Her şey o kadar apaçık ki! Hak da apaçık, bâtıl da. Rabbimiz insana hakkı da apaçık beyan etmiş, bâtılı da bütün nitelikleriyle izah etmiş ve ona, bâtıldan-ruczdan ictinab etmesini
[1] ve hakka ittiba etmesini
[2] emretmiş.
Rabbimizin Bakara Sûresi 256. ayette vurguladığı üzere
[3] doğru ile yanlış, hak ile bâtıl o kadar apaçık ortada ki, insanların bâtıldan uzaklaşmak isteyip de bunu başaramaması veya ulaşmak isteyip de hakka ulaşamaması diye bir husus söz konusu bile değildir. Bu itibarla (özel ve istisnaî durumlar hariç) kimse bâtıldan veya haktan habersiz olma gibi bir mazeret öne süremez.
[4]
İslam, hak-bâtıl ayrışmasını esas alan ve insanlardan istediği hâlis (saf, katışıksız, arı-duru) imanı bu ayrışma ve netlik üzerine inşa eden bir dindir. Zira onun temel ilkesi ve hedefi tevhiddir. Hakla bâtılın ayrışmadığı veya bilinçli olarak birbirine bulandırıldığı zeminler şirk zeminleridir, şirkin neşvü nema bulduğu ortamlardır.
Kelime-i tevhidin “Lâ” ile başlaması, tarih boyu tüm Rasullerin (a.s.) mücadelelerinin de buna bağlı olarak her türlü şirk ve nifaktan kesin arınma ve ayrışma ile başlaması bundandır. Bu konuda, İslam’ın tüm öğretisini ve yapısını alt üst ederek hakla bâtılın birbirine bulandırıldığı bir dünya görüşü ve sosyal-siyasal pratiği kabullenen ve uygulaya gelen muhafazakâr çevrelerin bağlamından-bütünlüğünden kopararak yönetimini istismar etmeye kalktıkları Yusuf (a.s.)’ın çizgisi ve mücadelesi de aynı minval üzere olmuştur:
“…Şüphesiz ki ben Allah’a iman etmeyen ve ahireti de inkâr eden bir toplumun milletini/dinini terk ettim. Ve atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine ittiba ettim. Allah’a herhangi bir şeyi şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler… Sizin Allah’tan başka kulluk ettikleriniz, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/37, 38, 40)
Rabbimiz Kur’an’da hakkı ve bâtılı apaçık ortaya koyduğu ve bizlerden bâtılı bâtıl bilip ondan ictinab etmemizi ve buna karşılık hakkı hak bilip ona ittiba etmemizi istediği gibi, hakkı gizlemek ve hakla bâtılı bulamak gibi şirkin neşvü nema bulacağı yaklaşımlardan da kaçınmamızı istemektedir. Bu minvalde Rabbimizin beyanında yer alan bir ifade çok çarpıcı ve düşündürücüdür:
“Hakka bâtıl elbisesi giydirmeyin, hakkı bâtıl ile örtmeye kalkışmayın.”
“Bilenler olduğunuz halde, hakka bâtıl elbisesi giydirmeyin (hakkı batıl ile örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 2/42)
İmdi, hak Rabbimiz tarafından Kitab-ı Keriminde gayet açıklıkla beyan edildiği ve dolayısıyla apaçık ortada olduğu ve yaşadığımız coğrafya özelinde ifade etmemiz gerekirse, bâtıl da ilkeleri, değer yargılarıyla ve bizatihi bu ilke ve değer yargılarını toplumsal-siyasal alanda uygulayan ve dahası dayatan laik bir düzen olarak müşahhas olarak orta yerde durduğu halde Türkiye’de son 15 yılda dozajı giderek artan şekilde hakla bâtılın birbirine bulandırılması sürecine tanıklık etmekteyiz.
