Genç Birikim: Bizi kabul edip, bu röportaja zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Münir Gadban: Ben teşekkür ederim, burada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Genç Birikim: Türk Halkı sizi özellikle “Nebevi Hareket” adlı kitabınızla tanıyor ve onlar bu eserden çok faydalandılar. Ortadoğu konusunda, Suriye konusunda ve Müslümanlarla ilgili olan başka konularda da sizden istifade etmek istiyoruz. Öncelikle, Münir Gadban kimdir, öğrenmek istiyoruz.
Münir Gadban: Münir Muhammed Gadban, 1942 senesinde Şam’da doğdu. Lise ve üniversite öğrenimimi Suriye’de tamamladım. Üniversitenin sonunda araştırmaya yönelmek istedim. Bir hayat mücadelesi başladı. Hicri 1377 yılından beri 35 yıldır Suriye’ye girişim yasaklandı. Bu dönemi Suudi Arabistan’da üniversitede İslam tarihi üzerine araştırmalar yaparak geçirdim. Seksenli yıllarda Ürdün’de ve Bağdat’ta Suriye’nin hedefleri konusunda araştırmalar yaptım. Siyasi konulardan çok ilmi ve kültüler konular ilgimi çekti. Kültürel konularda altmış civarında kitap çalışmamız oldu. Siyer kitapları, İslam tarihi kitapları, kadın konusunda, İslam’ın siyasi yönüyle ilgili ve değişik birçok konuda bazısı tercüme bazısı da telif olan çeşitli çalışmalarımız oldu. Sonra siyasi alanda çeşitli görevlerde bulundum. Seksenli yıllarda Müslüman Kardeşler Cemaatinin genel başkanlığını yaptım. Sonra Suriye Müslüman Kardeşler Cemaatinin şura meclisine döndüm ve son Suriye olaylarına kadar bu görevde bulundum, şu anda cemaatin yönetimine devam ediyorum.
Genç Birikim: Hocam, bildiğiniz gibi ümmetin birçok problemi var. Düşündüğümüzde üç önemli problemi öncelikli olarak görüyoruz. Bunlar hakkında neler söylersiniz.
Münir Gadban: Şu anda bir kitap yazdım ve basılması için matbaaya gönderdim. Bu kitabın ismi siyasi metotlar ve Sîyre Nebevi. Bu kitap siyeri nebi. Peygamber hayatında siyasi yöntemlerle ilgili bir kitap. Günümüzde geldiğimiz noktada dünya küçük bir köy oldu. Dar bakıştan kaçınarak, geniş açılı bir bakışla karşılıklı diyalog ve anlayışa ihtiyaç vardır. İşte bu haldeki bir bakış açısına bugün İslam ihtiyaç duymaktadır. Çünkü o karşılıklı diyalog ve hürriyet istemektedir. İslam her zaman baskıcı azgınların karşısında olmuştur. Hürriyet olduğu zaman dinde zorlama olmayacak. “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” Özgürlük olmadığı zaman ortaya Müslümanlar ve diğer dinler arasında çatışma çıkar. Bu kökleşmiş problemler için çözüm yolları aramak Müslümanlar üzerine farzdır. Çünkü onlar hak sözü söylüyorlar. Baskıcı rejimlere savaş açtılar. Ama onlar terörist olmakla itham edildiler. El-Kaide olarak suçlandılar… Ama asıl teröristler haklarında idam kararı vererek, zindanlarda tutuklayarak ve öldürerek Müslümanlara savaş açanlardır. Dünyanın her yerinde Müslümanları yurtlarından çıkaran, hapseden, tutuklayan ve öldürenler daha doğrusu şehit edenler işte gerçekte teröristler onlardır. İbni Teymiye’nin dediği gibi ölümümüz şehadettir, gurbetimiz seyahattir. Öyleyse biz bugün doğru ve ince anlayışa ihtiyaç duyuyoruz. Çağın ışığı altında, insan haklarının yaydığı ışık altında, demokratik fikirlerin yayılmasıyla geniş bir nefes alacağız. Çünkü İslam insan hak ve onurunu korumak için gelmiştir.
Genç Birikim: Müslümanların şu an yaşadıkları sıkıntılı ve zor zamanlar için ne söylersiniz?
