Dün Adana’da birçok yönden tahlil edilmesi gereken bir olay yaşadık. Furkan Vakfı mensupları tutuklu bulunan 8 vakıf gönüllüsünün serbest bırakılması için yürüyüş yapmak istediler. Ancak Adana emniyet güçlerinin akıl ve izanla açıklanamayacak müdahalesiyle karşı karşıya kaldılar.
Onlarca vahşi ve bir o kadar da absürt görüntülerin sosyal medya da paylaşılmasının ardından her kesimden farklı tepkiler gelmeye devam ediyor. Yeminli hükümet taraftarları önlerinde duran görüntülere rağmen yapılan vahşeti görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Bir kısmı bununla da yetinmeyip arsızca yapılan hukuksuzluğa mazeret üretmeye çalışıyor. Alparslan Kuytul’un geçmişte yapmış olduğu konuşmalar yapılan zulmü meşrulaştırmak için araçsallaştırılıyor. Onun FETÖ, PKK ve istihbarat örgütleriyle ilişkili olduğu ve bu tür provakasyonlarla ülkeyi karıştırmak istediği ileri sürülüyor.
Öncelikle bu kesimin; kişilerin durdukları siyasi ve ideolojik konum ne olursa olsun, kimseye işkence ve zulüm yapılamayacağı noktasında kafa karışıklıklarını ya da bu bağnaz tutumlarını gözden geçirmeleri gerekir.
İkinci olarak, yıllardır bahsi geçen kişinin bu tür bağları olduğu iddia ediliyor ama şu ana kadar kamuoyuyla paylaşılmış somut bir bilgi elimizde yok. Kuytul ve ekibi defalarca yargılandı eğer ortada suç örgütleriyle doğrudan bir bağ varsa yahut dış istihbarat örgütleriyle aralarında ülkemize dönük kirli hedefler tespit edilmişse o zaman neden şu ana kadar elde edilen kanıtlar doğrultusunda gerekli işlemler yapılmamıştır?
Burada insanın aklına daha farklı sorular geliyor. Evet, ortada bir provakasyon var ama bunun kaynakları hangi odaklar acaba? Türkiye’nin derin ve karanlık mahfilleri bu grubu kirli emellerini gerçekleştirmek için kullanışlı bir malzeme olarak mı gördüler yoksa bu malzemeyi farklı şekillerde kullanmak için belli bir kıvama getirmek mi istiyorlar? Böyle düşünüldüğünde bu grup en başta temsil ettiğini iddia ettiği değerleri yıpratmak için araçsallaştırılıyor demektir.
Sözde iktidar savunuculuğu yapan kitleler bu tür analitik değerlendirmeler yerine yapılan algı operasyonlarının etkisinde kalarak, çelişkili, tutarsız, haksız ve komik açıklama ve yorumları orada burada dile getirmekten hicap duymuyor olabilirler. İyi de peki eli kalem tutan, medyada çalışan İslami hassasiyet sahibi kişiler nasıl oluyor da bu kadar kolay bir şekilde trolleşebiliyor ya da üç maymun oyuncusuna dönüşebiliyor?
İktidar içinde, bu konulara vakıf ve İslami kimliğe sahip olduğunu söyleyen kişiler neden bu kadar açık operasyonları deşifre etmekten geri duruyor? Eğer Furkan Vakfı taraftarlarının amacı provakasyon ise emniyet güçlerinin geçmişte ve şu an da yapmış olduğu müdahale şekilleri açık ve net bir şekilde bu provokasyona hizmet ettiğini görmek için olağan üstü bir zekaya sahip olmak da gerekmiyorsa “kör kör parmağım gözüne” yapılan bu uygulamaları nasıl anlamalıyız?
Muhalefet çevreleri genel olarak yapılan bu sert/absürt müdahaleyi kınadılar. Sol mahfillerden kimileri yapılan zulmü net bir şekilde mahkum ederken bazılarıysa olayı kınamaktan daha ziyade meseleyi kaba bir iktidar düşmanlığı hatta İslam düşmanlığına malzeme yapma alışkanlıklarına devam ettiler.
Kemalist odaklardan bazıları sosyal medyada bu olay üzerinden tarikat ve cemaat düşmanlığı yapıp Kemalizm güzellemesi yaparken toplum hakkındaki cehaletlerini bir kez daha ifşa etmekten geri durmadılar. Tarikatların hatta vakıfların kapatılmasını yazıp çizenler Türkiye’de seküler cemaatlerin ve Kemalist tarikatların ciddi bir yekün tuttuğunu yine görmezden geldiler.
Güvenlik(!) güçlerinin müdahalesinde dikkat çeken görüntülerden birisi kuşkusuz bayanlara yapılan şiddetli saldırılar ve rastgele jopla saldırılmalarıydı. Paylaşılan görüntülerin bazılarındaysa bu şiddetin bayan polisler tarafından yapılması farklı bir manzara ortaya çıkardı. Başına bir bez saran polis görünümlü bir bayanın koşarak tesettürlü bir bayanı arkadan iterek düşürmesi ve sonrasında şiddetini sürdürme çabasıysa muhakkak üzerinde çok yönlü tartışmayı bekleyen bir tabloyu önümüze koymuştu.
