Mehmet Akif Ersoy, Türkiye’nin “milli şairi” olan, fakat ömrünün son senelerinin büyük kısmını Mısır’da geçirmek zorunda kalan yüce şahsiyet… O, her mekanda ve organizasyonun başlangıcında okunan İstiklal Marşı’nın ilgisizlikle ölen yazarı…
Mehmet Akif Ersoy denildiği zaman, konu hakkında çalışmalarıyla akla ilk gelen isim M. Ertuğrul Düzdağ‘dır. Onun Şule Yayınları tarafından basılan “Mehmet Akif Mısır Hayatı ve Kuran Meali” isimli eseri de birçok bilinmeyeni aydınlığa kavuşturan nitelikli bir yapıt.
Mehmet Akif Ersoy’un Mısır’daki hayatı ve Kuran Meali gibi konular geçmişten bu yana satır aralarında geçen ve merak uyandıran önemli konular olagelmiştir. M. Ertuğrul Düzdağ da eserinde bu gibi meseleleri,
Müderris İhsan Efendi,
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi,
İbrahim Sabri Bey,
Ali Ulvi Kurucu gibi isimlerin hatıraları ve mektuplarıyla açmaya çalışıyor.
Mehmet Akif neden Mısır’a gitti?
Mehmet Akif yıl 1920’i gösterirken Anadolu’daki Milli Mücadele’ye destek için İstanbul’dan ayrılmıştı. Düşman vatandan çıkarıldığında Ankara’dan İstanbul’a geri döndü (1923). Abbas Halim Paşa’nın davetleri üzerine 1925 yılına kadar kışları Mısır’da yazları İstanbul’da geçirdi. 1925’in sonlarına doğru Türkiye’den Mısır’a gitti, on bir sene de geri dönmedi… Herkesin bildiği bu hadise nasıl gelişti?
Dindar kişiliğiyle öne çıkan Mehmet Akif, şapka kanunu sonrası bir zamanda vatanından ayrıldığı için “şapka kanuna muhalif” olduğu gibi iftiralara maruz kalmıştı. M. Ertuğrul Düzdağ kitapta iddiaların yanlış olduğunu, Ruhi Naci’nin hatıratında Mehmet Akif’in kanundan hemen sonra şapkalı göründüğünü yazdığını ifade eder.
M. Ertuğrul Düzdağ’ın araştırmaları bugün net bir şekilde gösteriyor ki Mehmet Akif Ersoy, kurtuluşuna gayret ettiği vatanının polisleri tarafından taciz edilecek denli takip edilmesi başta olmak üzere, işsiz bırakılıp meclisten uzaklaştırılması, bir emeklilik maaşının bile ona çok görülmesi, yani özetle yaşam hakkının elinden alınması dolayısıyla Mısır’a gitmiştir.
Her ne kadar ardından “Türkiye’de kalıp direnebilirdi” diye eleştiriler yapılsa da M. Ertuğrul Düzdağ, böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda bunun ilk önce “İstiklal Marşı” ve “Safahat” gibi eserlere zarar vereceğini ve dolayısıyla dönemin şartları açısından Mehmet Akif’in Mısır’a gitmesinin doğru bir karar olduğunu belirtiyor.
Hasan el-Benna ile de tanıştı
Mehmet Akif’in Mısır’da geçirdiği günlerinde maddi ve manevi destekler veren en önemli isim
Said Halim Paşa’nın kardeşi
Abbas Halim Paşa idi. Mehmet Akif oradaki ilk yıllarında inzivaya çekilmiş, Kahire’nin uzağında kalan Hilvan köyünde sessiz sakin bir hayat yaşamaktaydı.
Fakat Mehmet Akif’in orada konforlu bir hayat yaşadığı söylenemez. Düzenli bir geliri olmadığından mahalledeki kasaptan eczaneye kadar bütün esnafa borçlanmıştı. Dostlarından mizacı gereği utana sıkıla borçlar istemişti. Farklı hatıratlardan yola çıkıldığında görülüyor ki kendisine yardımcı olan Abbas Halim Paşa’ya da durumunu anlatmaz, ondan çok şey istememiştir.
