Modern dönem devlet düzeninin kuruluş aşamasında tek etken olan unsur kurucu ideolojinin egemenlik konusunda alternatifsiz varlığıdır. Bu ideoloji aynı zamanda kurucu iktidardır. Kurucu iktidar belirlediği paradigma doğrultusunda egemen düzenin kurumlarını oluştururken, belirleyici ideolojinin kurallarını dayatarak oluşturur ve bu kurallar eleştiriden müstağnidir. Kurulan yeni düzende iktidarı oluşturan kurucu ideoloji olduğu gibi, siyasi ve hukuki işlevin mahiyetini belirleyende aynı ideolojidir. Yani kurucu iktidardır.
Cisim olarak soyut olan kurucu iktidar, statükoyu belirler, anayasayı oluşturur, bürokratik yapılanmayı kurgular ve kurum-kuruluşlarıyla ete kemiğe bürünerek somutlaşır. Hukuku oluşturan kendisi olduğu için, hukuksal olarak sorgulanamaz, suçlanamaz, cezai ehliyete haiz değildir. Yani kurucu iktidar hukukun üstündedir. Bu yapıya modern devlet ya da modern kurucu iktidar denir.
Kurucu iktidar belirlediği anayasal statüko doğrultusunda, işleri yürütmesi için başka bir iktidar kurar. Bu kurduğu iktidar, kurucu iktidarın altında, anayasal sınırlarla görev alanı belirlenmiş kurulmuş iktidardır, yani hükümettir. Kurucu iktidar denen düzen modern devletin kendisidir.
Kurucu iktidar ile kurulmuş iktidarlar arasında gerçek anlamda bir ayrımın yapılabilmesi, bu iktidarların değişik düzlemlere yerleştirilmelerini zorunlu kılar. Kurulmuş iktidar olan hükümet, yalnızca, kurucu iktidarın yani devletin içinde yer alır. Önceden saptanmış anayasal bir düzenden ayrılamazlar; varlıklarını gerçekleştirmek için devlet çerçevesine ihtiyaç duyarlar. Kurucu iktidar ise, tam tersine, devletin dışında yer alır. O, devlete ihtiyaç duymaz; devletsiz vardır; devletin kaynağıdır. Açıkçası kurucu iktidar sadece devletin dışında değildir; o aynı zamanda, devleti kurar; siyasal iktidarın (hükümetin) kullanılmasının koşullarını belirler. Kısaca kurulmuş iktidar, devletin görevlendirmesiyle iktidara gelir, kurucu iktidar ise devletin kendisidir.
Kurulmuş iktidar olan hükümet, anayasa ile belirlenmiş olan yetkilerini, anayasanın açık izni olmadan başka bir kurucu organa devredemezler. Çünkü kurulmuş organlara tanınan yetkiler, bir hak için değil, bir işlevin yerine getirilmesi için kendilerine verilmiştir. Bu nedenle, kurulmuş organlar, yetkilerini devrederlerse, anayasanın ve kurucu iktidarın üstünlüğü ilkesini çiğnemiş olurlar ki, buna müsaade edilmez.
Birçok Batılı modern devlet kuramcısı pozitivist filozoflarca savunulan görüşe göre, asli kurucu iktidar, (yani devletin kendisi) hukuk dışı bir olgu, saf bir olgudur. Bu görüşe göre, asli kurucu iktidarın incelenmesi hukukçuların işi değildir. Zira onlara göre, devletin ilk organizasyonunu belirleyen işlemlerin hukukî yorumunun yapılması mümkün değildir. Gerçekten de, aslî kurucu iktidarın hukukî nitelendirilmesinin yapılabilmesi için, hukukun devletten önce oluştuğunun kabulü zorunludur.
Kurulmuş iktidarların yeni bir anayasa yapmak gibi bir imkanları yoktur. Eğer ki anayasada, bir değişiklik, ekleme, maddelerde yenileme, örfi-hukuki sürece dair bir görüş beyanı yapılacaksa, bu da yine anayasanın öngördüğü usule göre yapılabilir. Çıkarılacak kanunların Anayasa’ya uygunluğunun denetimi, kurucu ideolojinin çeşitli bürokratik kurumlarınca denetim altındadır. Anayasayı yapan, ilkelerini belirleyen kurucu iktidardır. Kurulmuş iktidarlar, kurucu iktidarın yaptığı anayasalar tarafından o anayasadaki işlevlerini yerine getirmek için kurulurlar. Anayasa’ya muhalif hiçbir faaliyette bulunamazlar. Bunlara en genel anlamıyla kurulmuş iktidar, yani hükümet denir.