Münir Gadban: Bu zor dönemleri yaşayan, savaş içinde olan Müslümanlara sabır ve takva tavsiye ediyorum. “Sabredin ve takva üzere bir çizgide olun, onların tuzakları asla size zarar veremeyecek.” Hürriyet olduğu zaman, bundan yararlanmak ve diğer insanların haklarını da korumak gerekir. Öyle bir döneme geldik ki diğer insanları anlamak, haklarına riayet etmek gibi bir incelik yok. Bu durum İslami bir anlayış değildir. Bütün insanlık için hak ve hürriyet anlayışı geliştirilmelidir. Senin gibi inanmayan, düşünmeyen insanı öldüreceksin, savaşacaksın bu doğru değildir. Bazı insanlar bu şekilde anlıyorlar. Ya bizdensin ya da seni öldürürüz. Eğer İslam böyle bir şeyi söylemiş olsaydı geriye ne kalacak? İslam Âleminde böyle düşünen insanlar çok az bir yekûn tutmaktadır. Aslında İslam, özgürlüğü ölçü almaktadır. Bu çerçevede tüm insanlığın inanç özgürlüğünü ön görmektedir. İslam ümmetine düşen, İslâmi nasları güzel bir şekilde anlayarak, doğru adımlar atarak bu dinin özünü korumalıdır. Savaşmamız gerektiği zaman, hak kelimesini ilan etmemiz gerekir. Gücümüz yettiğince güzel muamelede bulunmalıyız. Bugün Suriye’deki olaylarda Müslümanlar barışçıl bir mücadele sürdürüyorlar, sadece insan hukukuna ve onuruna yakışır bir ortamda özgürlüğe kavuşmak istiyorlar. Ama Suriye yönetimi tüm silahlarını onlara çevirdi. Suriye diğer Arap ülkelerinden farklı bir tutum izledi. Devrimin yaşandığı tüm Arap ülkelerinde asker halkın yanında yer aldı. Ama Suriye askerleri baskı rejiminin yanında yer aldı ve halkı katletmeye başladı. Diğer ülkelerde ise asker baskıcı azgın rejimlere karşı halkı korudu.
Genç Birikim: Burada Müslümanlar ve İslami hareketler arasında uzun bir dönem yaşandı. İran’dan önce bir kıyaslama yapar mısınız? Durum nasıl iyi mi yoksa?
Münir Gadban: Şu anda yeni bir tarihi dönemin başlangıcında olduğumuzu düşünüyorum. Bu dönemdeki yöneliş ve gidiş İslam’a doğru olacaktır, inşallah. Devrimin yaşandığı tüm ülkelerde nispeten özgürlük ikame edildi. Bugün Müslümanlar ülkelerinde güvenlik içindeler. Durum böyleyken, özgürlük olmadığı zamanlar, Mısır’dan örnek verecek olursak, devrimden/Arap Baharından önce Mısır’da Müslüman Kardeşler Cemaatinden hiç milletvekili çıkmıyordu, tüm milletvekilleri hükümet partisinden seçiliyordu. Mübarek bunu demokrasi düğünü olarak adlandırıyordu. Mübarek gittikten sonra, Hakem Partisinden hiç kimse kazanamayınca, Müslümanlar çoğunluğa ulaşınca işte o zaman millet meclisi ve sulh meclisi arasında gerçek bir özgürlük ortamı yaşandı.
Genç Birikim: Hocam, Mevdudi ve Seyyid Kutup’tan öğrendiklerimize göre, demokrasinin İslam düşüncesinin içinde yer almadığını görüyoruz. Demokrasi ile Müslüman hareketlerin arası nasıl bağdaştırılır. Müslümanlar arasında büyük bir tartışma konusu bu. İslami hareketlerle demokrasinin arasını nasıl ayırırız?