İktidar aygıtının; başörtülü ya da açık, Müslüman ya da Gayrimüslim, sağcı yahut solcu kime zulmederse zulmetsin, yapılan hukuksuzluğa hep birlikte karşı çıkmamız gerektiği noktasında karne notumuz tüm halk olarak maalesef çok iyi değil. Pratik geçmişimizin kötülüğü bir yana böyle bir duruşa yani “zulüm kimden gelirse ve kime karşı uygulanırsa uygulansın karşı çıkmak gerekir” düsturuna teorik olarak inanmayan hatırı sayılır bir kitlenin olduğu da aşikâr gözüküyor.
Bu bağlamda hakkaniyetli değerlendirme yapacak olanların gözden kaçırdığı kimilerinin ise özellikle üstünü örttüğü bir gerçekliği de ortaya koymamız gerekiyor ki son olayı bu kadar absürt hale getiren hususlardan birisi de bu olsa gerektir. Söylemeye çalıştığım şey şudur; kimi zaman yapılan yürüyüş ve gösterilerde eylemciler kendileri de şiddet yanlısı olup hatta ilk şiddeti başlatanlar bizzat kendileri olmaktadır. Özellikle sol gruplarda bu tutum yaygın bir vakıadır. Öyle ki, bayan olanları dahi güvenlik güçlerine meşru direnme ve kendini savunma refleksinin ötesinde saldırgan bir şiddeti kullanmaktan çekinmemektedir. Kameraların önünde en ağır ve galiz küfürleri polislere söylemek noktasında da gayet serbest davranmaktadırlar.
Adana’daki olaylardaysa yürüyüş yapanlar, ne fiili ne de sözlü bir şiddete başvurmama noktasında gayet eğitimli bir performans ortaya koydular. Belli ki bu daha önceden alınmış bir karar ve üzerinde çalışılmış bir yöntem.
Yoksa paylaşılan görüntülerde ki çok vahşi ve insan onurunu ayaklar altına alan fazlasıyla tahrik edici müdahale karşısında yüzlerce kişinin bu kadar soğukkanlı davranabilmesi pek mümkün değildir. Dolayısıyla değişik çevrelerin eylemlerine polislerin farklı müdahaleleri arasında kıyaslama yapanlar yukarıda bahsedilen hususları gözardı ederse adil bir değerlendirme yapmış olmayacaktır.
Adana Güvenlik Güçlerinin yapmış olduğu sert müdahalenin star oyuncusu elbette “Kırmızı Montlu” kişidir. Filmin kahraman oyuncusu sivil giyinimli bir Polis(!) imiş. Bu kişinin güvenliğimizi sağlayacak bir polis müdürü olduğuna inanmak oldukça güçtür. İki ayrı görüntüde yerde çömelmiş duran birilerine gözü dönmüş ve adeta çıldırmışçasına vuran bu kişi profili ya bir film sahnesine ya da mafyavari bir figüre ait olabilir.
“Kırmızı Montlu” kişinin kendisini, kameraya çekiyorlar diye uyaran memura “Çeksin ya” diyerek aldırış etmemesi ve başka onlarca polisin de benzer saldırganlıklarda bulunması meseleyi daha geniş bir perspektiften ele almayı zorunlu kılıyor. Bu profildeki kişilerin sokak ortasında kalabalık bir güruh içerisindeki insanlara kayıt edildiğini bilerek hunharca vurmalarını hesaba kattığımızda “Acaba kapalı kapılar ardında bu kişiler neleri kimlere reva görüp yapmaktadır?” sorusunu hep beraber gündemimize almalıyız.
Adana valiliği yapmış olduğu açıklama da iki memur hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. Açıklama metni kamuoyunu tatmin etmekten ve gerçeklerden çok uzaktı. Bizler karamsar olsak bile bu görüntülerin failleri ve emri veren en üst yetkililerin en ağır şekilde cezalandırılması için elimizden geleni yapmalıyız. Uzunca bir süredir muhafazakâr kadroların derin merkezler tarafından kuşatıldığı ve iplerin başkalarının eline geçtiği dile getiriliyordu. Ancak iktidar ve liderine zevahiri kurtaracak hamleler için belli bir alanda açılıyordu. Bu olayda ki görüntüler öyle birkaç gözü dönmüş polis memurunun eylemi olmanın çok ötesinde gözüktüğüne göre karanlık mahfiller önümüzdeki günlerde ne tür senaryoların peşinde olabilir?
“Kırmızı Montlu” kişi toplumun tüm katmanlarıyla çürümüşlüğünün simgesi olması bakımından derin analizleri hak ediyor elbette ancak bizlerin önüne daha acil cevaplanması gereken şu soruyu da atıvermiş gözüküyor. “Kırmızı Montlu” zat kim adına, kimlere ve hangi mesajları verdi acaba?
İsa Özçelik/Her Taraf