Rabbimizin yasakladığı faiz, kumar gibi ne kadar fiil, fısk, fücur ve münker varsa bunları fiilen ve resmi olarak uygulayan, teşvik eden bir düzenin, anayasasında (103. Madde) “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ve siyasî tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” şeklinde tanımladığı Diyanet Teşkilatı üzerinden yürüttüğü Allah’ın dinine tâbi olmak yerine onu kendi işleyiş ve çıkarları için araçsallaştırma, kısacası “Ben dine değil, din bana uysun” politikası, her daim hakka bâtıl ve bâtıla hak elbisesi giydirme pratikleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Allah’ın dinini/ahkâmını işleyişine müdahil kılmayan mevcut laik-kemalist şirk düzeni, son dönemde muhafazakâr demokrat yöneticileri eliyle Allah’ın dininin şiarlarını, kavramlarını kendi işleyişi için araçsallaştırma/payandalaştırma politikasını daha da yaygın hale getirmiş görünüyor. Artık Diyanet’in hutbelerinde laik-kemalist düzenin “cihadından” da söz edilmeye başlanmış bulunuyor.
Kuruluşundan bu yana düzen, Diyanet Teşkilatı eliyle İslam’ı araçsallaştırma politikasını hep yürüte gelmiş olsa da, doğrusu at iziyle it izinin bu oranda birbirine karıştığı, İslam’ın bu şekilde hoyratça payandalaştırılmaya çalışıldığı bir dönem hiç yaşanmamıştı.
Kendi adıma bu durum karşısında sessiz kalmanın Rabbimiz nezdindeki vebalini ve Hesap Günü verilemeyecek ağır hesabını dikkate alarak karınca kararınca bu makaleyle de olsa itirazımı dile getirmek ve bütüncül bir hayat nizamı olan İslam’ın, laik-kemalist bir düzen tarafından bu şekilde payandalaştırılmasına, araçsallaştırılmasına karşı tepkimi ifade etmek gereği duydum.
Hakka bâtıl ve bâtıla hak elbisesi giydirilmekte olan bu süreçlere tanıklık edip de itirazını dile getirmeyen ve dahası bu süreçlere destekçi durumuna düşenlerin Hesap Günü altından kalkamayacakları bir vebal yüklendiğine iman ediyorum.
Ve son olarak, İslam’ı araçsallaştırma ameliyesinin sorumlularına seslenmek istiyorum:
Ey devlet, ey hükümet, ey Diyanet!
Seyyid Kutub’un dediği gibi; İslam’ı ya tam alın, ona tâbi olun ya da onu rahat bırakın.
İslam sizin etinden, sütünden, yününden dilediğiniz gibi faydalanacağınız uysal bir koyun değildir. İslam bütüncül bir hayat nizamıdır. İhtiyaç duyulduğunda kullanılacak bir enstrüman, bir nesne değildir.
Bütüncül bir hayat nizamı olarak İslam’a tâbi olmayacaksanız, o halde bu dinin kavramlarını, Kitab-ı Kerimini araçsallaştırma, hoyratça kullanma politikasını terk edin.
İslam Rabbimizin boyasıdır.
[5] Mü’min olmak ve Rabbimizi razı etmek isteyenler için yol bellidir: İnsan hevasının ürettiği tüm boyalardan (dünya görüşü ve yaşayış biçimi) arınarak yalnız Allah’ın boyasıyla boyanmak.
Bunu yapmak yerine, Allah’ın boyasını laiklik, demokrasi, nasyonalizm/milliyetçilik, sosyalizm, kapitalizm, liberalizm gibi beşer hevasının ürettiği sentetik boyalarla sentez etmeye, bulandırmaya kalkışmak veya Allah’ın boyasını bâtıl toplumsal/siyasal işleyişleri hak gibi göstermek için bir dekorasyon malzemesi olarak kullanmaya teşebbüs etmek, bunu yapanlara Hesap Günü altından asla kalkamayacakları bir vebal yükler.
[1] “Ruczdan kaçınıp uzaklaş.” (Müddessir, 74/5)
[2] “Siz farkında değilken ansızın size azap gelip çatmadan önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline ittiba edin.” (Zümer, 39/55)
[3] “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, eğrilikten tamamen ayrılmıştır. Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse en sağlam kulpa yapışmış olur. [55] Onun kopması söz konusu değildir. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)
[4] “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar da yapmakta olduklarımızdan farklı olarak salih amel işleyelim, diye feryad ederler. Size öğüt alacak olanın öğüt alabileceği kadar bir ömür vermemiş miydik? Size uyarıcı gelmişti. Artık tadın azabı, zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fatır, 35/37)
[5] “Allah’ın boyası! Allah’tan daha güzel boyası olan kimdir? Biz O’na kulluk edenleriz.” (Bakara, 2/138)