ve ritüel olarak varlığının görünmesine ise asla müsamaha göstermedi. Tanrının ölümü üzerine kurulu olan modern tasavvur, bunun yanında ölümlü tanrıları da ortaya çıkarmayı mahir bir şekilde becerebildi.
Modern tasavvurun yaklaşık iki yüzyıllık serencamı, hayatı sadece pozitivizm ve rasyonalizm üzerine kurması ve bu kurgunun ortaya çıkardığı toplumsal kaosların önüne geçilemez yükselişi üzerine paradigmasında bazı değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Bu zorundalık modern tasavvurun esasına dair olmayıp bazı sentezlerle dine ve dinden olana karşı olmadığı yönünde öne sürüldü. Bu sentezler özellikle halkı Müslüman ülkelerde, “Türk-İslam Sentezi”, “İslam Sosyalizm Sentezi”, “İslami Demokrasi” gibi açılımlarla felsefi yönden ayakta durmaya çalıştı. Lakin bu sentezlerde süreç içerisinde modern tasavvurun beka meselesine çare olamadı. Zira bu sentezler gündeme gelmekle birlikte din ve dinden olan bir bakıma maneviyat, örf, adet, gelenek ve göreneklerin, dini kıyafet ve ritüellerin kamusal alanda sakıncalı olarak görünmesi anlayış olarak devam etti.
Dünyanın sürekli olarak değişmesi, teknolojik olarak gelişmesi, iletişim teknolojilerinin alabildiğine etkin olması, küreselleşmenin etkisi, üretim ve tüketim üzerine kurulu serbest pazar ekonomisinin etkin olması, 20.yy. sonunda modern tasavvurun üzerine inşa olduğu temelleri sarsmaya başladı. Artık ülkenin en batısındaki insanların televizyonu açtığında neyi izliyorsa, en doğusundaki de aynı görüntüyü izlemeye başladı. Dünyanın her yerinden her an her türlü görüntüyü, bilgiyi, görseli almanın verdiği karşı konulmaz değişim, modern tasavvurun beka sorununu yeniden ortaya çıkardı. Bu olağanüstü gelişmenin ardından postmodern tasavvur kendisini hissettirmeye başladı. Postmodern tasavvur, modernizmin her şeyine itiraz ederek, onun üzerinde yükseldiği taşıyıcı kolanları sarstı.
Bu gelişme modern tasavvurun sonu olurken, daha belirsiz ve daha yıkıcı etkisiyle postmodernizm denen tasavvur ortaya çıktı. Artık hiçbir şeyin aslına uygun bir tek tanımı olmadığı gibi, hakikatin “neliği” de alabildiğine göreceleşti. Modern tasavvurun dine ve dinden olana olumsuz tepkisine, postmodernizm itiraz etti. “Herkes inancını istediği gibi yaşayabilir” diyerek bütün inançlara aynı mesafede durulması gerektiğini öne sürdü. Gerek şekilsel gerekse ritüel olarak bireyin sivil toplumda kendi varlığını fiziki olarak ortaya koyabileceği gibi, kamusal alanda da bu özellikleriyle kendisini belirginleştirebileceğini ifade etti. Bu gelişme, modern tasavvur altında sıkışan özellikle halkı Müslüman ülkelerde yaşayan insanlar için sanki büyük bir kurtuluşmuş gibi algılandı. Lakin küresel düzeyde başlayan bu değişimin nedenleri üzerinde Müslümanların tanımlayıcı bilgilerinin olmaması, gelen özgürlüğün(!) nerede başlayıp nerede bittiğine dair hiç kafa yormamaları büyük kırılmaların kapısını ardına kadar açtı. Postmodernizm genelde bütün insanları özelde ise Müslümanları özellikle siyasi gelecekleri açısından aldatmayı başarmıştı.
Postmodern tasavvurun bu yaklaşımı “bireysel özgürlük” olarak değerlendirilirken, Müslümanlar olarak ne “birey” kavramı ne de “özgürlük” kavramlarının ne manaya tekabül ettiği hiçbir zaman İslami gelenek içerisinde olmadığı gibi, entelektüel olarak da değerlendirilmedi. Bunun sonucunda postmodern tasavvurun bu “özgürlük” anlamının aslında seküler paradigma içinde ele alındığı anlaşılamadı. Zira modern tasavvura şerh koyan postmodernizm, paradigma içi muhalefet etmekteydi. Yani hayata yön veren bütün değerler seküler temelli, laik unsurlardı. Modern tasavvurun varlığında bir vakit namazını çalıştığı kamusal alanda eda edemeyen, başörtüsü takamayan, sakal bırakamayan Müslümanlar, postmodern tasavvurun kışkırtıcı davetine icabetleriyle hepsini yerine getirir oldu.