Münir Gadban: “Seyyid Kutup Şiddete Karşı” adında son yazdığım bir kitabım var. Seyyid Kutup burada gecen fikirlerin hepsini çağdaş teröristlerin taşıdığını söylüyor. Demokrasiye iki yönden bakarak değerlendirebiliriz. Eğer demokrasiye onu bir akide/inanç olarak baktığımızda, yani halkın istediği gibi hüküm koyduğu, Allah’ın hükümlerinin geçerli olmadığı bir rejim olarak düşündüğümüzde, o zaman demokrasi küfür olur. Allah bir hüküm koyuyor, ama insanlar da kendi akıl ve hevâlarına göre hüküm koyarak Allah’ın hükmüne muhalefet ediyorlar, bu kabul edilmez bir durumdur. Demokrasiye sadece rejim/hüküm metodu olarak bakarsak, yani halkın yönetici olarak kendi istediğini seçmesi olarak bakarsak, hâkimin hükmünü icrası yönünde iki konuyu tartıştığımızda İslami bakışa ulaşırız. Bu konuyu Seyyid Kutub’un Mekke’de birlikte bulunduğumuz kardeşi Muhammed Kutup ile tartıştık. Çağdaş cahiliyenin öne sürdüğü demokrasi, o kanunu/hükmü koyan hâkimin zannı ve kendi yanlı tercihiyle yaptığı bir iştir. Öyleyse İslam’ı ve İslam’la hükmetmeyi istemeyen halklar için ne yapacağız. Demokrasiye ve laikliğe çağıranlar İslâmi kanunlarla hükmetmek istemiyor. Öyleyse bu hüküm(demokrasi), şer’i olarak açıklanmaya muhtaçtır. İnsanların bu konudaki kanaatlerini doğru belirlemek için şer’i delillerle/nas açıklama getirmek zorundayız. Demokrasinin, sadece bir yönetim metodu/usulü olduğunu ortaya koyup, İslâmi inancın karşılığı olmadığını ortaya koymak gerekir. Yeni çıkan bir kitabımı “Çağımızda İslami Hükümler” olarak adlandırdım. Müslümanlar arasında tartışma konusu olan demokrasi, çok eşlilik, partiler/gruplar, çelişkiler gibi birçok siyasi konuyu inceledim. Konuları İslâmi delillere dayanarak açıkladım. Ku’ran ve Sünnetteki delillere göre ortaya koydum. Bu kitap en kısa zamanda Müslümanların istifadesine sunulacak, inşallah.
Genç Birikim: Arap Baharı konusunda ne düşünüyorsunuz, Amerika’nın ve Avrupa’nın buraya etkisi hakkında ne dersiniz?
Münir Gadban: İlk olarak bu olayı Arap baharı olarak değil de İslam baharı olarak adlandırıyorum. Bu bahar tabi büyük devletler bu olaya zorunlu bir gelişme olarak destek verdiler, ama kendi iradeleriyle katılmadılar. Mesela Hüsnü Mübarek senelerce Amerika’nın güdümünde bir siyaset yürüttü. Ama her şey Mübarek’in aleyhine döndüğünde Amerika ve Obama ne yapabilir? Obama, Mübarek’in Müslümanlardan korktuğu gibi bizde korkarız, dedi. Mısır halkı Müslüman Kardeşleri seçince biz Mısır halkının tercihinin önünde duramayız, onların tercihlerinin yanındayız, dedi. İlk kez burada söylüyorum seksen yıl sonra halka hürriyet verilince, halk gösteri yapma hakkını elde edince, baskıcı rejimlere karşı verdiği tepkiler, Arap halklarının İslam’ı istediği sonucunu ortaya koydu. Bütün bunlar gösteriyor ki, Batılı ülkeler Arap baharını sınırlandırmak istiyorlar. Bu devrimi sadece zühd sahibi Müslümanlarla, İslam ümmeti için İslam Hilafetini isteyen gruplarla sınırlamak istiyorlar. Ancak onlar, Müslümanlar için asla halkın isteklerine, tercihlerine ve demokrasiye karşılar diyemeyecekler.
Genç Birikim: Suriye’deki Müslüman Kardeşler Cemaatiyle diğer ülkelerdeki Müslüman Kardeşler Cemaati’nin farkı nedir?
