Biz gideceğiz.
Ardımızda ne kalacak?
Gökdelenler, uçak gemileri, cesetler, robotlar, bira bardakları.
Ormanlar yorulmuş olacak, çöller susamış. Okyanusta bir bıkkınlık.
Buz dağları erimiş olacak.
Elbette bizden geriye bir çiçek kalır. Kurumuş bir çiçektir bu dokunmaya gelmez hemen dağılır.
Siz öyle zannedin o plastiktir. Plastikten sonra ne gelir, işte onu bizden sonrakiler bilecek.
Temiz toprak arayacaklar, pak bir alın. Temizlik-paklık acaba hâlâ geçer akçe olacak mı?
Hiç sanmıyorum çünkü güç o zaman da güç olarak anılacak. Biz yedeğine demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri takmış, fosfor bombası atmaya giden güce selâm çakmıştık. Sıkıysa çakma. Öyle inanmıştık. Güçlü ol, güçlü kal, balmumundan heykelin olsun.
Kim bilir güç belki de kılık değiştirir. Atom altına girer. Yedi kat yerin dibine iner. Şeytanlar aleni etrafta dolaşmaya başlar. Her şeytana bir âlet adı verilir, insanlarla şeytanlar okey oynar.
Bu kadar fantastik olmaya gerek yok. Sen gidince zaman hızlanmayacak, ağaçlar kurumayacak, şehirler yerinde duracak. Ama üçüncü dünya harbi pusuda. İnsanoğlu başka bir gezegene hicret etmeden patlayabilir. O zaman ne bilet kalır ne yarış. Kütüphaneler, makinalar, başkanlar ve şeytanlar aciz kalır.
Kıyametten mi bahsediyorsun?
Yoo! Gaybı kimse bilemez. Hem kıyamet ne uzay gemisi dinler, ne nutuk. O gelince macera bitecek.
Ama ben diyorum ki bizden geriye ne kalacak?
Sonsuzluğu hedefleyen sanat mı; bitirme tezleri, teoriler, işçi sınıfının çelik iradesi, fizikten metafiziğe geçiş, bunlar mı?
Yoksa amel defterleri mi?
Defterler evet, az daha unutuyordum. Defterler kalacak çünkü onları göremiyoruz. Neredeler, melekler nerde?
Çocukların bakışlarında, gülüşlerinde.
Eskiden soframıza da inerlermiş, öyle söyleniyor, kapıyı bir seher vakti Hızır aleyhisselam çalarmış.
Açıp bakarlarmış, kimse yok.
Ama hoş kokulu bir müjde, işte orada duruyor. Eskiden dünyanın bir şiiri varmış.
Bizden geriye şiirler mi kalacak?
Olabilir ancak dua eden şiirler, meleklerin okuduğu şiirler. Hani biliriz.
“İndiler gökten melekler saf saf”
Anlıyorum, yani diyorsun ki “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Bizim için hayırlı olan âhiret yurdudur”. Öyle. Zil çalacak ve sınıflar boşalacak. Koridorlarda, duvarlarda, mevsim şeridinde, müsamerelerde sesler kalacak.
Oyun bitince herkes bir yana dağılacak.
Rüzgar yaprakları sürükleyecek.
Yollar bomboş uzanıp gidecek.
Sanki buralardan kimse geçmemiş. Kimse Mecnun, kimse Ferhat olmamış. Aşk yalanmış. Fizik ve metafizik âlimleri böyle buyurmuş. Ne Ramses’in mumyası, ne kuantum, ne Marlon Brando, ne Baba.
Bizden geriye kalanlar bir süre kullanılacak. Sonra atılacak. Toprak hepsini yutacak. Çok sonraları gelenler o toprağı kazacaklar, bizden arta kalanları çıkaracaklar. Bir Laptop, bir kamera, az-biraz deterjan kalıntısı ve çocuk bezi. Şık bir araba, kibir, para ve bir kupa.
Bu da ne diyecekler.
Bu bir kupa.
Kupa neye yarar.
Birincinin şöhretini dörde katlar.
Kazanana veriyorlarmış. O zamanlar kazananlar ve kaybedenler varmış. Birincilik, ikincilik, reyting falan.
Hiçbir obje ilgi uyandırmaz. Nedir bunlar? Hiç. İyi de ne arıyor bunlar? Hakikate işaret eden bir şey, yahut hakikatin kendisi.
Hakikat hâlâ gizli mi kalmış?
Yoo! O zamanlar da onu bilenler varmış, insanları uyarmış, ama onu dinlememişler.
Ee! Çok önceleri de böyle olmuş.
Hep aynı hikâye.
Yeni Şafak / Mustafa Kutlu