Daha sonra (1929) Abdulvehhap Azzam isimli müderris vasıtasıyla haftanın iki günü Kahire’deki Darülfünun’da Edebiyat Şubesi’nde Lisan-ı Türki müderrisliği yapmaya başladı. Ayrıca Abdulvehhap Azzam isimli zatın evinde birçok toplantılar yapılmış, Mısır’ın önemli insanları –ki aralarında Hasan el-Benna da vardır- Akif’i burada tanımıştır.
Mehmet Akif Ersoy ders vermek için şehrin merkezine gittiği haftanın iki gününde çevrede okuyan Türk öğrencilerle görüşmeyi ihmal etmiyordu. Muhabbetinin en sağlam olduğu öğrenci ise Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası Yozgatlı İhsan Efendi idi. İşte akıbeti tartışma konusu çalışması Kuran Meali’ni de İstanbul’a geri dönerken ona emanet etmişti.
Vatanından ayrı kalmanın burukluğu ile yaşıyordu
Mehmet Akif Ersoy, Mısır hayatının önemli bir bölümünü inziva ile geçirmişti. Onun en yakın dostu Kuran-ı Kerim’di. Küçük yaşında hafız olan Mehmet Akif, Mısır’da -oğluyla kıldığı hatimli teravihler ve Kuran meali çalışmalarından- kendi deyişiyle “demir hafız” olmuştu.
Mehmet Akif’in Mısır’daki yıllarını verimsiz geçirdiği yönündeki iddialar da asılsızdır. Kendisi Mısır’da bulunduğu zamanda toplam 34 şiir yazmıştır. Ne yazık ki yayınlanamayan Kuran Meali çalışması üzerine de yıllarca emek vermişti.
O, kurtuluşuna öncülük ettiği vatanından ayrı kalmanın burukluğu ile yaşıyordu. Yıllar 1935’i gösterirken Mehmet Akif hastalığına iyi gelir düşüncesiyle Lübnan ve Antakya (Hatay) gezileri yaptı. Fakat şifa bulamayınca vatan hasretiyle İstanbul’a geri döndü (1936).
Polis korkusu ve Mısır’a geri gönderirler endişesinden Mehmet Akif’i sadece on kişi karşılayabilmişti. Siroz ve kanser teşhisi konulan Akif, kendisine her daim destek olan Abbas Halim Paşa’nın Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’na yerleşti. Ömrünün son zamanları burada geçti.
Kuran Meali çalışması
Mehmet Akif Ersoy henüz Türkiye’deyken, Diyanet İşleri Başkanlığı ve TBMM’nin ortak teklifiyle resmi olarak Kuran Meali yazması-tercümesi vazifesi verilmişti. Yapılan anlaşmaya göre meal, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsir çalışmasıyla beraber yayınlanacaktı.
Damadı Ömer Rıza Doğrul’dan öğreniyoruz ki, Mehmet Akif Mısır’a gittiğinde bir “İstiklal Harbi Destanı” öncelikli olmak üzere başka eserler-şiirler yazmak istiyordu. Fakat çevresindeki insanlar, yakın dostları, onun Türkçe ve Arapçaya hakimiyetini bildiklerinden mütevellit Kuran Meali işinde o kadar ısrarcı olmuşlardı ki, Mehmet Akif en sonunda dayanamayıp kabul etmişti.
Fakat çalışmalar ısrarcı dostların tahminlerinin üzerinde yıllarca sürer. Mehmet Akif bu işi aceleye getirmek istemez. En uygun kelimeleri, anlamı ve diğer birçok tercüme-meal meselesini ince eleyip sık dokur. Üzerinde çalışma yaptığı eserin Allah’ın kelamı olduğunun gayet farkında bir şekilde titizlenir. Sabırsızlanıp olduğu şekliyle basılmasını isteyenlere, “uzun süreceğini bildiği halde bu işe girdiğini” söyler.