Kurulmuş iktidarların anayasal sınırların yani kurucu iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmaları söz konusu olamaz. İşte bu yüzden demokratik ülkelerde, partilerin birbirleriyle zıt görüşte olmalarının, sağcı-solcu-muhafazakar-liberal bir yapıya sahip olmalarının rejim açısından herhangi bir önemi yoktur. Toplumun karşısına çıkarlar yapıp-edeceklerini söylerler, seçim beyanatlarını açıklarlar, seçimlerde yeterli oyu aldıkları takdirde hükümet olup devleti yönetmeye başlarlar.
Bir hükümet ve onun karşısında muhalefet oluşur. Parlâmenter sistemde iktidar olamayanlar sistemden dışlanmaz. Onlar muhalefet partisini oluştururlar. Aynı zamanda parlâmento üyesidirler. Kanunların yapılmasına ve hükûmetin denetlenmesine katılırlar. Herkesin malumu olduğu üzere hükümet ve muhalefet sürekli birbiriyle didişir ve reel politik söylemler üzerinden devamlı bir kavga içerisinde görünür. Bu aslında toplumu kutuplaştırmanın ve aldatmanın belli başlı yöntemlerinden biridir.
Bu durum demokratik sistemin gerçeğidir, böyle olmak zorundadır, sistem böyle işler. Buraya biraz dikkat eder ve düşünürsek, bir sonraki eşikte göreceğimiz, aslında görece kavganın sebebi, iktidar kavgası ve devleti kimin yöneteceğine dairdir. Devlet imkanlarından yararlanmak, makam-mevki sahibi olmak, para ve gücü yönetmek, toplumu dönüştürmek, dolayısıyla bütün bu imkanlara kendilerinin sahip olma istekleridir. Devletin kurucu paradigmasına, sistemin ana dinamiklerine, kurucu ilkelerine, rejimin esasını teşkil eden ideolojisine dönük herhangi bir değişiklik yapmak partilerin ne yetkisindedir ne de buna güçleri yeter. Kurucu iktidarın yaptığı Anayasada değiştirilemez maddeler bulunur.
Seçilmişlerin hükümet olmasından dolayı, onlardan olabilmesi imkansız şeyler beklemek ve istemek abesle iştigaldir. Rejimin esasına dair bir değişiklik yapmaları söz konusu değildir. Seçilmiş hükümet yetkililerinin muhafazakar olması, camiye ya da kiliseye gitmeleri devletin esasına dair olan bu gerçeği değiştirmez, değiştiremez. Liberal ya da sosyalist olmaları, muhafazakar ya da kapitalist olmaları da aynı şeydir. Kurulmuş iktidar olan hükümetlerin yapabilecekleri, küreselleşen dünyada, toplumların küreselleşme sürecinde geçirdikleri dönüşümleri, kendi toplumlarına yansıtmak, bireysel özgürlükleri artırmak, ekonomik refah seviyesini yükseltmek, yol-köprü-inşaat-altgeçit üstgeçit vs. vs. yapmaktır.
Vergi toplarlar, suçluları yakalarlar, toplumda asıl olmayan görece bir huzur temin etmeye çalışırlar. Asıl olmayan huzur diyoruz, çünkü modern devletin varlığının kaosa ihtiyacı vardır. Bunları yaparken de, yaptıkları her şeyin temel hedefi, kurucu iktidarın daha güçlü ve daha sağlamlaşmasına katkı sağlamak içindir. Modern devletlerde, asıl olan devletin güvenliğidir, insan her zaman ikinci plandadır.
Kurucu iktidar yani devlet, yapısı gereği kendi güvenliğinin önceliğinden başka herhangi bir şeye değer vermez. Ulus-devlet çağında toplumla özdeş olduğu varsayılan devlet bireylerden önce gelmekte ve devletin çıkarlarının gerçekleştirilmesi adına bireysel özgürlüklerin sınırlandırılabileceği fikri meşru görülür. Güvenlik her şeyden önce bir istikrar durumudur. Devletlerin istikrarı bireysel ve toplumsal adaletten önce gelmektedir.
Modern kurucu iktidarlar, insanları vatandaşı olarak tanımladığından dolayı, vatandaşlık kimliği devlete aidiyeti belirlemekte ve bunun sonucunda en önemli değer devletin kendisi olmaktadır. Devlet vatandaşının güvenliğini sağlama konusunda kendisini sorumlu hissederken, gizli niyetinin kendisini özne yapması ve buradan meşruiyet sağlama çabası olarak ortaya çıkar. Modern ulus devletlerde birçok ilişki de birbirine geçmiş birbiriyle iç içe olarak gelişme göstermektedir. Ulusun bir meşruiyet aracı olarak ortaya çıkmasında, kapitalizmin ve sanayileşmenin de büyük etkisi olmuş, hatta bunların baskın rolüyle ortaya çıktığı da söylenebilir.