Kamusal alan en alt tabakasından yönetim erkine kadar, hangi dinden inançtan, izim ve ideolojiden olursa olsun herkese açıldı. Artık kimse inancından, kıyafetinden, düşüncesinden dolayı egemen tarafından horlanmayacaktı. Postmodern tasavvurun siyasi düşüncesi bütün herkesi kamusal alana davet etmekteydi. Bu davet ise üstü örtülmeye çalışılarak yapılsa da genelde Müslümanlara yönelik oldu. Zira gerek inancının tahrif edilmemiş sağlam kaynakları olması nedeniyle, gerekse insanın neyle yaşayacağına dair hakikat temelli felsefi anlayışıyla önünde engel olarak duran İslam’dı. İslam’ın tevhid-vahdet-adalet-merhamet temelli hayat tasavvurunu kırmak isteyen Postmodern tasavvur, Müslümanları seküler temelli reel politik dünyaya, kamusal alana mutlaka dahil etmeliydi.
Bu süreçte en büyük darbeyi ise yeni bir dünyanın inşasına dair ideali olan Müslümanlar yedi. Çalıştığı kamusal alanda namaz kılamayan, başörtüsü takamayan Müslümanlar, birden iktidarın en yükseklerinde yerini aldı. Cuma namazı kılamayan yöneticiler gitti, aleni olarak beş vakit namaz kılan, Kur’an tilaveti yapan, İslami söylem dilini ve İslami kavramların tamamını laik-seküler paradigmanın belirsiz ve görece dünyasına mahkum edip harmanlayan, alabildiğine sentezleyen yönetim erki geldi. İktidar ve sermaye el değiştirdi. Bu değişim yaşanırken, değişimin meşruiyeti ne ilmi manada ne de entelektüel manada Müslümanlar olarak derinlemesine değerlendirilmedi. Alan açmak, sahada hareket kabiliyetini artırmak ve bu süreci değerlendirmek gerektiği gibi anlamsız meşruiyet gerekçeleriyle yapılan bütün gayri-İslami tutum ve davranışlara eleştirilmeden göz yumuldu. Bu süreçte nebilerin örnekliği anlamsızlaştırıldı. Onların örnekliği tarihi birer vesika gibi değerlendirilirken, alabildiğine yorum merkezli yaklaşımlarla, esasından koparılarak bugüne devşirildi.
Muhafazakâr demokrasi, İslam-laiklik, İslam-liberalizm, İslam-sosyalizm gibi sentezlere bile gerek kalmayacak kadar ileri bir sürece geçildi. Modern sentezlerden postmodern senteze geçilmiş, dinden ve dine ait olan bütün söylemler, ritüeller, kavramlar, demokrasi ve milli birlik günü, okunan hatmi şerifler, edilen dualar, Kur’an’ı Kerim tilavetleri, şehit, şehadet, demokrasi mücadelesi, şehit kanları, demokrasi nöbetleri, şehitler mabedi vb. şekilde İslam ve İslam’ın kavramları popülist vaazlara laik-seküler söylemde kullanışlı hale getirilerek, postmodern bir sentez yapıldı. Artık Rabia işareti Mısır’da bir meydanı ve o meydandaki direnişi temsil etmiyor(du). Müslümanlar yaşanan değişim zemininin meşruiyetini muğlak ifadelerle açıklamaya çalışırken, yaptıkları açıklamalar dinin muradına uygun hakikate tekabül etmedi.
Oysa İslam iman edenler için hayatın yaşam alanında hiçbir şekilde muğlak, belirsiz, anlaşılmaz değerlere yer vermez. Her şey net ve açıktır. Bu belirginlik öncelikle lisan ile ifadenin gerekliliğini, bir ikrarı öne sürerken ardından ameli boyutun tamamlayıcılığını şart koşar. Bu şart koşmuşluk buyurgan olan Allah’ın emri gereği siyasi, iktisadi, kültürel, egemenlik, eğitim, aile, rızık, paylaşım, üretim, tüketim, yönetme, yasa koyma, iktidarı belirleme vb. alanları da bütünüyle içine alır.
