Mektubunuzda İktibas’ı okumaya başladığınız bir yıldan bu yana uzun mesafeler kat ettiğinizi belirtiyorsunuz. Dileriz bu sürer. Çevrenizde, arkadaşlarınız arasında da İktibas’ı okutunuz. Sizde yaptığı değişiklikleri, gelişmeleri herhalde onlarda da yapacaktır. Yapmaması için bir sebeb yoktur. Uyananımız uyuyanımızı uyandırmak zorunda değil midir?
Evet, sizin de gayet iyi tesbit ettiğiniz gibi İktibas çok yönlü bir dergi… Biz bazan latife ederek ‘İktibas polivitamin gibidir’ diyoruz. Daha iyi olmaması için sebeb yok tabii. Bu sebeble siz okuyucularımızın katkıları İktibas’ı elbette bulunduğu yerden daha yükseklere kaldıracak ve birlikte yükselişimiz devam edecektir.
Terörle ilgili olarak sorduklarınıza gelince, 144. sayımızın kavramlar bölümünde anlatmaya çalıştığımız gibi gerçekten terörün, yani şiddetin esas itibariyle İslâm’da yeri yoktur. İslâm kendisini kabul ettirmek için kesinlikle şiddetten medet ummaz, ummamıştır da. Aynı zamanda terör, ikrahın en yüksek boyutlusudur ki İslâm ikrahın en küçüğünden, en büyüğüne kadar hiçbir boyutta olanına yer vermemektedir. Evet, ülkesi işgal edilen bir Müslümanın düşmanına karşı giriştiği eylemlerin terör sayılması da mümkün değildir, olamaz da. Zira terör haramdır. Haram olan işleri Müslüman hiçbir ortamda yapamaz, yapmaktan kaçınmalıdır. Örneğin düşmanın cephaneliğini havaya uçurur, canını dişine takarak, lâkin düşman tarafın bir kadınını, kızını kaçırıp ırzına geçemez. Birincisi kendi için farz iken, ikincisi haramdır. Bu bizim kanaatimizdir. Doğruluğuna kail olduğumuz kanaatimiz.
“Herhangi bir gruba ya da şahıslara İslâm davetini ulaştırmamıza rağmen, kendileri bunu kabul etmeyip, etmedikleri gibi de ellerindeki bütün imkânları kullanarak her fırsatta İslâm’a saldırırlarsa bu gibi kimselere karşı nasıl bir mücadele metodu izlemeliyiz? Buna örnek olarak şu olayı verebilir miyiz? Her fırsatta İslâm’a ve Hz. Peygamber’e saldıran, hakaret eden azılı İslâm düşmanı Ebû Amir’in Hz. Peygamber’in emri ile öldürülmesi.. Bu olayı nasıl yorumlamamız gerekiyor? Aynı olayı Humeyni’nin Salman Rüştü hakkında verdiği fetvada da görüyoruz. Bu olaylarda görünüş itibariyle terör kavramı içine girmektedir. Bu konuda beni aydınlatmanızı rica ediyorum.” Öğrenmek amacıyla yazıyorum diyorsunuz. Güzel temennileriniz ve dualarınız için teşekkürler.
Davetin kabul edilip edilmemesi karşı tarafa şiddet uygulanması için bir gerekçe teşkil etmez. Daha da ileri giderek İslâm’a, Allah’a, peygambere saldırılması da esas itibariyle bizim şiddetle buna karşılık vermemiz için bir gerekçe teşkil etmez. Biz Müslümanlar hakkı ve sabrı tavsiye edenleriniz. Ki hakkı şiddetle tavsiye, terörle tavsiye söz konusu olamaz. İslâm, yukarıda da söylemeye çalıştığımız gibi terörden, şiddetten kesinlikle medet ummamıştır, ummaz. Ne var ki bazı suçların cezalarının şiddetli oluşu, örneğin yeryüzünü ifsad etme suçunun ölüm cezası ile cezalandırılması terör sayılmamalıdır. Terör İslâm’ı kabul ettirmede kullanılmaz. Lâkin yeryüzünün bozulması için çalışanları bu işlerinden alıkoymak için kullanılmak zorunda kalınan, yani verilmek zorunda kalınan cezanın adı da terör değildir. Şiddetli cezaların insanları suçtan caydırıcı oldukları hususunda insanlar ittifak hâsıl etmişlerdir. Allah, kitabı Kur’ân’da kimi suçlar için “şedid’ül ikab” akıbetten söz etmektedir. Dehşet verici cezaları bulunan suçlardan örnekler vermekte ve fuhşiyatı, ileri, aşırı gitmeyi, yeryüzünü ifsad etmeyi bu suçlardan olarak saymaktadır.