Kapitalist sömürü, hedef seçtiği coğrafyalar arasında tüketim toplumu oluşturmak ve serbest Pazar ekonomisini kurmak için, seçtiği coğrafyalardaki toplumları fiziki olarak parçalar. Parçaladığı toplumları ise yeniden tanımladığı üretim, ihtiyaç ve tüketimin anlamı üzerinden, tüketim kültürünü yerleştirmek için bu kavramların anlamı çerçevesinde birleştirir. Bu da, kurucu iktidarlarla, kapitalizmin sıkı ilişkisini ortaya çıkarmaktadır. İktidarların sürekli olarak vatandaşlarını bireysel özgürlük konusunda ayartması, aslında kapitalist ideolojinin kurucu iktidarla olan gizli işbirliğidir. Bu işbirliği sonucunda bireyselleşen toplum, her türlü saldırıya açık hale gelmektedir.
Kurucu iktidarların, bireysel özgürlük veriyorum diyerek toplumlarına açtığı alanlar, kendi gücünün varlığını, muktedir olduklarını göstermek içindir. Bu durum aynı zamanda “Ben izin veriyorum, gerektiğinde de verdiğimi geri alabilirim” demektir. Devlet buyurgan ve emrivaki yüzünü gerekli veya hiç gerek olmasa bile her zaman gösterebilir. Zira modern kurucu iktidarlar “Kadir-i Mutlak” prensibi üzerine kurulur. Sonuçta özgürlük kavramının anlam alanı egemen olanın yorumuna bağlıdır. İktidar gerektiğinde bireyin özgürlük alanlarını alabildiğine genişletebileceği gibi, alabildiğine de daraltabilir. Bu durum, bir olabilirlik değil, fiilen ve defaatle yaşanmış bir gerçektir
Kurucu İktidar olan devlet, otorite sahibi olan iktidardır. Otorite bir güç ve kontrol aracı olarak emir verme, insanlar adına karar verme hakkını elinde bulundurmak demektir. Kurulmuş iktidar siyasal ve felsefi bir anlama ve içeriğe yönelik bir tanımlama iken, otorite psikolojik ve sosyolojik olarak bir etkinliği ve yetkinliği ifade etmektedir.
Kurucu iktidar olan devletin, belli ilkeleri, anayasal değişmezleri ve her şeyin ötesinde “Beka”’ya dair iddiası vardır. Devletler kurulduktan sonraki hedeflerini, “İlel Ebed” yeryüzünde kalmak üzere kurgular ve bu kurgu üzerinden egemenliklerini sağlarlar. Kurucu iktidarın meşruiyeti hiç bir zaman sorgulanmaz. Kurucu iktidarın değişmesi gerektiğini dile getirmek anayasal suçtur, yapıp ettikleri meşruiyet zemininde değerlendirilir. Hukukun üstündedir, hukuksal olarak herhangi bir yaptırım uygulanamaz, hukuku oluşturan kendisidir. Varlığı, egemenliğinin sürekliliği üzerine kurgulanmıştır.
Kurucu iktidar kurulmuş iktidardan daha geniştir. Devlet kamusal alandaki tüm kurumları ve vatandaş olarak tüm halkı kapsar. Kurulmuş iktidar olan hükümet devletin parçasıdır. Devlet devamlı, sürekli bir varlıktır. Hükümet ise geçicidir, gelir, gider. Hükümet sistemleri reforme edilir ve yeniden tanzim edilir. Hükümet devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan bir araçtır. Devlet politikasının oluşturulması ve uygulanması bakımından hükümet devletin beynidir ve devletin mevcudiyetini sağlar. Devlet kişisel olmayan bir otorite icra eder.
Devletin personeli bürokratik usullerle işe alınır ve hükümetin ideolojik isteklerine direnmeye muktedir olarak devletten tarafa işlev görür. Kurucu iktidar teorik olarak kendi kurucu ideolojisi doğrultusunda toplumun daimi çıkarlarını, yani ortak iyiliği veya genel iradeyi temsil ettiğini iddia eder. Kurulmuş iktidar olan hükümet ise belirli zamanda iktidar olanların partizan sempatilerini temsil eder.
Yaşanılan ülkede meydana gelen olumlu ya da olumsuz gelişmelerde, hayat pahalılığında, zamlarda, işçilerin patronlarla ilişkilerinde, ülkenin refah seviyesindeki gelişmelerde ve geriye gitmesinde, uluslararası arenada devletin temsilinde… Bunlar ve bunlara benzer bütün gelişmelerden sorumlu tutulan devletin kendisi değil, yönetim aygıtı olan hükümettir. Yurttaşlar gelişmeler karşısında devleti değil, hükümeti yüceltir ya da lanetler. Toplum hükümetin meşru olup olmadığını, değişip değişememesini sorgular, ama kurucu iktidar olan devletin asla.
