Gıybetin en kestirme tarifi, ‘kardeşini gıyabında, duysa hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır’. Söylediğinin onda var olup olmaması gıybeti gıybet olmaktan çıkarmaz. Söylediğin onda yoksa gıybetin kötülüğü daha da büyür ve onu iftiraya dönüştürür, iki kez günah işlemiş olursun. Bu kadarını herkes bilir ama yine de gıybet zilletinden kurtulamayız.
Gıybet Kuranıkerim’in çok çirkin gösterdiği günahlardan biridir. Bazıları bir günahın büyük günah/kebâir olmasının ölçüsünü onu bizzat Kuranıkerim’in günah sayması olarak görürler. Gıybet böyledir.
Gıybet ahlaki bir problemdir. Ahlak halkımıza, yani yaradılışımıza kazınan, onunla kaynaşan, yaradılışımız haline gelen, tabii refleks olarak gösterilen davranışlardır. Huluk ve halk aynı harflerle yazılır. Bir davranışın huluk yani ahlak haline gelmesi, onun halka yani yaradılışa kazınmasıyla hasıl olur. Bu da uzun eğitime ve alışmaya muhtaçtır. Bunun için tezkiye-i nefs başlı başına bir meseledir. Allah (cc) ‘Nefsini arındıran kurtulmuştur, onu kirletip bulandıran ziyan etmiştir’ buyurur. Demek ki, kurtuluşun çaresi nefsi, onu kirleten duygu ve fiillerden, kötü ahlaktan arındırmaktadır. Bu da ha demekle olacak bir iş değildir, bilgi, zaman ve sabır ister. Bunları da kişi tek başına başarmakta zorlanır. Onun için Kitaba ve Sünnete bağlı ve kendisi bu işi başarmış mürşitlerin varlığı önemlidir. Bu konuda mümini uyaran, ona destek olan arkadaşlara da ihtiyaç vardır. Çünkü gıybet toplumsal bir hastalıktır, tek başına yapılmaz, tek başına da vazgeçilemez.
Durum böyle olunca açık açık şöyle dememizin bir sakıncasının olmadığını düşünüyorum: Gıybet etmek ahlaksızlıktır. Kimse ahlaksızlığın azı zarar vermez diyemez. Şöyle söylemenin de doğru olduğunu düşünüyorum; ahlakımızın ve imanımızın derecesi, bilinçli olarak gıybeti terk etmemizle doğru orantılıdır. Bunu ne kadar başarabiliyorsak ahlakımız ve imanımız da o kadar sağlamdır demektir. Aksine, ne kadar önemsemiyorsak ahlakımızda ve imanımızda o kadar problemlidir demektir. Bunu anlamak için kendi kendimizi test edebiliriz.
İnsan neden başkasını gıybet eder? Ya gıybet ettiği adama kini, garazı ve nefreti vardır ya onu haset etmekte ve onu karalayıp insanlar nezdinde küçük düşürmek, kötü göstermek istemektedir. Bunların hepsi de ahlaksızlık değil midir? Bunun için kendinden emin olan, Allah’ın verdiklerine rıza gösterip şükreden bir insan başkasını gıybet etme ihtiyacı duymaz. Çünkü gıybette bir bakıma gıybet ettiğinin üzerine basıp üste çıkma duygusu saklıdır. Yani gıybet aynı zamanda küçüklük alametidir. Büyük olan gıybet etmez. Kibir de böyledir, kendisinde küçüklük hissetmeyenler, büyüklük gösterisine girmezler.
Gıybet aynı zamanda Allah’ın kulunu O’nun huzurunda kötülemektir. Bu da bir edepsizliktir. Hiç kimse çocuğu ne kadar kötü olursa olsun, onun kendisine kötülenmesinden hoşlanmaz. Demek ki, bizdeki bu duygu Allah’tandır.
Diyelim ki bir insanın kötü huyları var ama bunu pek çok kimse bilmiyor ve o insana karşı hüsnü zan besliyorlar. Bizim onun gıybetini edip kötü yönlerini duyurmamız neyi gerçekleştirmiş olur? Ona karşı kin ve garazımızı bilemiş ve onun toplumdaki itibarını zedelemiş oluruz, hüsnü zannı suizanna çevirmiş oluruz. Peki, bu bize ya da başkasına ne kazandırır? Hiçbir şey kazandırmaz, aksine çok şey kaybettirir. Toplumdaki güven duygusunu da yıkmış, toplumu fesada uğratmış, bozgunculuk yapmış oluruz. Ama mesele ıslahçı olma ve fesadı önleme olunca kişinin gıyabında konuşmanın da gerekli olduğu bir yer ya da zaman olabilir. Ancak bu istisnai bir durumdur ve bunun da şartları vardır, onları da söyleyeceğiz.
***
Prof. Dr. Sabri Orman kalıcı yurduna göçtü
Huda’nın olursa bir işte hükm’ü takdiri
Müfîd olmaz âna ehl-i ukûlün re’yü tedbiri
Sabri Orman güzel ahlakıyla tanıdığım nadir insanlardan biriydi. Malezya’ya kadar varan uzun bir dostluğumuz ve arkadaşlığımız vardı. Fakir ona sorulsaydım ne derdi bilmiyorum ama onun bende çok güzel hatıraları vardır. Nasip olursa hatıratımda yer alacak insanlardan biri olacaktır. Güzel ahlakın her değerin önüne geçtiğini onda gördüm. Nezaketi ve insana değer vermeyi müşahhas olarak onda tanıdım. Hepsinden önemlisi, hiç gıybet etmeyen birisi olarak gördüğüm nadir insanlardandı. Bu yönü beni çok etkilemişti. Hüsnü huluk sahibi birisi olarak umarım ki, ‘Hüsna’ya gitmiştir. Biz böyle şahitlik ediyoruz ya rab! Allah rahmet eylesin, arkada bıraktıklarına ve dostlarına sabr-ı cemil versin.
Yeni Şafak / Faruk Beşer