Kur’an hayatımızda olmasaydı ne olurdu? İnsanoğlu sonunda rahatlığa kavuşur ve kendine mi gelirdi? Yoksa insan boşluğa mı düşerdi?
Şüphesiz bu konuda asıl soru: Kur’an’ın şu anda hayatımızda ne kadar var olduğudur. Fakat nefsi bu soruyu kaldıramayacak olanlar için bir Kur’an’sız hayat senaryosu yazmayı deneyeceğim. Belki ondan sonra bu soruyu kendisine sorup cevabını da sıkılmaksızın söyleyebilir nefisler…
İnsanoğlu gariptir. Çoğu, kuralları sevmez. Fakat öyle de bir şeydir ki defalarca kuralsızlığa söver. Kur’an insanın hayatına giriş şekline göre rol alır. Eğer dinin erkanı ise, kişinin gönlünün sultanı ise hayatını düzenler, yola koyar, dertlerine derman olur ama en önemlisi “nasıl yaşanır” sorusunun cevabıdır Kur’an. Bir yemek tarifi gibi yönlendirir insanı. Gerçekten de bir arkadaşını kırdığında ne yapması gerektiğini söyler, bugün Fransa’dan öğrenmek için can attığımız âdâb-ı muâşereti öğretir bize, saygının sevginin ve hatta sevdanın tarifini yapar Kur’an. Modern hayatın pisliğinde gider borularına sıkışır bazı insanlar, kalburüstüdür, çünkü delikler dar gelir onu içine almaya. Kur’an böyle kalplere huzur verir. Makineleşmiş dünyanın kötü enerjisini atar üstünden, bazı şeyleri doğal bırakır Kur’an, el değmemiş…
İnsanoğlu şüphesiz doğanın en üstün yaratığıdır. Öyle ki; dağları patlatıp dümdüz eden heybetli aslandan güçlü kuvvetli ayıları dize getirir insan. Esir edilemez gibi görünen aslanı yakar, tek tek tüylerini söker, ağzından azı dişini çeker de hissettirmez hayvana. İnsana dışarıdan bakmak lazım; bir ordu karınca gibiyiz aslında. Hep birlikteyken koca bir piknik masasını da öğütebilir, kırıntılardan bir dağ da inşa edebiliriz. Bunu düşününce “böyle bir güç asla” rehbersiz bırakılmamalı, aksi takdirde halimiz nice olur diye düşünmekten alıkoyamıyor insan kendini. Ama insan şüphesiz Allah’ın kudreti karşısında acizdir. Mabud ister insan, tapınacak bir güç ister. Bazen kendi de korkar ortaya çıkardıklarından. Karşısına çıksa, gıdıklayarak alt edemeyeceği varlıklardır yaptıkları. Korkar, ürker insan madem her şey modern, inanma tapınma içgüdüsü de değişse ya! Hayır, asla!
İlk günkü ilkeliliğiyledir hala tapınmak. Ama hiç de ilkel değildir aslında. Çünkü bu güdü zaten karmaşık beyinlerin güdüsüdür. İlk günde öyleydi, şimdi de öyle…
Tapınmazsa eksiktir insan, şaşırır bazen, kırılır, darılır yalnız kalır çoğu zaman ve ellerinden bir de mallarını alırsak, yıkılır, tuzla buz olur insan. Ne kadar güçlü görünürse görünsün, kadın veya erkek ağlamak ister insan, içini dökmek ister. Yalnız acil durumlarda olsa dua etmek ister. İnsan acziyetini kabul etmek ister kapalı kapılar ardında…