Mehmet Akif Ersoy, Kuran Meali çalışmasını bitirmeye yaklaştığı zamanlarda Türkiye’de Türkçe ezan uygulanmaya başlanmıştı. Kuran’ın ibadetlerde Türkçe olarak okunması da gündemdeydi. Bundan kaynaklı olsa gerek Mısır’dan yola çıkmadan evvel Yozgatlı İhsan Efendi’ye “Dönebilirsem üzerine yeniden çalışır neşrederiz, dönemezsem yakarsın” vasiyetiyle meali teslim etmişti. “Eserin bu halde basılsa da olur” diyenlere ise “Mealin tam anlamıyla bitmediğini” söylüyordu.
Profesör Mehmet İhsan Efendi meali yakamadığı gibi bir kopyasını çıkarmış, oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’na öldükten sonra orijinalinin yakılmasını vasiyet etmişti. Durum Mısır’daki ileri gelen Türkler arasında istişare edilir, son şeyhülislam Mustafa Sabri’nin oğlu İbrahim Sabri masadaki en ağır kişidir ve kararı o verir; orijinal metin de kopya metin de yakılır.
Olaylara şahit olan İsmail Hakkı Şengüler, “bu işi aceleye getiriyoruz, kendimize biraz düşünme hakkı tanısak” gibi bir laf etmeye kalksa dahi büyükleri olan ve sözü geçen İbrahim Bey’in acele ve panikle iki metni de yakmak istediğini ve bunu hep beraber yaptıklarını belirtiyor.
Türkiye’de 1960 ihtilalinin yeni gerçekleştiği o yıllarda din reformlarının geri geleceği endişesinin bu psikolojiyi yarattığı söylenebilir. İsmail Hakkı Şengüler bu olaydan dolayı üzüntülerini dile getirmiş, bir gün piyasaya para gayesiyle çıkacak sahte mealler endişesiyle bu olayı açıkladığını belirtmiştir.
“Bir çağlayan gibi gönülleri heyecana veriyor”
Mehmet Akif Ersoy’un meal çalışmasını Mısır’a gittiğinde tamamen okuyan nadir insanlardan Eşref Edip konuyla alakalı şu satırları yazmıştır: “O ne sadelik, o ne ahenk! Ayetler arasındaki irtibatı muhafaza hususunda öyle büyük kudret göstermiş ki, bütün bir sureyi okursunuz da hiçbir ayetin başında veya sonunda ufak bir irtibatsızlık göremezsiniz. Müfessirler ayetler arasındaki irtibat ve münasebetleri anlatmak için sahifeler dolusu izahatta bulunurlar. Üstad ise bu irtibatı, fiilen o suretle yapmış ki, bir ayetin bitip diğer ayetin başladığının farkında bile olamazsınız. Bir şiir gibi senelerce üzerinde işlenmiş, hiçbir tarafında, hiçbir noktasında hiçbir pürüz kalmamış… Su gibi akıyor. Bir çağlayan gibi gönülleri heyecana veriyor.”
Mehmet Akif Ersoy hâlâ birçok yönünü göremediğimiz bir şahsiyet olma özelliğini sürdürüyor. M. Ertuğrul Düzdağ, “Mehmet Akif Mısır Hayatı ve Kuran Meali” isimli bu eserinde Mısır’daki hayatı ve Kuran Meali çalışmasını iyice açmıştır. Fakat onun hakkında yazılan eserlerde örneğin Mehmet Akif’in sporcu kişiliği neredeyse hiç görülmüyor, İstanbul Boğazı’nı birçok kere yüzerek geçtiği, gideceği yere -uzunluk ne kadar olursa olsun- ısrarla yürüyerek gittiği, güreş yaptığı, yürüyerek muhabbet etmeyi oldukça sevdiği gibi Mehmet Akif’i Mehmet Akif yapan, onun karakterini oluşturan özellikler ıskalanmaya devam ediyor.
Yusuf Tunçbilek yazdı