Münir Gadban: Suriye’nin seksenli yıllardaki tecrübesi İslami hareket tecrübelerinden biridir. İslâmi hareket orada on binlerce kurban vermiştir. Yüz binlerce tutuklu ve ülkesinden çıkmak zorunda kalan insanlar mülteci durumuna düşmüştür. Fakat bu hareket tam olarak düzenli çalışmalarla ortaya çıkmamıştır. Bu hareket hâkim rejim Nusayriler ile Müslüman Kardeşler’in arasındaki savaştan dolayı ortaya çıktı. Bundan dolayı bu çatışma, bazıları diyor ki bu insanlar medya gücünü kullanarak hâkimiyeti ellerine geçirmek istiyorlar. Mesela şu anda var olan ne, hükmü tam olarak elde etmek istiyorlar. Bu tecrübeden sonra savaş Suriye hükümetiyle halkı arasında cereyan etmektedir. Müslüman Kardeşler Hareketiyle hükümet yanlısı Nusayriler arasında değildir. Çatışma/savaş, baskıcı zalim rejime karşı olan halkın özgürlüğünü kazanmak ve insan onuruna yakışır şekilde izzet içinde yaşamak isteğiyle devam ediyor. Suriye halkı herkesin ortak söz hakkı olan bir yönetim biçimini tesis etmek istiyor. Bu davayı ortaya koymak için öyle çok paraya da gerek yok. Ülke içindeki direnen devrimciler bağımsız bir askeri gücün kurulmasını istiyor. Şu anda var olan şey bu askerlerin halkı baskıcı yönetime karşı savunmaktadır. Şu anda Suriye halkı olarak diğer Arap halkları değil, en büyük problemimiz, intikal meclisi ve uluslar arası devletlerden Suriye yönetimini destekleyen dost ve müttefiki olan ülkeler, bizim ve onlar arasında bağımsız bir ordunun tesis edilmesi. Biz bunu talep ediyoruz bu ordunun hakkımız olduğunu düşünüyoruz çünkü savunma için gereklidir. Siz asla müdahale etmeyin. Bizi bırakın da kendimizi müdafaa edelim. Suriye’deki bu durum karşısında dünya parçalanmış bir vaziyettedir. Bu sebeple her gün üzerimize kan ve ölüm yağıyor. Bu bağlamda gerçekçi, samimi çözümler sunmadan, sadece aceleci işgüzarlıklar ile yapılan kınamalar Suriye yönetimine halkını öldürmek için yeni fırsatlar veriyor.
Genç Birikim: İran’ın dini lideri Hamaney Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta tüm Arap ülkelerindeki direnişleri destekledi. Ama Suriye’de bunu yapmadı ve sustu. Hatta muhalifler aleyhinde konuştu. Bu tutum siyasi yönden hüsnü zan/iyi niyet ile şöyle söyleyebilir miyiz, belki onlar Suriye rejimini destekliyorlar ki, eğer orada hükümet düşerse İsrail’in işgali söz konusu olabilir mi? Diye düşünüyorlar. Şiilerin böyle bir benzetmesi var. Ne dersiniz?
Münir Gadban: Hayır bu kesinlikle mezhepsel bir muhalefet değildir. Şia, direnişi organize etmeye inanıyor. Suriye’de aynı yöntemi paylaştıkları dost ve müttefik bir rejim var. Hafız Esed ve Beşşar Esed rejimleri var. Bu sistem düştüğünde bu alandaki Şia varlığı etkilenecek ve düşecek. Irak, Lübnan ve İran gibi bu Şia hattındaki tüm devletler düşecek. Bundan dolayı onlar bu rejimi muhafaza ediyorlar. Onlar bizi arayarak bizimle onlar arasında bire bir görüşme olmasını istediler. Ama onların Beşşar Esed ile ilgili asla çiğneyemeyecekleri kırmızıçizgileri var. Onlara dedik ki bizim de sizin gibi değişmeyecek kırmızıçizgilerimiz olsa asla karşılıklı olarak sağlıklı bir görüşme yürütülemez. Mesele İsrail ile de ilgili değildir. Bu şekildeki bir İsrail anlayışı da hurafeden başka bir şey değildir ve sadece masaldır. İsrail için fayda sağlayan en büyük rejim Şam yönetimidir. Bu kelimeyi bazıları çok ağır bulabilir. Fakat 1967’de Golan tepeleri işgal edilip, İsrail’in 1973’e kadar orada kalmasından bugüne kadar Suriye İsrail aleyhine tek bir kurşun bile kullanmamıştır. Evet, kesinlikle tek bir kurşun bile atılmamıştır. Suriye İsrail’e karşı silah kullanıyor dense bile bunu düşünmemiz lazım. İsrail için Beşşar Esed’in yönetiminden daha iyi bir sistem yoktur. Çünkü Suriye, İsrail’i kırk senedir herhangi bir sebep olmadan kuzey sınırlarını korumaktadır. Lübnan’da sekiz bin metrekare alan İsrail tarafından direnişe rağmen mi işgal edildi. İsrail, Suriye topraklarında on binlerce metrekare alanı direnişe rağmen mi işgal ediyor. Öyleyse bu direniş büyük bir suçtur. Bu çözüm sayılıyorsa bu içi boş bir çözümdür. İsrail onlarla anlaşarak onlara bir şeyler vaat etti ve orada bir çözümsüzlük kaldı. Hatta bazı kardeşlerimiz bu görüşten etkilendiler. Hafız Esed rejimi İsrail’e karşı direnen bir hükümettir şeklindeki yalana kandılar. Arap âlemindeki tüm Müslümanlar da buna inandılar. Ve bizim bu fikrin yanlış olduğu görüşümüze de inanmıyorlardı. Arap baharıyla başlayan direnişlerden sonra, şaşırarak Beşşar kimdir diye soruyorlardı. Gösteriler başlayınca on altı yaşında bir lise öğrencisi Ey Mahir, Ey Cemal çıkın ve Golan’ı alın. Bu cümlenin manası nedir, bu söz elinizdeki silahları kullanarak İsrail’le savaşın halkınızı öldürün, şeklinde anlaşılıyordu. Bu halkın kanını alıyorlardı. Bu halkı öldürmek için ellerinde olan her şeyi alıyorlardı. İsrail, Suriye’ye karşı kırk yıl boyunca tek kurşun kullanmadı. Öyleyse, İsrail’e karşı direniş nerde kaldı? İsrail sıkıntısı nerde kaldı?
