“Misafir” kelimesi Arapça “sefer”den geliyor; yani bir yerden bir yere giden, açıkçası “yolcu”. Türkçeye geçen kelime, “konuk” mânâsını dilimizde (bir anlamda, hayat tarzımızda) kazanmıştır. Buna göre misafir, görüşme, ziyaret gibi amaçlarla birinin evine, dükkânına, mekânına, oturduğu beldeye, köye gelen kimsedir.
Misafir, Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği bir nimettir. Ona ne kadar saygı gösterip, hizmet edersek o kadar sevap kazanırız. Sadece güler yüz göstersek bile kâfidir. Çünkü güler yüz de bir tür sadakadır. Bazı kalın kafalı, kalbi kara adamlar “sadaka” lafından ürker, odun tabiatlı oldukları için; “Nedir ulan, dilenciye mi veriyorsun?” diye sorabilirler. Eh ne diyelim, ahlâk sahibi olmak zor.
Hattâ, daha ileri gidenler “ahlâk” sözü geçtiği zaman da kabalarına çuvaldız batırılmış gibi olurlar. Onlar için varsa “menfaat”, yoksa “menfaat”. Bu kafada olanlar “sevap” terimini de menfaat hanesine yazarlar. Bunlarla sakın ola ki laf yarıştırmaya kalkışmayın, içinizden “Allah hidayet versin” diye dua edin. Aslına bakarsanız dünya insan için bir misafirhânedir. Cenab-ı Hak, âdemoğlunun bu misafirhânede rahat etmesi için nice nimetler halk etmiştir. Kıymetini bilene…
Dilimizin, şiirimizin, inancımızın, kültürümüzün piri, Anadolu toprağının ruhu, koca Yunus Emre bakın ne diyor:
“Her kim bize yanı bakar
Hak dileğin versin ana
Urmaklığu kasdedenin
Düşem öpem ayağını
Kim bize taş atar ise
Güller nisar olsun ana
Çerağıma kasdedenin
Hak yandırsın çerağını.”
Epeyce bir zamandan beri nereden geldi ise (çünkü bizde yok) bir “öteki” lafıdır dilden dile dolaşıyor. Yahu kardeşim bırakın ötekiyi, bizim için “yabancı” dahi Tanrı misafiridir. Biz ona nasıl yan bakarız?! Kendini kardeşlerinden ayıran, kapısını onlara kapatan bilin ki ya kibir sahibidir ya da korku.
(Yazılarıma tarih koymamak gibi kötü bir alışkanlığım var. Bu yazıyı kimbilir ne zaman yazmışım. Devir değişti. “Bizi biz yapan değerler”in pek çoğu hayatımızı terk etti. Bunlardan biri de “Tanrı misafiri”dir. Ardından neler gelir, emanet, bereket, ahde vefa, edep, güven, hizmet-hürmet-merhamet, kul hakkı, komşu hakkı hangi birini sayayım. Ben ömrümü bu değerleri savunan ahlâkı anlatmaya çalışan kitaplar yazarak geçirmişim. Tekrarında fayda vardır diye yazıya bu ilaveyi yapıverdim.
Metropolde yaşayan tüketim toplumunun üyesi olmuş çekirdek aile bırakın “Tanrı misafiri”ni kendi akrabasını bile istemiyor. Hayat tekinsiz, sokaklar karanlık, kapıların ardında üç-dört kilit var. Bu devirde tanımadığı birine kapısını açan ev hanımının aklından şüphe edilir oldu.
Bunların elbette bir sebebi var. Bizi konfora kavuşturan çağdaş zihniyet ruhumuzu çaldı, kalbimizi kararttı. Diken üstünde yaşıyoruz. Nükleer silahların dehşet dengesi bir çılgının titreyen parmağına bağlı. Ya düğmeye basarsa!)
Yeni Şafak / Mustafa Kutlu