İki uçtan birinde ısrar etmek diğer ucu besler, sonun da aşırılıklar yer değiştirerek devam eder.
Örf âdet dedikleri şey dini de bastırarak veya dînî kisveye bürünerek cemiyette hakim olunca bid’atlar, hurafeler, din istismarları alıp başını gidiyor. Bunlarla mücadele ve ıslah faaliyeti de oldukça zor hale geliyor; bir bid’atı, bir hurafeyi, örfte adette yerleşmiş sünnete aykırı bir uygulamayı değiştirmek isteseniz, dinin farzları ve haramları çiğnendiğinde gösterilenden daha sert ve yaygın tepki ile karşılaşıyorsunuz.
Benin okuyup öğrendiğim kadarıyla İslam hukukuna göre kadın ister evli, ister bekar, ister çalışan, ister çalışmayan olsun onun geçimi, para kazanmak için çalışmaya mecbur olmaksızın duruma göre erkek akrabası ve kocası tarafından sağlanacaktır. Kadın aç ve açık kalma korkusuyla bir yerlerde çalışıp para kazanma mecburiyetinde kalmayacaktır. Bundan sonrasında kadının ev dışında çalışmasının başka ferdî veya sosyal sebepleri olabilir, bu sebepler ve ihtiyaçlar çalışmasını meşru hale getirebilir.
Kadına evlilik hayatı içinde haksızlık edildiğinde, zulme, baskıya, işkenceye, köleleştirmeye maruz kaldığında ne yapacak?
Kadın boşandığı takdirde baba evine dönmesinin de ayrılıp geçimini sağlamasının da imkansız veya zor olması halinde ya bu zulme katlanarak dünyada cehennem hayatı yaşayacak, ya intihar edecektir. Bu durum eskiden beri İslam dünyasında ve ülkemizde zaman ve mekana göre azlık veya çokluk bakımından değişse de var mıdır, vardır.
İşte bu iki uçtan biridir. Dinden kadın aleyhine sapışın getirdiği ifrattır, aşırılıktır.
Diğer ucu, bir başka aşırılık ise yukarıda tasvir ettiğim duruma tepki ve isyan olarak gelişen aşırılıktır. Bu uçta da kadınlar dinden sözde kadın lehine saparak pek çok kırmızı çizgiyi çiğniyor, mesela ev işlerini beraber yapmayı, çocuğa beraber bakmayı bırakın çocuğu erkeğin doğurmasının yollarını arayacak hale geliyorlar. Cinsel eşitlik çerçevesinde söylenen ve uygulanan birçok fıtrat dışı rezaletler de bu uçta gerçekleşiyor.
Yazının başlığına dönersek:
Kadının meşru ve makul ihtiyaçlarını -onu çalışmaya mecbur etmeden- sağlama vazifesi ihmal edilince ve kadın boğaz tokluğuna köle gibi kullanılınca (bunların olduğu yer ve zamanlarda) ortaya bir fikir atıldı: Kadının bu zulümden kurulmasının çaresi ekonomik özgürlüğe kavuşmasıdır.
Peki çalışıp kazanarak ekonomik özgürlüğüne kavuşan kadın ne yaptı?
Ne yazık ki, bu imkan yalnızca kadının zulümden kurtulmasını sağlamadı, ortada çekilemez bir durum bulunmadığı halde nefse yenilerek hürriyeti seçme sonucunu da doğurdu.
İstatistikler, giderek evlenmelerin ve evlilerde çocuğun azaldığını, boşanmaların ise çoğaldığını gösteriyor.
Yakın zamanda bir tanıdık bir hususa dikkatimi çekti: Diyanet kadrosunda çalışan hanımlarda da boşanmalar gittikçe artıyormuş! Eğer bu tespit doğru ise durum daha da vahim demektir; çünkü din, kültür, medeniyet, değerler için vazgeçilemez kurum olan ailenin devamı boşanmaların değil, evlenmelerin ve iyi aile terbiyesi almış çocukların artmasına bağlıdır. Buna örnek olacak kişiler yapmaya değil de yıkmaya örnek oluyorlarsa yandık demektir!
Birçok bakımdan farklı olan iki şahsın bir ömür boyu nispeten mutlu olarak bir yastığa baş koymalarının şartları nedir?
Ortada bir zaruret yok iken boşanmaların aileye ve cemiyete getirdiği zararlar nelerdir?
Bu iki soruya cevap vermek için yazmaya devam edelim.
Yeni Şafak / Hayrettin Karaman