Genç Birikim: Amerika’da Ömer Faruk Abdullah adındaki bir Profesör, Suriye dosyası kitabında diyor ki; Suriye 1975 yılında Lübnan’a Hıristiyanları korumak için girdi, İsrail’e karşı direnmek için girmedi. Bu konuda ne dersiniz?
Münir Gadban: Sözüm ona İsrail’e karşı direniş adı altında girdi, ama Hıristiyanları korudu ve o zaman orada devam eden rejimi korudu, Amerika’nın izniyle. Suriye oraya girdi ama Amerika çıkmasını emredince yirmi dört saat sonra Lübnan’dan çıktı. Biz Amerika’ya dedik ki: Suriye yirmi dört saatte oradan nasıl çıktı? Fakat bir Münir Gadban alamadık. Şu bir gerçek ki Hafız Esed Amerika’nın emriyle halkına karşı durdu, halkını katletti. Müslüman’ın kanı Esed’in elinde o kadar ucuz ki. Öldürüyor, tutukluyor. Müslümanların hükümeti ele geçirmelerinden korkuyorlar. Hatta İsrail, halkı helak etmesi için Amerika’yı kışkırtıyor. Amerika öldürüyor, öldürüyor, halkı helak ediyor. Direniş ve devrim isteyen önde gelen Müslümanları yönetimin onların eline geçmesinden korkarak öldürüyorlar. Bundan sonra Müslüman olmayan laik düşüncede olan insanlar gelerek Suriye rejimine uyarak onu destekliyorlar.
Genç Birikim: Üstad, 1982’de Hama olayında Humeyni’nin tesiri olduğu yönünde görüşler var bu konu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Münir Gadban: Bu noktada şunu söylemek lazım. Hama katliamının olduğu zamanda Suriye halkı çeşitli fırkalara bölünmüştü. Baskıcı Suriye rejimi kendi iradesiyle bu işi kolaylıkla yapmıştır. Halkın üzerine binlerce askerini salarak, başka hiçbir güce, yardıma ihtiyaç duymadan bu zulmü yapmıştır. Esad rejimi gözlerden uzak bir şehirde halkının üzerine bomba yağdırmıştır. Suriye’de uzunca bir dönem böyle geçmiştir. Ama aradan uzun zaman geçti, şimdi halk uyandı, köyde, şehirde, mahallede her yerde halk direnişe geçti. Bu durum karşısında İran, Rusya ve Çin Suriye rejimini korumak için harekete geçmiştir.
Genç Birikim: Türkiye’de, Beşşar Esed’in babasından daha yumuşak bir tabiatta olduğu anlayışı yaygın. Sizin bu konudaki tecrübenizle baba ve oğul arasındaki fark nedir?
Münir Gadban: Hayır, hayır kesinlikle hiçbir fark yok. Biz halkımızın ruhlarını korumak için, Beşşar Esed yönetime gelince üç sene boyunca aleyhinde tek kelime etmedik. Belki babasının yaptıklarından vazgeçerek durumu düzeltir diye bekledik. Ama asla dokundurmadığı kırmızı çizgilerinin olduğunu gördük. Esed taraftarlarına ve Baas partisine asla dokundurtmadı laf söyletmedi. Beşşar bu şekilde bilindi, kanunlarda ve yönetimde hiçbir değişiklik yapmadı. Arap baharının etkisiyle direniş ve çatışma başlayınca, Beşşar Esed’in suçun başı olduğu açıkça tespit edildi. Baskıda, işkencede, azgınlıkta ve bozgunculukta babasından bir farkı olmadığı ortaya çıktı.
