Kur’an’ı Kerim’de yer alan kıssalar Tevrat ve İncil’de anlatılan kıssaları kimi zaman onaylayan kimi zaman tashih eden kimi zamanda tekzip eden bilgiler verirken usul de öğretir mü’minlere. Kur’an kıssaları doğrudan doğruya bir tarih usulü ve hakikatlere sadık bir tarih bilinci oluşturmayı hedefler. İlahi vahiy çerçevesini çizdiği bu usul ve bilinçle mü’min toplumu ihlas ve takva sahibi kılmaya, dost ve düşman münasebetlerini adalete uygun bir biçimde tanzim etmeye teşvik eder.
Kitab-ı Kerim’in öğrettiği, Resul-i Ekrem’in (a.s.) örneklediği bu sahih bilgi ve usule hiç kimse açıktan hürmetsizlik etmese de tefsirden fıkıha, hadisten itikada kadar maalesef İsrailiyat ve Mesihiyat kaynaklı sapmalar İslam Ümmetini çok hırpaladı, çok yıprattı. Bu hırpalanma ve yıpranma en kolay yoldan, üzerinde ciddiyetle durulmaksızın “bozguncu Yahudiler”e fatura edilmiş genelde. Ancak işin aslı farklıydı. Tarihi bilginin halk için cazibesini, mübalağa ve efsanelerle örülmüş anlatıların uyandırdığı merakı, siyaset ve toplumu maziden kalkarak ihya ya da ifsad edebilme potansiyelini marifetle kullananlar kötü bir yol açtılar. Bu yol, iyi niyetle geçilmek istense bile ortaya yanlış, kötü ve çirkinden başka bir şey çıkmaz. Çünkü tarihe, tarihte yaşanan hakikatlere sadakat gösterilmemiş, ihanet edilmiştir.
Samsun İçin Sonradan Yazılan Senaryo
Samsun’da 19 Mayıs’ın 100. yıldönümü törenleri vesilesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın merkezinde yer aldığı ve Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, Temel Karamollaoğlu, Doğu Perinçek gibi siyasi parti liderlerinin verdiği bir fotoğraf var. Gazete manşetlerine bakacak olursak bu fotoğraf muazzam bir enerji yaratmış, muhteşem bir ümit aşılamış bütün ülkeye. Kimi denizin altında kimi, denizin üstünde açılan bayraklar ve posterler, kortejler en uzun ve en kalabalık görüntü vermek için telaşlanıyor, kimi zeybek oynayan kimi vals yapan gruplar hep Milli Mücadele Ruhu’na referans veriyordu güya. İl ve ilçe merkezlerinde Atatürk anıtlarına sunulmak üzere çelenkler yarıştırılıyor, pahalı takım elbiseler giyinip model tıraşlar yaptırmış temsilciler gayet ciddi pozlarla hemen hepsi öncekilerin tekrarı olan Atatürk’e ölümüne sadakat frekansında nutuklar atıyordu.
Evet, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı 19 Mayıs 1919’dur. Ama bu tarih ve çıkış tarihi gerçeklerden koparılıp resmi ideolojinin Milli Mücadele ve öncü isimleri üzerine ipotek koymak üzere kullanmasına müsaade edildiği oranda Türkiye’nin belini doğrultmasına imkân olamayacaktır. Mustafa Kemal, Ordu Müfettişi sıfatıyla Hükümet tarafından görevlendirilmiş olarak, emrine insanlar ve imkânlar tahsis edilmiş olarak Samsun’a gönderilmiştir. Ancak Mustafa Kemal henüz Samsun’a görevlendirilmeden önce Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri yerelde teşkilatlanmaya, silahlanmaya başlamıştır bile.