Otorite olan devlet, yöneticiye yani kurulmuş iktidar olan hükümete yetki verir ve bu yetki geçicidir. İktidar yetkisini otoriteden/devletten alır. Dolayısıyla hükümet egemenin kendisi değil, egemenin yetkilendirdiği bir organizasyondur. Yönetici olan hükümet, ancak otoritenin kendisine müsaade etmesiyle meşru şiddet tekelini kullanır. Hükümetler, değiştirilemez yasalarla otoritenin iradesine bağlıdır. Değiştirilemez değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeler yazılı anayasada ilk sırada yerini alır. Bunların değiştirilmesini talep etmek anayasal düzene muhalefetten vatan hainliğine kadar gidecek bir süreçtir.
Batılı modern devlet kuramcıları Kurucu iktidar ile kurulmuş iktidarları, yani devlet ile hükümeti birbirine karıştıranları sert bir dille eleştirir. Kurulmuş iktidar olan hükümetin sadece yetki kullandığını ve bu yetkinin de egemenden kaynaklandığını ifade eder. Bu filozoflara göre hükümetler sadece yetki kullanır ve hükümetin bu yetkisi geçicidir, dolayısıyla egemen değildir. Hükümetin otoritesi askeri veya sivil olabilir, ancak bu otorite egemenden kaynaklanır ve egemenin saptadığı süreyle sınırlıdır.
Yönetici ancak egemenin el vermesiyle meşru şiddet tekelini kullanır ve yasalar ile egemenin iradesine bağlıdır. Bu yönetici olan hükümet, vatandaş ile egemenin karşılıklı ilişkilerini sağlamak amacıyla kurulmuş, yasaları uygulamakla ve gerek yurttaş özgürlüğünü gerekse siyasal özgürlüğü korumakla görevli aracı bir bütündür. Bu anlam içerisinde hükümete devlet tarafından bir bağımsızlık tanınmamaktadır.
Bu izahlardan sonra T.C. özelinde kısa bir değerlendirmede bulunmak gerekirse şöyle denmesi gerektiği kanaatindeyiz: T.C.’nin kurucu ideolojisi Kemalizm ve laikliktir. Kemalist ideoloji ve onun öngördüğü laiklik ilkesi anayasal güvence altındadır. Yani “Kurucu İktidar” Kemalist ideolojidir. Hukuku oluşturan, anayasayı yazan kendisidir, bu bakımdan hukuksal olarak değerlendirilemez, hukuki olarak yargılanamaz. Kurulduğu tarihten bu yana bu böyledir, toplum değişmezse böylede devam edecektir. Kurulduğu tarihten bu yana hiç kimse kurucu ideoloji aleyhine bir dava açmamış, şikayetçi olmamış, mahkemeye vermemiş, hiçbir hakim yargılama süreci başlatamamıştır. Çünkü böyle bir şey mümkün değildir. Bu olasılığın kurucu iktidarın oluşturduğu hukukta karşılığı yoktur.
Kurulmuş iktidar olan hükümetlerin sayısı ise altmışın üzerindedir. Yani kurucu iktidar tarafından görevlendirilmiş kurulmuş iktidarlar sürekli gelir-gider. Süreç içerisinde bazıları asılmış, bazıları cezaevlerine konmuş, bazıları siyasetten men edilmiştir. Kurucu iktidarın görevlendirdiği kurulmuş iktidarların (hükümetlerin) biri gelmiş biri gitmiştir, ama kurucu laik-kemalist düzen egemenliğini sürdürmektedir.
Belli ideallerini olanların özellikle vahyi merkeze alarak yeni bir toplumsal düzen kurgusu için çaba sarfeden Müslümanların kurulmuş iktidarlarla olan ilişkileri, ileriye dönük telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açmaktadır. Bu hususta Müslümanlar dikkatli olmalı, kurulmuş iktidarlara kurucu irade muamelesi yapmamalıdır. Kurulmuş iktidarlar, kurucu iktidarın beka teminini sağlamakta, ilişki içerisinde hangi din-inanç-ideoloji sahipleri olursa olsun, ilişkiyi egemenin kazancına çevirmektedir.
Not: Kurucu İktidar ve Kurulmuş İktidar kavramları, Hukukçu Prof. Kemal Gözler’in “Kurucu İktidar” kitabından ödünç alınmıştır.