İçinde bulunduğumuz çağ, zaman-mekân aşıp gelmiş hakikatlerin en çok bilindiği, olup bitenleri, zahirde en görünür hâliyle müşahade ettiğimiz ancak bir o kadar da batınına uzaklaştığımız bir zaman dilimidir. Bugün, insanlık; Allah’ın ayetlerine en müstesna biçimlerde şahitlik ederken ilahi çağrıya da hiç olmadığı kadar uzak durmakta, dolayısıyla kendi fıtratına da olabildiğince yabancılaşmaktadır. İnsan fıtratının üzerine dört bir koldan yapılan saldırıların ağırlığı ve korkunçluğu bir yana, bu saldırılara karşı koyabilmek için gerekli olan kavi iç disiplin ve irade kuvveti de sistemli bir şekilde zayıflatılmaktadır.
Şüphesiz din; hayattır; yani insanı ilgilendiren gizli ya da açık, kişisel ya da içtimai, psikolojik ya da fizyolojik hiçbir sebep ve sonuç yoktur ki dinin tanımladığı alanın dışında kalsın. İnsan hayatını ve toplumsal yaşayışı düzenlemek için kurulmuş bu ilahi nizam;
kendi içinde tutarlı ve örgün bir sistemselliğe sahipken pratik sahası yine bu yeryüzü sahnesidir. Sebepler dairesinde, insanın beşeri gücüne ve fiziki realitesi içerisindeki hareket kabiliyeti ile gayretine bağlı kılınması, bu dinin insan hayatındaki nüfuzu ve eyleminin niteliği hakkında çok net bir fikir vermektedir.
İşte, Mısır’ın 20. asırdaki önde gelen âlimlerinden Seyyid Kutub’un “Din Budur” adlı eserinde, açıklık getirmeyi hedef edindiği temel husus; “Ben, ins ve cinni yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım” ayet-i kerimesi hükmünce, insanı kendi yaratılış gayesiyle buluşturmaktır. Risale Yayınları’ndan çıkmış olan eser, insanlığın hava gibi, su gibi muhtaç olduğu bu dinin özelliklerini, metodolojisini ve nasıl tekrar varlık sahasına hâkim kılınabileceğini sade bir üslup ile açıklamaktadır.
Kitapta; insanlık için öngörülen nizamın aslında tek ve mutlak nizam olduğu, aynı zamanda “bir kolaylık dini olan; İslâm”ın muazzam işleyişinin etkileyici hikmetleri; ayetler üzerinden karşılıklı soru-cevap ortamıyla örneklendirilmektedir. Beşeri akla gelebilecek her sorunun kesin ve şaşmaz cevapları, hiçbir ikileme; şek ve şüpheye yer bırakmayacak bir netlikte ifade edilmektedir. Her ne kadar dünya hayatı, tamamen bir oyalama ve aldatmacadan ibaret olsa da letaiflerini parlatmak ve vicdan aynasını çalıştırmak suretiyle insanoğlu, üzerindeki gaflet bulutunu aralayabilir ve kendisini kuşatan rehavetten sıyrılabilir. Ve hatta bunun da üstüne çıkarak eşref-i mahlukat oluşundaki temel saikle yani; ilahi emre doğrudan muhatap olma şerefi ve izzetiyle yükselebilir. Bütün bunlar, kendisinin zaten sahip olduğu fakat pratik sahasında kullanmadığı için körelmeye yüz tutmuş muazzam donanımını fark etmesiyle mümkün olacaktır. Fıtrat hazinesinin sınırlarını keşfettikten sonra gelecek adım elbette aksiyonel boyutta bir tecrübe hazinesini beraberinde getirecektir.
İnsanın ulvi vazifesi
İşte o boyutta insan, gerçeklikle doğru yerden bir temas yakaladığı için kainat nizamındaki bütün bir eşyanın hakikatini de kavramış olur.
Mademki Allah, insanı “halife”lik istidadı ile yeryüzüne göndermiş ve yeryüzünde ne varsa hepsini emrine vermiştir; bundan gafil olarak yaşamak, bu mümkünler âleminde tersine kürek çekmekten farklı bir durum değildir. Üstlendiği bu ulvî vazifede, kendisine bahşedilen üst düzey donanım, aynı zamanda insanoğlunun kalem kalem hesabını vereceği nimetler olarak kıldan ince kılıçtan keskin bir yol tayinine sebebiyet vermektedir. Bu uğurda Cenab-ı Hak, insan fıtratının sürekli işlemesi, mahvolmaması ve boşta kalmamasını murad ederek, “Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiş, onu olabildiğine örten kişi elbette ziyana uğramıştır.” buyurmuştur.
İnsanın imtihanlarla ve musibetlerle baş ederken Allah’ın sırlarına vakıf olabilmesinin de önü açılmakta ve gösterdiği sabır ve gayret nispetinde önünün açılacağı müjdelenmektedir. Herkesin hayat yolculuğu nev-i şahsına münhasır olmakla birlikte kendisine nimet verilen o Rahman’ın has kullarının nitelikleri, Allah’ın kitabında açıkça tarif edilmiştir. Bu hususta kitabın “Kesin ve Değişmez Çizgiler” adlı son bölümünde de açıkça ifade edildiği gibi Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur, artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Tağutu inkar edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah, ziyadesiyle işitendir; her şeyi bilendir.”
Dünya Bizim / Hacer Yeğin