Samsun’a çıktığı dönemde Mustafa Kemal, “Padişahın adamı olarak görülür” ve mesela Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’ne çektiği telgrafa cevap bile alamaz. Zaten Mustafa Kemal, 1928’de yayınlanan Türkün Altın Kitabı’nda dahi Samsun’a gönderilmesini “beni İstanbul’dan nefy-ü teb’it (sürgün ve uzaklaştırma) maksadıyla Anadolu’ya gönderenler”in kim olduğunu izah sadedinde “husama (düşmanlar)”dan bahseder. Bunlar önemsiz detaylar gibi görülebilir. Ancak 19 Mayıs’ın 1927’den sonra piyasaya sürülen hikâyesi Mustafa Kemal’in geriye dönük yazdığı bir senaryodur. Resmi tarih, İzmir Suikastı girişimi bahanesiyle İstiklal Mahkemelerimarifetiyle 1926’da artık tümden tasfiye edilen siyasi muhaliflerin ardından 1927’de Meclis’te CHP Grubu’nda Mustafa Kemal’in okuduğu Nutuk’un etrafında şekillendirilmiştir. Artık Tek Parti rejimi kurulmuş, parti=devlet pratiğine geçilmiş, Ebedi Şef/Ulu Önder kültü etrafında Türkiye’de otoriter ve totaliter mahiyette despotik bir işleyiş hâkim kılınmıştır.
Hangi Hayat Tarzına Doğru Akış Var?
Atatürkçülük-Kemalizm sadece devletin değil toplumun, tarihin, kültürün, sanatın, sporun hatta dinin de ruhunu, istikametini, işlevini belirleyen ceberut siyasetin adı olmuştur. Demokratik sosyal hukuk devleti ideali hiç gündeme gelmediği gibi Kemalist aydın ve bürokratların görgülerini artırmak, edinilen tecrübeleri ülkeye aktarmak üzere sık sık Berlin, Roma ve Moskova’ya gönderilmiştir. 19 Mayıs ve diğer resmi bayramlarda uygulanan gençlik törenleri birebir Hitler, Mussolini ve Stalin’in egemen olduğu dönemin Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği’nden ithal edilmiş uygulamalardır. Ancak faşist ve komünist rejimlerden sadece kitlesel sporlar yoluyla propaganda teknikleri öğrenilmemiş, çok daha ileri aşamalara gidilerek kamusal hayat tek tipleştirilmek istenmiştir.
12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumuyla birlikte Türkiye’de Tek Parti rejiminin birçok uygulamasına son verilmişti. Resmi bayramlarla özdeş hale gelen geçit törenleri kaldırılmıştı. Ne var ki, 15 Temmuz sonrasında güya Fetullahçı cuntayla mücadele adına Kemalist-ulusalcı söylemler, semboller ve pratikler tekrar öne çıkarılır oldu. Oysa Fetullahçı cuntayla mücadele için cuntacılık faaliyetleri hususunda onlardan çok daha tecrübeli ve acımasız olan “Mustafa Kemal’in Askerleri”nden medet ummak korkunç bir akıl tutulmasıdır. İstendiği kadar içeriği boşaltılmaya, değiştirilmeye çalışılsın Kemalist söylem ve sembolleri öne çıkaran muhafazakâr-demokrat siyaset tarzı dönüşmek, başkalaşmak ve celladına âşık olmaktan başkaca bir seçenek bulamayacaktır önünde.
Siyaset müsamerelere sarılarak toplumun önünü açamaz, gelişimine katkı sağlayamaz. Muhafazakâr-demokrat birtakım soslar katarak Kemalist kültler etrafında temin edilecek milli birlik ve beraberlik pozları aldatıcıdır. 2200 sene gerilerden başlatılarak Türkçü söylemin referans kaynağı “devleti ebed müddet”e ve Gazi Paşa’nın rehberliğine yapılan vurguların siyaseti, bürokrasiyi ve toplumu hangi bataklıklara sürüklediğini unutmayalım. Tuhaf ve acı ama önce ahlak ve maneviyat sloganlarının karikatürize olduğu, dindar nesil ideallerinin kariyer ve magazin kültürüne kurban edildiği iklim muhafazakâr-demokrat hükümet döneminde yaygınlaşıyor.
Akademi ve medyanın, sivil toplum ve cemaatlerin de Hükümet’in resmi ideoloji güzellemelerini boş gözlerle seyrettiği, yer yer coşkuyla sahiplendiği bir dönemdeyiz. Hikmet-i hükümetten kimse sual etmiyor gibi. Ne kadar dindar olacağını bilemeyeceğimiz fakat muhakkak Türkçü ve Atatürkçü formatta yetiştirileceği anlaşılan nesillerin nasıl bir şeye benzeyeceğini birlikte göreceğiz.
Akit / Kenan Alpay