Bu durum Müslümanın yaşam tasavvurunun ve alanının değişmesi, mevcut cahili bütünlükten kopmasını ifade eder. Bu ifade ediş, tercihlerden bir tercih değil, mü’min olmanın, emin olmanın gereğidir. Hatalar ve yanlışlar insan içindir, bu durum aynı zamanda Mü’minler için de geçerlidir. Zira iman, emin olmayı gerektirir. İş bu sebepten dolayı Müslümanlar tercihlerinde, söz ve amellerinde, sevgi besleyeceklerinde, dost-düşman seçimlerinde, günün ayartıcı ve çıkarcı tercihlerini değil, verili değerlerin esasına tekabül eden tercihlerde bulunmalıdır.
Müslümanlar olarak doğrular üzerinde uyurken yanlışlar üzerinde yaşamaya devam edersek, mevcuda uyarlanmanın tehlikesiyle yüz yüze gelecek, zararda olan asrın yanıltıcı idrakinin bizi de yanıltma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız. Batılı hakikat gibi göstermeyi büyük bir beceri ile sergileyen, bütün imkânların dünyevi iktidarların elinde olduğu, hayatın bugüne ait olarak kurgulandığı ve sürekli aldatmaya yönelik girişimlerin olduğu dönemlerde, üzerinde daha çok düşünmemiz gereken hususlar bulunmaktadır.
Zira mevcut egemen paradigmaya muhalefet, paradigma içi olduğunda, esasa dair bir anlam taşımaz. Bugün modernizmin gayri meşru çocuğu olan izim ve ideolojilerin kendi içinde birbirlerine olan muhalefeti bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu noktadan bakıldığında Müslümanların muhalefeti sahici temellere dayanmalı, yani paradigma dışı bir muhalefet olmalıdır. Egemen paradigmaya karşı muhalif bir kimliğin sahibi olmaları, gelecek günlerin ahiret merkezli inşası için hayati önem arz etmektedir.
Hem muhalif olduğunu söylemek, hem de egemen düzenin işlerliğine katkı sağlamayı maslahata dayandırarak dinden cevazlar bulmak ileride onarılması mümkün olmayan sonuçlar doğurur. Kişiler gelip geçicidir, düzen ise sürdürülebilirlik üzerine inşa edilmiştir. Yani “ilel-ebed” olma iddiasını taşır. Modern ulus devlet dönemi sona ermiştir ve artık postmodern ulus devlet sürecindeyiz. Postmodern ideoloji Müslümanları reel-politikada ritüel ibadetleriyle ve inancına uygun kıyafetleriyle kamusal alana davet etmektedir. Bu davet büyük bir tuzak olmakla birlikte, Müslümanların sahici temeller üzerinden muhalefetinin imkânlarını ortadan kaldırmaktadır.
Ümmetin maslahatı üzerinden meşruiyet devşirmeye çalışmak yanılmanın bilerek yapılanıdır ki, buna yanılma denmez. Maslahat İslam’ın öngördükleridir ve İslam’ın öngördüğü maslahat ise, insanların istediklerine göre değil Allah’ın koyduğu hudutlar dahilinde olandır. Dinin buyurduğu esasa dair olanların dışındaki kişisel çıkarımlar, gündelik edinimler maslahat olarak değerlendirilemez, hele ki ümmetin maslahatı olarak hiç değerlendirilemez.
İslam Dininin kabul etmediği ve yasakladığı, sakındırdığı ortadan kaldırdığı her türlü tavır ve davranış, kurum ve kuruluş maslahat olarak görülemez. Bunun İslam Hukukundaki karşılığı “Maslahatı Merdude”dir. Mecellede “Maslahatı Merdude”yi “Şer’i şerifin kabul etmeyip iptal ettiği maslahattır. Şer’i hükümlere muhalif olan herhangi maslahat, haddi zatında bir maslahat değil, bir mefsedettir” şeklinde ifade edilmektedir. Mefseded ise, “itidal çizgisinden sapmak, bozulmak” anlamına gelen ve salahın karşıtı olup, bozulmaya sebebiyet veren, fesat ve zarar içeren demektir.
Dinin muhkem hükümlerine aykırılığı kesin olarak ortada olan herhangi bir girişim, eylem ve tavır alış “Maslahat” ve “Ümmetin Maslahatı” olarak ele alınamaz. İllaki bir kavram kullanılacaksa bu kavram “maslahat” kavramı olamaz. Hele ki “Ümmetin maslahatı” hiç olamaz. Ümmetin maslahatı sadece ve sadece alternatifsiz olarak Allah’ın buyurduğu hükümlerin icrası sonucunda ortaya çıkar.