Genç Birikim: Hocam, Tunus, Mısır ve Libya’da hâkim rejim olmadan problemler çözümlendi. Ama Suriye’de böyle olmadı. Problemler çözülemedi. Zaman uzadı. Söz konusu diğer ülkeler ile Suriye arasındaki fark nedir?
Münir Gadban: Çünkü Suriye’de asker hükümetin yanında yer aldı ve onu destekledi. Mısır’da ordu silahlarıyla halkın yanında oldu ve gösterileri destekledi. Tunus’ta da böyle bir durum gerçekleşti, ordu yönetime karşı durdu. Libya’da askerin durumu Suriye’deki gibiydi, ordu tamamen Kaddafi’nin elindeydi. Ama onlar Allah’a sığınarak halkın yanında yer aldılar. Bu olaylarda ölü sayısı otuz bini buldu. Eğer halk bu mücadeleye destek vermeseydi, Libya nüfusunun yarısını kaybederdi. Gerçekte bugün biz Suriye halkının sabrı ve sebatıyla direnişe devam ediyoruz. Yıkılan, talan edilen ülkesini korumak ve hak üzere hakkaniyete uygun bir yönetimin kurulmasını sağlamak için gösteriler yapıyor, direniyor. Gerçek şu ki, bugün Suriye’de devam eden zor durumun, yaşadığımız bu çağda başka bir benzeri yok.
Genç Birikim: Suriye’deki rejim değişikliği ne zaman olacak, bu durum ne kadar zaman alacak?
Münir Gadban: Bu sorunun iki cevabı var. Birinci Münir Gadban, sebepler dünyasından gücümüzün ne kadarını bu durumun çözümü için, bu zalim rejimi yıkmak için ortaya koyduğumuz tepkiyle ilgili bir meseledir. Siyasi bağlamda, uluslar arası bağlamda tüm devletleri bu durum hakkında harekete geçirmek için elimizden geleni yapmalıyız. Fakat şu anda dünya devletleri bu konuda riyakâr bir tutum içindeler. Bu konuda doğru ve samimi değiller, gerçek anlamda Suriye halkının yanında durmuyorlar. Bu direniş nasıl sürüyor? Bu direniş normal olarak devam ediyor ama bedeli çok ağır, binlerce can verildi bu uğurda. Bedel gerçekten çok ağır oldu, Suriye sokakları, caddeleri adeta mezbahayı andırır oldu. Ama Suriye halkı asla eski duruma bir daha dönmek istemiyor. Suriye halkının direnci ve direnişi işte bu noktadadır.Bu konuda başka bir görüşte, bu özellikle benim görüşümdür. Gerçekte bu direniş duyguları da ince hisleri de harekete geçirmedi. İçinde bulundukları zorluk ve sıkıntılar, uğradıkları ihanetler, içine düştükleri zelil durumdan dolayı içlerindeki acizlik ve korku zincirlerini kırarak zulme başkaldırdılar. Bu direnişi sürdüren insanlar sıradan halk, Rabbim onlara görünmez ordularıyla yardım etsin. “Rabbinin askerlerini ondan başkası bilmez”.
Genç Birikim: Sizi çok yorduk, son soruyu sormak istiyorum. Esed rejiminin en kısa zamanda düşmesini temenni ediyoruz, inşallah. Hükümet düştüğünde Suriye’yi nasıl bir durum bekliyor, İslâmi bir yönetim mi, yoksa demokratik bir yönetim mi?
