Bir Selfie Daha
Hemen herkes ne işe yarayacağı meçhul işler peşinde derin bir meşguliyeti hayat diye yaşıyor. Bayram ziyaretlerinin pek çoğunda belli bir yaş grubunun altındaki herkes zoraki bayramlaşmaların ardından sessizce bir köşeye çekilip kendini telefonuna gömüyor. Memleketin yakasını bırakmayan birtakım meselelerin teşhisine ve halline ilişkin herkesin bir fikri var; ama ifadesi toplasan on kelimeden ibaret…
Bir şeyleri anlamaya yönelik merakımızı, çocuksu bir kolaycılıkla ürettiğimiz hazır kalıp formüllerle rahatlıkla giderebiliyoruz. Bir meseleyi tartışmak üzere başlanan konuşmalar birkaç dakika içinde anlamı yakıp kül eden sözlü bir itiş kakışa dönüyor. Dününü gerçekten kayda değer entelektüel mesailerle geçirmiş insanların bugününü harcadığı meseleler ve o meseleleri konuşurken teslim oldukları zihinsel vasat endişe verici ve hatta anlaşılamaz bir durum arzediyor. Kuşaklar arası iletişim, zihinsel ve duygusal irtibat, belki de bugüne kadar hiç olmadığı kadar kopmuş vaziyette… Aynı şehirlerin, aynı muhitlerin, aynı okulların, aynı taşıtların, hatta aynı evlerin içinde ve fakat farklı gezegenlerde yaşar hale gelmişiz ve kahir ekseriyetimiz bunun ya farkında değil ya da görmezden geliyor. Aynı kavramlarla konuşurken dahi hepimiz aslında birbirinden farklı, birbirine hiçbir yönüyle benzemeyen, birbirine çok uzak ve hatta zaman zaman birbirine ters şeyler söylemiş oluyoruz. Sadece ortak bir aklımız, ortak dünyalarımız, ortak duygularımız, ortak hayallerimiz değil, artık neredeyse ortak bir dilimiz bile yok. Hiç kimsenin kendisini anlamadığını düşünen milyonlarca insanız ve aramızda başkalarını gerçekten anlamaya çalışan çok az insan var. Kültürel bütün gayretlerimiz ortalama bir dolaşımın yaydığı ezber ve tekrarlar ile tüketiliyor. Kendimize yine kendimize özgü ve dolayısıyla çok daha gerçek bir yol, bir rota, bir güzergâh çizebileceğimiz gerçeklikte bir kişisel arayışımız yok. Varlık meselesi de dahil olmak üzere bir zihni inşa edebilecek her türlü malzemeyi her köşe başında tezgahı kurulan klişelerden seçiyoruz. Çocuklarımız, uzatmalı ergenliklerinin öncesinde ve sonrasında ne yaparak, ne üreterek, neyi hayranlık verici seviyede gerçekleştirerek ‘fenomen’ haline geldiği bilinmeyen birtakım zevzek kişiliklerin aksırığını, öksürüğünü çılgınca merak edecek kadar şuursuzca çok boyutlu bir medyatik illüzyona zihinlerini kaptırmış durumdalar. Onlara ulaşmamız her geçen gün zorlaşıyor ve zaten ulaşsak da söyleyecek, söyleyerek onların ilgisini çekebilecek, ilgilerini çekerek onları etkileyecek bir dünyamız yok bizim de. Davasını, günlük meselelerini, hissiyatlarını bütün muhteva ve derinliklerini baştan gözden çıkararak medyadan, sosyal medyadan edinen, dolayısıyla kişiliğini hiç düşünmeden çok planlı, çok ince düşünülmüş, çok kara niyetli güdülenmelere açık tutan gönüllü bir aldanma haleti içindeyiz. Yapmadan duramadığımız şeyler etrafımızda tuğla tuğla bir esaret duvarı örüyor, muhtemel ki yakında o duvardan başka bir şeyi göremez hale geleceğiz. Bir şeyi hakettiği derinlik ve zenginlik içinde ucuzlatmadan, yangına dönüştürmeden, hiç kimsenin hakkını, hukukunu çiğnenemeden nerede, kimlerle, nasıl konuşabileceğiz, nasıl yazışabileceğiz, muhakeme ve müşavere edebileceğiz, soru bu ve cevap yok! Kelimelerin, duyguların, fikirlerin, ilişkilerin, zevklerin, beklentilerin içinin bu kadar boşalmış ve boşalıyor olmasından rahatsız olan var mı? Neredeyse yok! Hayatımızı doldurmayan, bize mutluluk katmayan, seviyemizi yükseltmeyen, zihnimizi zenginleştirmeyen yeni alışkanlıklarımızın aynı zamanda bu kadar vazgeçilmez oluşunu kendimize açıklayabiliyor muyuz? Hayır! O halde burada söz tükendi, yazı bitti, şimdi bir kere daha acı acı gülümseyelim hali pür melâlimizi dikizleyen ve hayatımızı didikleyen bütün o kahrolası kameralara!
Yeni Şafak / Gökhan Özcan