Geçenlerde özellikle Müslüman dünyada olmak üzere dünyamızda derin düşünce ve estetik yargının giderek irtifa kaybettiğinden oysa Kur’an-ı Kerim’de sanata ve güzelliğe verilen önemden bahsetmiştik. Buradan sözü Immanuel Kant’ın estetiğe Kur’ani bakışı andıran anlayışına getirmiş ve yazımızı “Müslüman düşünürler de sanat ve güzelden bahsederken hep temaşa, seyir zevki ve gördükleri, duydukları karşısında şaşkınlık, hayret, acz ve hayranlıktan bahsediyorlar. Peki ya günümüz Müslümanlarının estetik kaygıları?…” diye bitirmiştik. (https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/guzel-2047085)
Düşünürümüz İbrahim Kalın da son kitabı “Barbar, Modern, Medenî”de, “Sanat ve medeniyet: Güzellik ilmine giriş” adlı fevkalade bir bölüme yer vermiş. Müslümanların olması gereken estetik anlayışlarının çerçevesini çizen bu bölümü defalarca okusak, tekrar tekrar özetini çıkarsak yeridir. Gayret edelim.
“Müslüman sanatçılar, natüralizmi ve mimetik uygulamaları yetersiz görmüşler ve tabiatın ve dış dünyanın birebir taklidinden kaçınmışlardır. Varlık âlemi, beş duyu ile algılanır ama ondan daha fazla bir şeydir… Duyularla algılanan olgular (fenomen) sınırlı ve geçicidir. Fakat akılla idrak edilen mana, evrenseldir ve kalıcıdır… Müslüman sanatçılar, natüralizme sığınmak ve ‘perspektif’ kullanmak yerine, bu akli formalar üzerinde çalışmışlardır…” Zihnin bir varlığı idrak etmesi, beş duyunun ötesinde bir şeydir, varlığı akıl yoluyla kavramak, onun suretiyle buluşmak demektir. Müslüman düşünürlere göre sanat ve estetiğin kökeni, madde âlemi ile akıllar âlemi arasında bulunan ve onları birbiriyle irtibatlandıran “âlem-i hayal”dedir. Onun akıl, tabiat ve hareket âleminin dışında kendine has bir dünyası vardır. İnsan, muhayyilesiyle (hayal gücü) maddi âlemin üstündeki akli cevherlere yaklaşabilir; sanatçı onları temsil, suret halinde ifade edebilir. Maddi varlığı tecrübe ederken varlığın yaratılış âlemine bakan yönüne dokunuruz. Maddi âlem elbette vardır ve gerçektir ama hakikatin tamamı değildir. Beş duyunun ötesine geçip tefekkür ve hayal gücümüzü kullanarak varlığın tecellisinin arkasında yatan hakikati kavramaya çalışırız. Sanatçı hissi, hayali ve akli olanı bir bütünlük içinde ele aldığı zaman varlığın deruni güzelliğini, kendine has bir üslupla ortaya koyabilir…
Müslüman sanat anlayışında “modern sanatın tersine merkezde birey olarak sanatçı değil, varlık ve onun namütenahi tecellileri vardır. Bu yüzden sanat faaliyetinin amacı sanatçının egosunu büyütmek ve nefsi ilahlaştırmak değil, nefsanî duyguları aşarak mutlak ve evrensel hakikate iştirak etmek ve ona ayna tutmaktır. Bu, sanatçının özgünlüğünü elinden almaz. Tersine onu egosunun tasallutundan kurtararak özgürleştirir. ‘Tecellide tekrar yoktur’ ilkesi mucibince sanatçının keşif ve inşa süreci her an ter ü tazedir… Her bir keşif, yeni bir sırra kapı aralar. Hayret makamı, her an herkese açıktır.”
Kur’an, âlemin büyük bir ahenk ve mizan içinde, insanın da en güzel surette yaratıldığını söyler. Allah’ın cemal ismi, bütün güzelliklerin kaynağını oluşturur. Müzikteki güzellik ise kozmik ahengin bir yansımasıdır. Varlıkların asli güzelliği onları yaratan Allah’ın mutlak güzelliğinden gelir; çirkinlik, kusur ve eksiklik ise bu dünyadan kaynaklanır.
Müslüman dünya görüşünde iyilik ve güzellik, cemal ile kemal birbirinden ayrı değildir. İslam estetiğinin iki temel kelimesi, hüsn (hem iyi hem güzel) ve ihsan (bir şeyi iyi ve güzel şekilde yapmak) bunun ispatıdır. Her şeyin güzelliği ona uygun olan kemalindedir. “Güzel olan, başka bir şey için değil bizatihi kendisi için istenir. Mal, mülk para vb. şeyler insanın hayatını idame ettirmesine yardımcı olduğu ve kolaylaştırdığı için istenir. Güzellik ise sadece kendisi için arzu edilir. Bu yüzden güzellik araçsallaştırılamaz. Araçsallaştırılan şey, güzel olmaktan çıkar, değerini kaybeder…” Güzellik, varlığın özünden neşet eder ve insanı elinden tutarak dikey bir yolculuğa çıkarır. Elbette insan isterse ve böyle bir yolculuk için hazırsa…
Ne mükemmel ifadeler, insan bıkmaksızın saatlerce okuyabilir. Bu bakış açısının Kant felsefesiyle benzerliğini tartışmanın ise tadına doyum olmaz. Lakin sadede gelelim. Bütün bu ifadelerin günümüz Müslüman dünyasındaki maddi-manevi tarihi mirasımız ve geleneksel sanatları yaşatmaya çalışan bir avuç insanın eserleri haricinde karşılık geldiği ne var? Zaten İbrahim Kalın da İslam sanatının günümüzdeki temsilcilerinden bahsetmiyor, onun yerine “Natüralizm ve mimetizmden kübizme evrilen Batı sanatının yeni arayışları, biçim olarak değil ama kavram olarak İslam sanatlarının süsleme, hat, arabesk, geometrik ve bitkisel form gibi sanatsal formalarıyla mukayese edilmiştir”e getiriyor sözü. Örnek olarak Eustache de Lorey’in Picasso’nun eserleri ile İslam sanatları arasında çarpıcı benzerlik olduğu ve bunun muhtemelen Endülüs üzerinden tevarüs etmiş olabileceği tezini veriyor… Geleneğimizi yeniden üretemezsek benzerliklerle övünmekten başka çaremiz kalmıyor.
Yeni Şafak / Erol Göka