İnsanın Beşinci Zindanı
Ali Şeriati, ‘İnsanın Dört Zindanı’ isimli kitabında (daha doğrusu 1970 yılında yaptığı konuşmasında) insanoğlunun içine hapsolduğu ve tüm davranışlarını şekillendirdiği 4 olgudan bahseder.
Şeriati bunlara doğa, tarih, toplum ve benlik zindanları demiş ve bunları etkileyici bir üslupla açıklamıştır.
Şeriati; tabiat, tarih ve toplum zindanlarından bilimin gücüyle kurtulabildiğimizi söyleyerek, insanın en tehlikeli ve çetin zindanının ise benlik zindanı olduğunu ifade etmiştir.
İranlı sosyolog, ilk üç zindandan kurtulmanın daha kolay olduğunu, benlik zindanından ise ancak aşkın bir güçle azade olabileceğimizi söylüyordu.
Bilişim çağını göremeyen Şeriati, insanın hapsolduğu zindanları dört ile sınırlandırmıştı; fakat modern zamanlarda insanoğlunun mücadele etmek zorunda kaldığı ve onun davranışlarını, düşüncelerini şekillendiren çok sayıda yeni zindan doğuyordu.
Sosyal Beğeni Zindanı da bunlardan sadece biri.
Benlik zindanı kadar sert ve baş edilmesi zor bir zindan olmasa da bu zindan da bir o kadar mücadelesi çetin ve hayatımızın her aşamasını şekillendiren bir olgu olma yolunda ilerliyor.
Black Mirror dizisi bu yeni hastalığı bir bölümünde çok güzel işlemişti.
Nosedive isimli bölümde, insanlar çevresindeki kişilerden sanal beğeniler alabilmek için hiç olmadıkları kişilermiş gibi davranmak zorunda kalıyor, gülmek istemedikleri halde gülüyor, beğenmek istemedikleri halde beğeniyordular.
Bu beğeniler sayesinde puan toplayan insanlar, bu puanlar ile sosyal bir konum elde ediyor ve yaşadıkları çevrede bazı ayrıcalıklara sahip oluyordular.
Çin’in “Sosyal Puanlama Sistemi”ne de çok benzeyen Nosedive’deki tek fark, puanlamanın devlet yerine toplumdaki fertler tarafından yapılmasıydı.
Bilişim çağında yaşayan insan da bilim kurgu filmlerinden çıkmış insan modeliyle her geçen gün daha da benzeşiyor.
Bazen devletler bizi puanlıyor, bazen de bizler birbirimizi puanlıyoruz.
Öyle bir zindanın içine hapsolmuş vaziyetteyiz ki sahte davranışlar, sahte düşünceler kazanıyor, olmadığımız insanlarmışız gibi görünmeye başlıyoruz.
Bazen bir filozof, bazen bir tarihçi, bazen de siyaset bilimi uzmanı oluyoruz.
Mutlu olmamamıza rağmen mutlu gibi görünüyor, sadece dikkat çekmek için melankolik davranıyoruz.
Ünlüler gibi giyiniyor, dizi kahramanları gibi pozlar veriyoruz. Ve bunların tek sebebi dikkat çekip daha fazla beğeni almak.
En nihayetinde sosyal beğeni sayımız davranışlarımızı tümden şekillendiren bir unsur haline geliyor.
Üstelik bu işi artık bilimsel metotlarla yapıyoruz. İstatistiklerden faydalanıyor, en çok hangi paylaşımımız beğeni ve retweet almışsa artık o doğrultuda içerikler paylaşıyoruz.
Hangi saatlerde insanlar daha aktifse o saatlerde aktif olmaya çalışıyoruz.
Bir diğer otokontrol mekanizmamız ise takipçi sayımız.
Takipçi kaybetme korkusu ciddi bir olgu haline gelirken, bu korku bazı insanlarda inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda.
Özellikle yüksek takipçili kişiler, bir süre sonra bütün fikirlerini kendini takip eden kişilerin düşünce dünyası üzerine kurmaya başlıyorlar.
Artık sadece belli bir grubu mutlu etmek için konuşuyor, onlar gibi düşünüyor ve onlar gibi davranmaya başlıyorlar.
Aksi bir durumda ise ciddi bir linçe maruz kalıp tekrar aynı davranışı göstermemek için gayret ediyorlar.
