يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّامٖينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبٖينَ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَقٖيرًا فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰى اَنْ تَعْدِلُوا وَاِنْ تَلْوُا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرًا
Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Nisa: 135).
Bir çırpıda kolayca okuduğumuz ayeti kerimeyi hayatımıza müdahil kılmak o kadar da kolay değil maalesef. İsminiz adalet olabilir veya adalet ismi taşıyan bir ebeveynden dünyaya gelmiş olabilirsiniz ama bu sizin adil bir insan olduğunuz anlamına gelmez. İman sahibi kişilerin kendi anne babası aleyhine dahi olsa adaletten sapmaması Allah’ın koyduğu kesin bir hükümdür. Ama ne garip ki Müslümanlar tırnak kesimine, pantolonunun önce sağ sonra sol tarafını giyeceğine veya Cuma mesajı çekmeyi kutsal bir görev bilmesine rağmen, iş adaletli olmaya gelince sağır ve kör kesilmektedirler.
Bazen örf dinin önünde yürümektedir, oysa aslolan dinin kendisidir, örfün yaşaması dinin genetiğiyle uyuşmasına bağlıdır. Yani örf her zaman kötü olmadığı gibi iyi de değildir. Ancak adalet bir örf değil Allah’ın Müslümanlara yüklediği bir borçtur. Bu yüzden rabbimiz adaleti ayakta tutmamızı yani onu ahlak ve ilke haline getirmemizi istiyor. Çünkü adaletsiz bir toplum kokuşmuştur, çürümüştür ve o toplumun tüm işlerini zulüm kaplamıştır. Zulüm ise Allah’ın nurunu söndürmeye çalışan ve insanlığın başına sarılan en büyük beladır. Bu yüzden tüm Rasuller/nebiler/elçiler zulmü ortadan kaldırıp yerine adaleti ikame etmek için gönderilmişlerdir.
Modern hayatta zulüm daha bir belirgin hale gelmiştir. Küçük bir menfaat uğruna patronuna veya tam tersi işçisine yalan söyleyen, basit bir trafik kazasında delilleri karartıp olayı kendi lehine çevirmeye çalışan ve akrabalarına mal yüzünden kurşun yağdıran insanları yakından bir dinleyin, hemen hemen hepsi adalet sahibi insanlar. O zaman sormak lazım kim bu adaletsizler? Ayette kendi ve anne babanızın aleyhine de olsa hakikati olduğu gibi söyleyin, sakın onu çarpıtmayın demesine rağmen insanlar ısrarla kendine yakın bulduğu insanların lehine veya basit bir çıkar uğruna yalan söylemekten hiç çekinmemektedir.
Sizin küçük bir menfaat uğruna söylediğiniz yalan ve gizlediğiniz hakikat başkalarının hayatını karartabilir ve sizin yüzünüzden masum bir insan ömür boyu mahkum edilebilir. Kaldı ki yaptığınız adaletsizlik ve işlediğiniz cürüm bir hardal tanesi kadar da olsa, bu yine zulümdür ve hesabı size aittir. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzal: 7-8). Bir toplumun omurgası olan adaleti çekip aldığınızda geriye küfür, şirk ve zulümden başka bir şey kalmaz ve hakkın yerini batıl alır: “Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.” (Bakara: 42). Son olarak dikkat etmemiz gereken noktanın şu olması gerekir diye düşünüyoruz: yaptığımızda sevabını alacağımız ve yapmadığımızda herhangi bir günaha girmeyeceğimiz amellere gösterdiğimiz hassasiyete Allah’ın kesin hükümlerini kurban etmeyelim. Önceliğimiz ve üzerimize farz olan, hak, hakikat ve adaleti ayakta tutmak olmalı. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir. (Maide: 8).
İnşallah öldüğümüzde “adil bir adamdı” diye arkamızda şahitlik bırakan kimselerden olabiliriz.(Amin)