Münir Gadban: Biz genel anlamda halkımızla çok görüşlü demokratik yöntem üzerinde anlaştık. Kurulacak olan hükümetin demokratik esaslar üzerinde kurulmasında yöntem olarak anlaştık. Demokrasi seçim sandıklarında ortaya çıkacak. Yoksa onu özellikle arzuladığımızdan değil, halkın görüşünü ortaya koyacağı için demokrasiyi istiyoruz. Bizim halkın kesinlikle İslam’ı seçeceğine olan güvenimiz sonsuzdur. Onlar bu davalarında dostlarını tanıyorlar ve durumdan nasıl kazançlı çıkacaklarını da biliyorlar. Bununla birlikte zihinlerimizde ve tasavvurlarımızda Suriye rejiminin bize karşı yalnızlaştırma politikası uygulayabileceği endişesi de var. Çünkü Suriye hükümeti Müslümanların “İslamcı” büyük çoğunluğunu tutukladı. Tabi ki biz Suriye halkının çeşitli gruplardan oluşan kozmopolit bir yapısının olduğunu biliyoruz. Biz Suriye halkı olarak yönetim şeklinde ittifak edeceğiz. Her grup kendi özelliklerini bağımsız olarak ortaya koyabilecek. Bundan dolayı, eğer biz milletvekilliğinde çoğunluğunu elde ederek hükümeti kazansak bile diğer kesimlerle yönetimi paylaşacağız, diyoruz. Çünkü bizim devralacağımız/bize bırakılan bu durum çok ağır bir sorumluluktur. Niye bu sorumluluğu sadece Müslümanların üzerine yükleyelim. İnsanlar arasında ayrımcılık yapalım. Şu anda bizim üzerimizde büyük bir zulüm var. Niçin biz zulmedelim. Biz durumun İslami bir kıvamda oluşacağına inanıyoruz. Özgürlük ortamının da ancak İslâmi hükümlerin uygulanmasıyla mümkün olacağını düşünüyoruz. Hudeybiye barış anlaşması üzerinden konuşursak bazı Müslümanlar bu durumu güzel bulmadılar. Ama Hz. Ömer(r.a) Hudeybiye anlaşmasından daha büyük bir fetih yoktur, diyor. Bu anlaşmadan önce insanlar savaş içindeydiler. Birbirlerinden korkuyorlardı. Anlaşmadan sonra insanlar rahatlayarak İslam hakkında konuşmaya başladılar. Hudeybiye’ye kadar çoğunlukla insanların zayıf olanları İslam’a girdi. Anlaşma sırasında Müslümanların sayısı beş bin idi. Bir buçuk sene sonra Mekke’nin fethinde sayıları on binleri aştı. Biz hürriyet üzerinde ittifak ediyoruz. Çünkü özgürlük, Müslümanlar ve İslam için en uygun şeydir. Yeni kurulacak hükümet, Suriye halkına özgürlük, onur, hak ve hukuk getirecektir. Aynı zamanda Müslümanların halkla ilişkisi hak üzere ve en güzel şekilde olacaktır. Fikirler açıkça ifade edilecek. Böylece halk İslam’ı en doğru şekilde anlayarak, öğrenecek, inşallah.
Genç Birikim: Daha önce Türkiye’ye geldiniz, yirmi sene öncesiyle bugünü arasında nasıl bir fark var?
Münir Gadban: Kelime olarak İslam’ı telaffuz etmese de, Türkiye hükümetinin İslam’ı eylemler/amel olarak uyguladığını düşünüyorum. Hükümet kendisini laik olarak ifade edip, laik sisteme göre yönetim uyguladığını söylese de. Fakat genel olarak Türkiye atmosferine baktığımızda İslam’ın etkisini görüyoruz. Tunus, Cezayir, Fas gibi halkı Müslüman ülkelere baktığımızda, halk İslam’a olan sevgisinden dolayı Müslümanlara güveniyor. Ama onlar şehirlerinin ülkelerinin madden ve manen nasıl yıkıma uğradığını, ekonomik olarak ne duruma düştüklerini gördüler. Arap ülkelerinde Müslümanlar yönetime gelince halk, ülkelerinin durumunu sosyal ve ekonomik olarak düzelttiğini, fakirlikten ve rüşvetten kurtardığını görünce, Müslümanlara karşı bir kat daha güvenleri arttı. Bu sadece hatiplerin söylediği bir söz değil. Şartlar düzelince Müslümanlara güven duygusu bir kez daha arttı. Türkiye’de hükümette bulunan parti Türkiye halkının sorunlarını, üçte ikisinden az olmamak şartıyla çözdüler. Türkiye ekonomisi uluslar arası derecede bir seviyeye ulaştı. Aynı zamanda Türkiye birçok yönden de çok iyi noktalara geldi. Bunun İslam Âleminde çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
Genç Birikim: Hocam teşekkür ederiz, sonsöz olarak ne söylersiniz.
Münir Gadban: Ben teşekkür ederim, Allah(c.c) size hayırlar versin.