Takipçiler de takibi geri çekme gibi tehditlerle, takip ettikleri kişiyi kontrol altına almaya uğraşıyorlar.
Böylelikle sosyal medya tam anlamıyla havuç-sopa politikasının egemen olduğu bir alan haline geliyor.
Pittsburgh Üniversitesi tarafından 2013 yılında yapılan bir araştırma, belli bir takipçi seviyesine ulaşan kullanıcıların bu durumu korumak ve yanlış tweetler atıp takipçi kaybetmemek için daha özenli davranarak pasif bir profil çizmeye başladığını göstermişti.
Yani bir süre sonra tüm davranış ve düşüncelerimizi takipçilerimizin beğenileri ve alkışları üzerine inşa etmeye başlıyorduk.
Artık bizim neye inandığımızın bir önemi kalmamıştır. Tek önemli şey ne kadar like ve retweet alacağımız ve kitlemizi kızdırmamaktır.
Tüm bunlar bir araya gelince de gerçek kişiler bir anda sanal kişiliklere, gerçek fikirler de sanal ve sadece alkış toplamak için hazırlanmış fikirlere dönüşüyor.
Ve kendimizi içinden çıkılması güç bir zindanın içine hapsetmeye başlıyoruz. Paylaşımlarımız gibi karakterimiz de kurgu birer karakter halini alıyor.
Çünkü artık kişiliğimizi istediğimiz gibi inşa edebileceğimiz kişisel profillerimiz bulunuyor. Artık herkes çok daha güzel, çok daha bilgili ve çok daha ahlaklı bireyler haline geliyor.
Mesela son günlerde eşine hem fiziki hem de psikolojik şiddet uygulayan ünlü bir sunucunun, kadına şiddet konusunda ateşli savunular yapan tweetlerinin ortaya çıkması buna verilebilecek en güzel örneklerden biri.
Eşini döven, fakat kadın dövmenin iğrençliğini anlatan bireyler. Aslında süreç kurgunun da ötesine geçiyor. Sanal dünya hayatın kendisi olmaya başlıyor.
Ağ toplumu kuramının sahibi İspanyol sosyolog Manuel Castells, günümüzde sanal bir gerçeklikten bahsedilemeyeceğini, sanalın gerçek haline geldiğini söyleyerek durumun ciddiyetini çok iyi ifade ediyordu.
Böylelikle gerçeklik anlamını yitirmeye başlıyor ve simüle bir evrende yaratılan her bilgi doğruymuş gibi algılanıyor ve sanal doğrular reel doğrularmış gibi muamele görüyordu.
Ve kısa sürede bunlar hipergerçek bir görünüm kazanıyordu.
Örneğin sosyal medya deneyi yapmak için Tripadvisor’da açılan The Shed isimli restoranın İngiltere’nin bir numaralı restoranı haline gelmesi çok önemli bir deneyimdi.
İlginç olan kısım ise sözde restoranı ziyarete gelen kişilere marketten alınan yiyeceklerin mikrodalga ile ısıtılıp sunulması sonrasında, insanların şimdiye kadar yedikleri en güzel yemek olduğunu iddia etmeleriydi.
İşte sanalın hipergerçek bir görünüm kazanması bu şekilde gerçekleşiyordu.
Peki, tüm bunların sebebi ne? Neden böyle davranıyoruz?
Neden tüm davranışlarımız sanal bir ağ dünyası tarafından şekillendiriliyor?
Sebebi tam da Nosedive’de anlatıldığı gibi. Sosyal bir konum elde etmek, ayrıcalık sahibi olmak.
Belki güçlü bir network oluşturmak, iyi bir iş bulmak, sosyal medya baskısından kurtulmak ya da en basitinden egomuzu tatmin etmek.
Sonuç olarak yeni ağ dünyası sayesinde birey, simüle bir evrenin içinde anlamını yitiren ve sentetik davranışlar sergileyen basit bir varlığa dönüşüyor.
Sanalın, gerçek dünyanın yerini almasıyla da sosyal linçe maruz kalmamak, kendini başkalarına beğendirmek ve birilerinin takdirini kazanmak için düşündüklerini değil de konuşulmak istenenleri konuşmaya başlıyor.
Independent Türkçe / Nurettin Akçay