Gerek peygamberin cezalandırdığı söylenen iki kişi, gerekse Humeyni’nin hakkında ölüm hükmü verdiği Salman Rüşdü isimli kişiler İslâm’ı kabul etmemekten öte, İslâm’ı tenkid etmekten öte göz göre göre yalanları, adice yalanlarını gerçekmiş gibi insanlara sunarak insanların İslâm hakkında kötü düşünmesine sebeb olan davranışların sahibleridir. Her şeye rağmen de bu gibiler ve bu gibilere verilen cezaların fevkalade az bulunduğu da bilinmektedir. İslâm insanları doğru düşündürmek için ikna metoduna başvurur, onlara İslâm’ın güzelliklerini, İslâm’ın bizatihi güzellik olduğunu göstererek karşılık verir. Kendisi ata veya deveye binmişse, esir aldıklarını yürütmez, onları da bindirir. Kendisi ne yiyebiliyorsa, esir aldıklarına da onları yedirir. İslâm budur, insana kazandırdığı ahlak üstünlüğü davranış ve düşünce güzelliği ile İslâm her şeye karşı koyabilir. İnsan fıtratının güzelliklerinden hoşlandığı ve insana bir şeyi anlatmanın en tesirli yolunun güzellik olduğu bir kaide olarak kabul edilir ve bilinir. Pek az istisna ile belki bazı kimselerin sertlikten ders aldıkları, etkilendikleri biliniyorsa da bu, insanların çoğunluğunu kapsayıcı genişlikte değildir.
Peygamberimizin yaptığı (yapılmasına izin verdiği), bu tür işlerin çok istisna olarak ve mutlaka devlet başkanı olarak bunu yapabileceğini gösteriyor. Mekke döneminde Müslümanların devleti olmadığından, gördükleri bütün kötü muamelelere rağmen Müslümanlar bu muameleleri gördükleri kişilere karşı kesinlikle kötü davranmamışlar, bir suikast veya sabotaja teşebbüs etmemişler ve peygamber de böylesi bir emir vermediği gibi, bilakis gördükleri sıkıntıları peygambere aktaran ve kendilerine yapılanlara cevap vermek isteyen Müslümanlara peygamber kimi zaman susuyor, kimi zaman da gelen ayetleri okuyarak “Sizden öncekilerin çektiklerini çekmeden mi kurtuluşa ermek istiyorsunuz?” deniliyordu.
Bu konuda uzun uzun birçok şey söylemek mümkündür. Ama sanıyorum söylemeye çalıştıklarımız size ve konu ile ilgilenenlere kâfi fikir vermiştir ve esasın ne olduğu hususunda bir sağlam kanaat sahibi olmanıza yeterli olmuştur.
Bize yine yazınız. Siz yazınız, başka arkadaşlarınız da yazsınlar, sorunuz, araştıralım cevap verelim. İnsanız yanılabiliriz. Yanıldığımızı da yazınız ki bizler sizlerin düzelmesi için uğraşırken, sizler de bizlerin düzelmemiz için uğraşmış olunuz. Zira bu karşılıklı görevimizdir. Allah’a emanet olunuz.
(İktibas, Sayı 148, Mektuplara cevaplar)
Ercümend Özkan/İktibas Dergisi